İş yerinde 'geride kalma korkusu'
Sistemin çalıştığı işkollarından, kıdemlerinden ve vasıflarından bağımsız olarak tüm emekçileri sömürdüğü, emeği değersiz kıldığı gerçeğiyle yüzleştiğimiz zaman, işsizliğin herkes için bir risk oluşturduğunu, yoksulluğun suç olmadığını ve bölüşüm ve sosyal adaletin toplumu bir arada tutan en temel mekanizmalar olduğunu fark ettiğimiz zaman belki, bireysel çareler aramak yerine yapısal dönüşümlere öncü olacak kolektif mücadeleler ile başka bir dünyayı inşa edebiliriz.
Sanayi Devrimi’nden bu yana bireyin gündelik yaşamında belirleyici olan temel mantık çalışmada geçirilen süre ve bunun çalışma dışı yaşam üzerindeki etkisi oldu. Emeğini satarak yaşamını devam ettiren kitleler için çalışma belli bir yaşam düzeyinin tutturulması anlamına gelirken, bu yaşam düzeyi, bu düzeyde zamanın ve mekânın kullanımı, sosyal etkinlikler de bireylerin yeniden çalışmaya dönmesinin temel motivasyonu oldu. Daha basit bir biçimde söylemek gerekirse, yaşamak için çalışmak, ama çalışmaya devam etmek için de kendimizi insan olarak yeniden var etmek, temel ihtiyaçlarımızı gidermek, dinlenmek, düşünmek, yenilenmek zorundayız. Kavramsal olarak “emeğin yeniden üretimi” olarak ifade edilen bu süreç çalışma hayatının dışında, çoğunlukla hanede ve bireyin sosyal ortamında gerçekleşir. Sanayi Devrimi sürecinde üretim yeri olan fabrika ile yeniden üretim alanı olan hanenin birbirinden mekânsal olarak ayrılması da bir günlük zaman diliminin “sekiz saat iş, sekiz saat uyku, sekiz saat eğlence” kurgusu da bu yeniden üretimi mümkün kılar. Peki, çalışma hayatımız evde de devam ediyorsa, klişe bir ifadede olduğu gibi eve girdiğimizde işyerinin bütün dertlerini kapının dışında bırakamıyorsak, değil sekiz saat ama 24 saat iş düşünüyorsak, kendimizi yeniden üretecek bir boş anımız dahi yoksa ne olacak?
FOMO YA DA GERİDE KALMA KORKUSU
İngilizce FOMO, Fear of Missing Out ve Türkçe’de Geride Kalma Korkusu olarak ifade edilen olgu sıklıkla sosyal medya kullanımıyla ilişkilendiriliyor ve sosyal medyadaki bilgi akışlarında geride kalmak, bir şeyleri kaçırmakla bağlantılı bir kaygı durumuna denk düşüyor. Ancak bu durum yalnızca sosyal medya kullanımıyla ilgili değil. Emek boyutuyla düşünüldüğünde Geride Kalma Korkusu, iş arkadaşları, sosyal çevresi kariyerlerinde gelişme ve yukarı yönlü bir sosyal hareketlilik yaşarken ya da iş arkadaşları eğlenceli şeyler yaparken bireyin kendini yavaş ya da geride kalmış hissetmesi olarak ifade ediliyor. Bu geride kalma durumu ödüllendirici ve besleyici süreçlerden geri kalma, iş yerindeki bilgi akışlarından ve gelişmelerden haberdar olmama ya da profesyonel ilişkiler ağından dışlanma biçiminde tanımlanabiliyor. Bütün bunlar, çalışanın iş yerinde gerekli çıktıyı ortaya koyamadığını, verimli olmadığını hissetmesine yol açıyor ve emeğin üretkenliğini olumsuz bir biçimde etkiliyor.
