YAZARLAR

İş hayatımız artık karanlık tarafta

Yeni zamanlardayız. İş hayatındaki performans ölçümü açısından da yeni zamanlar bunlar. Teknoloji elverdikçe kendimizi nasıl daha çok ölçüyorsak, sistem de performansımızı her geçen gün daha çok ve daha detaylı ölçüyor. Hiç uzatmadan söyleyeyim: Bu ölçü başımıza bela olacak. Çünkü bu ölçü insana yakışan bir ölçü değil.

Her şeyi ölçtüğümüz zamanlardayız.

Adımlarımızı, uyku düzenimizi, kalp ritmimizi, kan şekerimizi, yaktığımız ve aldığımız her bir kaloriyi, çişe çıkma sıklığımızı… Her şeyi ölçüyoruz.

 İki binli yıllar vücudumuzu dinlemekle geçti. Dinledikçe onda yeni ilhamlar, ölçülecek yeni alanlar bulduk. Derken kaslardan, yağlardan çıktık; aklımızın ve ruhumuzun olası ölçülerine, verilerine, istatistiklerine geldik.

Ölçüyoruz çünkü ölçebiliyoruz. Ölçüyoruz çünkü teknoloji elveriyor.

Ölçüyoruz çünkü bir yanımız belki bunu öteden beri, belki ne istediğini bile bilmeden istiyordu.

Belki öteden beri birer veri, birer sayı, birer istatistik haline gelmeyi diliyorduk.

İngiliz yazar Douglas Adams, ‘Otostopçunun Galaksi Rehberi’nde, hayatın anlamını muzip bir şekilde “42” olarak açıklamıştı. Her birimiz kendi 42’mizin peşindeyizdir belki.

Peki onu bulunca ne yapacağız?

*

Bir umudumuz daha sağlıklı olmak. Daha dengeli, daha uzun, daha kaliteli, daha kendimizden emin ve kontrollü yaşamak. Yeni ‘survival’ımız, ayakta kalma yolumuz burada. Eleştirilecek, yabana atılacak bir hal değil. Mevcut fotoğraf bu. Hayatın doğal akışı da bu.

Bu akışta vücudumuzu, aklımızı, ruhumuzu dinlemeye çalışıyoruz; ölçebildiğimiz her şeyi ölçüyoruz.

Aramızda gri alanlara kayanlarımız da var. Dedim ya, hayatı sayılarla yaşayanlar, saymadan, ölçmeden duramayanlar, başka türlü tatmin olamayanlar… (Yıllar evvel, GQ Türkiye’de bu her şeyi ölçme akımı üzerine yazmıştım.) Bu da eleştirilecek bir hal değil, isteyen istediği gibi yaşar. İsterse gri bölgelerde de yaşar.

Ama bir de karanlık taraf var.

O tarafta da ölçüler, veriler, istatistikler var.

Ama orası kendimizi ölçtüğümüz bir yer değil.

Orada, karanlık tarafta, ‘başkaları’ ölçülüyor. İnsanların ya da sistemin, diğerlerini, sistemin parçalarını ölçtüğü yer orası.

Oraya kısaca “iş hayatı” da diyebilirsiniz.

*

Anahtar sözcük performans.

Her şeyin gelip yanında tek sıra dizildiği o sihirli sözcük. Şüphesiz yeni bir sözcük değil, yeni bir kavram da değil.

Binlerce yıldır emekçilerin sırtından akan ter, herhangi bir sözcüğe ve kavrama ihtiyaç duyulmadan sistemi devam ettirdi. Ama kas gücüyle çalışmayan beyaz yakalılara farklı bir ölçü gerekiyordu. Onun adı da performans oldu.

Verimlilik ve zamanın insan kaynakları tasavvurundaki o hiç bitmez dansı, beyaz yakalının sırtındaki kırbaç, ofiste çalışan herkesin kafasının üstünde asılı duran Demokles’in kılıcı… Yani performans.

Son derece nesnel ölçüldüğü söylense de hep mobbingin kıyısında duran performans.

Bana kalırsa, duyunca kaçmak gereken bir sözcük.

*

Yeni zamanlardayız. Performans ölçümü açısından da yeni zamanlar bunlar. Teknoloji elverdikçe kendimizi nasıl daha çok ölçüyorsak, sistem de performansı her geçen gün daha çok ölçüyor.

Hiç uzatmadan söyleyeyim: Bu ölçü başımıza bela olacak.

Çünkü iş hayatındaki insan davranışı, genellikle “iyi niyetle” tarif edilen bir davranış türü değildir. Bilakis…

Artık bir vakıa, Covid-19 sonrası iş hayatı geri dönüşsüz bir şekilde değişti. Birçoğumuz evinden çalışıyor; bundan sonra da böyle çalışmaya devam edecek. Büyük ofisler kapanıyor; Zoom ve Skype üzerinden bir hayat kuruyoruz. Birçok beyaz yakalı performansını işyerinden, patronundan, şefinden uzakta sergiliyor.

Ama ne kadar uzakta? Ya da sahiden uzakta mı?

*

Geçen gün, Türkiye’nin büyük ilaç firmalarından birinde çalışan bir arkadaşımdan dinledim. Artık neredeyse hiç ofise gitmeyen bu arkadaşım, kendisinden sürekli ekran başında oturması beklendiğini, tuvalette bile şefi tarafından WhatsApp üzerinden “neredesin” diye taciz edildiğini, evi dışında herhangi bir yerden çalışmasının yasak olduğunu, her anının acaba kaytarıyor mu diye takip edildiğini anlattı.

