İrlanda kırsalındaki sır dağları
Claire Keegan'ın 'Emanet Çocuk' kitabı Jaguar Kitap tarafından yayımlandı. Yazarın, kitapta okurun üzerinde düşünmesi için yerleştirdiği sırlar, kitabın esas meselesini oluşturuyor.
Claire Keegan, İrlanda’da doğup büyümüş, sonrasında ABD’ye gitmiş ve ardından ülkesine dönmüş bir yazar.
Keegan, çok şey söyleme ya da uzun uzun yazma taraftarı olmadığı; uçsuz bucaksız anlatımlardansa es’ler koyduğu ve kurgudaki bulmacayı okurun tamamlamasını istediği, es’in sesten daha fazla şey anlattığı anlara yoğunlaştığı metinlerinde, çocukluğundan kalma İrlanda manzaralarına bol bol yer veriyor.
Yazarın kitaplarının bir diğer özelliği, İrlandalıların yaşamını ve ülkenin mitlerini, öykülerinin ve romanlarının bazen ana unsuru hâline getirmesi, bazen de fonu yapması.
Keegan’ın öykülerinde ve romanlarında öne çıkan temaların başında, kutsallaştırılan ya da toz kondurulmayan ve “kurum” diye nitelenen ailenin arka planındaki kirin pasın, mutsuzlukların, konuşulmayanların ve şiddetin anlatımı geliyor. Teslim bayrağı çekilmiş “kader”den dem vuran yazar, aslında bunu değiştirme veya tersine çevirme olanağının bulunduğunu sezdiriyor. Daha doğrusu, okurun mevcut sorunları ve onların üstesinden gelme imkânını fark etmesini bekliyor. Bu da yazarın az ve öz anlatımının bir yansıması. 'Emanet Çocuk' da Keegan’ın bu anlatımının önemli bir örneği.
TEKİNSİZ 'YENİ HAYAT'
'Emanet Çocuk', yedi-sekiz yaşlarındaki anlatıcı kızın, tanımadığı bir ailenin yanına verilme arifesinde başlıyor. İrlanda’nın yeşillikleri içinde, anlatıcının şaşkınlığı ve biraz da huzursuzluğu hâkim bu açılışa.
Keegan bu havayı, her zamanki gibi kısa, alt metinleri yoğun cümlelerle ve diyaloglarla sunuyor okura. Anlatıcı, kendisini başka bir eve götürüp tanımadığı bir aileye verecek babasının ruh hâlini tarif ederken, “yeni ailesi” Kinsellalar’ı ve onlarla neler yaşayabileceğini düşünüyor: “Büyük, eski bir çiftlik evinde mi oturuyorlar acaba diye geçiriyorum aklımdan ya da tek katlı yeni bir ev mi; helalı banyoları evin dışında veya içinde midir, musluk suları var mıdır diye düşünüyorum. Kendimi karanlık bir yatak odasında, başka kızlarla birlikte sırtüstü uzanmış hayal ediyorum; birbirimize bir şeyler söylüyoruz, sabah olunca bir daha bahsini açmayacağımız şeyler…”
Babasıyla bu gidiş hakkında konuşmaya çalışan anlatıcı, beklediği yanıtları, daha doğrusu ayrıntılı cevapları alamadıkça hayal kurmayı sürdürüyor ve zihninde yeni sorular dolanmaya başlıyor. Kısa süre sonra, yalanlar ve gerçekler birbirine karışıyor, yeni ve bildiği yaşam arasındaki tekinsiz sınırda durduğunu fark ediyor anlatıcı: “Bir yanım babamın beni burada bırakıp gitmesini, diğer yanımsa bildiğim yaşama geri götürmesini istiyor. Öyle bir noktadayım ki ne bugüne değin olduğum kişi ne de olabileceğim yeni kişi olabiliyorum.”
Kısa cümleler içinden anlatıcının “eski” hayatına, evine ve ailesine dair ipuçları ediniyoruz; babası kendi hayatını yaşıyor ve öyle uzun uzun konuşmalara gelemiyor. “Payına düşen sadece iştir” dediği annesi ise evi çekip çevirirken ailenin iki yakasını bir araya getirmek için daima “tetikte” bekliyor. “Yeni hayatına” adım atan anlatıcı, “burada odalar ve düşünmek için zaman var” diyor.
“Yeni hayatında” ve “yeni evinde” öğrendiği şeyler çoğalıyor anlatıcının; öncelikle aile olmanın ne anlama geldiğini, ardından “yeni ailesinin” evinde “sırlara yer olmadığını” kavramaya başlıyor. “Yeni annesi”, “bir evde sır varsa orada utanç vardır, utançsa ihtiyacımız olan bir şey değil” diyor.
Keegan, bu cümlelerle olan biteni konuşmamak, yaşananları sümen altı etmek ya da halının altına süpürmek ve herhangi bir sır bırakmamak, karanlıkta hiçbir şey kalmamasını sağlamak arasına belli belirsiz bir sınır çiziyor. Diğer bir deyişle bir şey söylememek ve söylemek arasındaki ikileme dâhil ettiği okurdan hikâyedeki boşlukları doldurmasını bekliyor.
YALNIZ BİR ÇOCUK
Keegan, anlatıcı küçük kızın yaşayıp gördüklerine dair zihnindeki gedikleri de çıkarıyor karşımıza; babasının onu Kinsella çiftinin yanına bırakmasıyla doğan aidiyet problemi bunlarından biri. Geniş yeşillikler, çiftlik yaşamı, hayvanlar ve sakin ortamın ardındaki huzursuzluğa ilişkin nüveleri, hem düşüncelerini dillendiren anlatıcıyla ve mutluluğu hatırlamayı başaramamasıyla hem de ona öğütler veren “yeni annesi”nin tavrıyla ortaya koyuyor yazar.
Kinsella ailesi ve küçük kız arasındaki diyaloglar çoğalıp ilişki ilerledikçe “sırları”, tekinsizlikleri ve anlatıcının yaşam karşısındaki yalnızlığını fark ediyoruz. Babanın, kızını hızla “yeni evine” yerleştirmesi ve çocuğun, bu tanımadığı ortamdaki bocalamaları, söz konusu yalnızlığı daha belirgin hâle getirirken günlerin birbirinin aynısı olduğunu söylüyor anlatıcı: “Bir şeyleri, hissettiğim rahatlığı sona erdirecek bir şeyleri (uykuda altımı ıslatmak, büyük bir gaf yapmak, eşyaları kırmak gibi) bekleyip duruyorum ama her geçen gün bir öncekinin neredeyse aynısı.”
Anlatıcı küçük kızın, Kinsellaların büyük sırrını; evin küçük oğlunun başına gelenleri öğrenmesi ise novellanın kırılma noktasını oluşturuyor. Ailesinin yanına döndüğünde ise susmayı, daha doğrusu olan bitenle ya da öğrendikleriyle ilgili konuşmamayı bilecek kadar büyümüş hissediyor kendisini.
Keegan’ın novellaya serpiştirdiği ya da satır aralarına, okurun üzerinde düşünmesi için yerleştirdiği sırlar, kitabın esas meselesi. Bunları anlatmak veya karakterlere anlattırmak yerine, suskunluklardan çekip çıkarılmasını bekliyor yazar. Keegan, pastoral tabloların ve yaşamın ardındaki trajedileri, travmaları ve karanlık noktaları görmesini istediği okurun, “hiçbir şey söylemek zorunda olmayanlar”ın suskunluğunun arkasındaki sır dağlarına tırmanmasını bekliyor.