Ofislerde olmayan bir takip bu. Dört duvar arasına kıstırılmış bir yaşam. Covid salgınının başından beri bu gibi örnekleri defalarca dinlemiş veya bizzat yaşamış olduğunuza eminim. Bu örnekler bitmeyecek. Her gün bir yenisi gelecek.

Salgın geçse de bu yeni ‘yaşamsızlık’ kalacak.

Çünkü şimdi teknolojiyle beraber bir sonraki aşamaya ilerliyoruz.

Bu aşamanın ne olduğuna dair bir işaret bu haftasonu New York Times gazetesinin bir makalesinden geldi. ‘The Rise of the Worker Productivity Score’ (Çalışan Verimlilik Skorunun Yükselişi) isimli bu makale, Covid-19 sonrası evlerinin salonundan, yatak odalarından çalışanların yeni yaşamlarına bakmış. Yayıncılar, analistler, terapistler hatta din görevlileri… Bilgisayarlar üzerinden sisteme bağlılar. Tüm aktiviteleri takip ediliyor, kaydediliyor ve sınıflandırılıyor. Ne zaman ‘aktifler’, ne zaman değiller, her anları ölçülüyor ve değerlendiriliyor.

Carol Kraemer isimli bir finans uzmanının, maaşını alırken yaşadığı sürpriz, güzel bir örnek. İşe başlarken anlaştığı ücreti, ay sonunda banka hesabında görememiş. Çünkü onu sisteme bağlayan yazılım sadece bilgisayarını aktif olarak kullandığı dakikaları esas alıyormuş. ‘Offline’ mesai işten sayılmıyormuş. Yani Kraemer’ın işinin esas unsurlarından olan, mali meselelere kâğıt üzerinde kafa yormak, bilgisayar çıktılarını okumak, telefonda konuşmak… Her şeyden öte, iş üzerine düşünmek… Bunlar takip edilmediğinden ‘iş’ olarak sınıflanmamış. Kraemer, “Takımın güvenilir bir üyesi olduğunuzu sanıyorsunuz ama takım için çalışırken kimse size güvenmiyor” diyor.

İş hayatında güven hep bir meseleydi. Şimdi daha da büyük bir mesele. Kimse kimseye güvenmiyor. Bu yüzden uzaktan ölçüm ve takip işi giderek büyüyor. Dijital verimlilik görüntüleme sektörü gün be gün yeni yazılımlarla, yeni aktörlerle büyüyor. Makale, ABD’de en büyük on şirketin sekizinin böyle çalıştığını, postaneden hastaneye kamunun da bu yöntemi benimsemeye başladığını yazıyor.

Takip, skor, kayıt… Durursanız ya da ‘aylak’ görünürseniz, ücretinizin bir kısmını veya tümden işinizi kaybedebilirsiniz.

Her daim bilgisayarınızın başında olacaksınız.

*

New York Times gazetesi, araştırmasını yürütürken her kesim çalışandan yüzlerce geribildirim almış. “Bu yöntem toksik” demişler, “moral bozucu” demişler, “insanlık dışı” demişler…

“Bu yöntem her şeyden önce yanlış” demişler.

Performans sadece bilgisayar başında, sisteme bağlı olduğunuz anda ölçülebilir mi? Ya da sadece sistemdeyken yaptığınız iş sizin performansınız mıdır?

Düşünmek, okumak, konuşmak bunun neresinde? Güvenmek neresinde?

*

Büyük bir soru bu. Hepimizi ilgilendiren bir soru.

Günler geçiyor, zaman değişiyor, teknoloji gelişiyor ama işimiz daha kolaylaşmıyor. İş hayatı mutluluk vermiyor. Neden?

Yıllardır kurumsal hayatta çeşitli pozisyonlarda çalışmış, yazar ve yayıncı Erdem Aksakal, beyaz yakalıların hal ve gidişatını incelediği yeni kitabı ‘Çok Çalışıyoruz’da bu meseleye bir yorum getiriyor:

“Teknoloji ofis hayatındaki yükleri alacak dediler. Doğruya doğru, kimi yükleri aldı da. Ama teknolojinin üstümüzden aldığı basit yükler yerine, daha karmaşık sorunları çözmeye çalışıyoruz artık. Düne kadar basit raporlar, çizimler, tasarımlar, minik üretimlerle meşgul olan beyaz yakalı bunların bir kısmını teknolojiye bıraktığı için daha az çalışmıyor. Proje takibi, müşteri memnuniyeti, toplam kalite, üstün performans, yüksek verimlilik gibi daha soyut beklentilere odaklanmamız isteniyor. Beklenen karmaşık hedefler yüzünden işimiz azalmadı, arttı. Yani bizim dünyamıza gelen bir yenilik bize yenilik gibi yansımadı. Aksine yan etkileriyle fazlasını aldı götürdü bizden. Teknoloji gelişti, bu sayede şirketler daha çok kazandı, tabii ki faydası bize olmadı.” (Çok Çalışıyoruz / Hayalsiz Yaşayan Beyaz Yakalılara Kişisel Özgürlük Rehberi - Erdem Aksakal, Doğan Kitap, 2022).

Yani sadece performans ölçümünde değil, işin doğasında da bir sıkıntı var.

Hem daha fazla yük hem daha az takdir.

Bonus niyetine daha çok endişe…

*

Düşünür ve yazar Alain de Botton’un bu konudaki eserinin ismi çok isabetliydi: Çalışmanın Mutluluğu ve Sıkıntısı…

Yeni yaşamlarda, yeni çalışmada, yeni performansta mutluluktan çok sıkıntı var. Çalışmanın mutluluğu azalıyor, sıkıntısı artıyor.

Karanlık taraf giderek büyüyor.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.