Geride kalma korkusunu hisseden bireyler ne gibi zorluklarla karşılaşıyor? Öncelikle, giriş kısmında ifade ettiğim gibi birey işi eve taşımaya, sekiz saatlik dinlenme ve sekiz saatlik serbest zamanının içinde de iş düşünmeye başlıyor. Bu durum iş yeri ve hane ayrımını, aynı zamanda iş-yaşam dengesini ortadan kaldırıyor, bireyin ailesine ve sosyal çevresine de yansımaya başlıyor. Bunun dışında çalışanların ruh sağlığının olumsuz etkilenmesi, stres, depresyon ve benzeri kaygı bozukluklarının iş kaybına yol açması da bir başka olumsuz etki. Her ne kadar literatürde geride kalma korkusunun işe daha fazla asılma yönünde bir motivasyon yaratacağı söylense de çoğu zaman durum çalışanın yaşam kalitesinde bir gerilemeyle sonuçlanıyor. Geride kalma korkusunun çalışanın iş yerindeki performansını olumsuz etkilemesine dair önbilgi, işe alım süreçlerinde, kariyer eksenli karar alma süreçlerinde de etkili oluyor. Örneğin çalışanın teknolojiyi kullanma biçimi, esnek çalışmaya uygunluğunun yanı sıra stresli ortamlarda çalışmaya yönelik dirençliliği de temel alınan göstergeler arasında.
BASKININ MODERN GÖRÜNÜMLERİ: KADRO, PRİM, KOTA, PERFORMANS
Geride kalma korkusu sıklıkla teknolojik stres, yani bireylerin teknolojik gelişmeleri yakalamada ve onlara ayak uydurmada geri kalmasıyla ilişkilendirilse de aslında durum teknolojik stresin de ötesinde emek piyasasındaki yapısal dönüşümlerle doğrudan ilişkili. Son elli yılda emek kesiminin sosyal yapısını değiştiren en önemli gelişmelerden biri hizmetler sektörünün genişlemesi ve toplam istihdamdaki payının artması oldu. Hizmetler sektörü temizlik işçilerinden plaza çalışanlarına, çağrı merkezi operatörlerinden işletme hizmetlerine kadar farklı işkollarını içerirken yapılan iş parçaları da farklılaştı. Bugün artık fabrikada montaj bandının başında çalışan işçilere kıyasla çok daha farklı iş parçalarından sorumlu bir emek kitlesinden söz ediyoruz. Artan küresel entegrasyon ve dijitalleşme ile birlikte hizmetler sektörü de sürekli bir devinim, yenilenme ve yapılanma içinde. Teknolojik yenilenmeye karşı emeğin yenilenmesi görece yavaş kalıyor. Hizmetler sektörü bireyin sürekli yeni donanımlar edinmesini, yeni beceriler kazanarak vasıflarını ve katma değer yaratma potansiyelini artırmasını bekliyor. Böyle olunca, bireyler geride kalmamak için, emek piyasasına yeni giren genç ve dinamik nesillerle rekabet edebilmek için daha fazla baskı hissetmeye başlıyor. Kariyerizm ya da emek piyasasında yukarı yönlü hareketliliğin ancak sınırlı bir kesim için mümkün olması bu geride kalmışlık hissini derinleştiriyor. Akademisyenlerin üzerindeki yayın ve kadro baskısı, perakende sektörü çalışanlarında prim ve satış kotası baskısı, yazılım sektöründe yenilikçilik baskısı büyük bir yarışa dönüşüyor ve bireyin geride kalma korkusu ile kısa sürede yarıştan kopmasına ve tükenmişlik haline kadar varabiliyor.
Üretim sürecindeki bu dönüşümlerin ötesinde piyasa ekonomisinin hem sermaye hem de emek açısından artan küresel hareketliliği emek piyasasındaki rekabeti başka bir boyuta taşıyor. Çalışanlar artık yalnızca kendi mekânsal bağlamlarındaki emek piyasası ile sınırlı olmayan, hareketliliği daha fazla olan küresel bir emekçi kitlesi ile rekabet içinde. Bu rekabet işletme hizmetlerinde daha çok küresel hareketliliği fazla olan, çok kültürlü ve çok dilli bir hizmet çalışanları kitlesinin varlığıyla kendini gösteriyor. Kişisel hizmetler ve altyapı hizmetlerinde ise göçmenler, mevcut mülteci krizi, mültecilerin ucuz ve güvencesiz emek kaynağı olması nedeniyle bu rekabeti kızıştıran bir başka unsur. Sonuç olarak içinde çok farklı işkollarını barındıran hizmetler sektöründe giderek artan küresel emek rekabeti, sektörün farklı bileşenleri için farklı düzeylerde geride kalma korkusu yaratıyor.
Bir başka değişim ise hem sanayi üretiminde hem de hizmetlerde üretim sürecinin esnekleşmesi, buna paralel olarak emeğin bireyselleşmesi oldu. Örneğin erken sanayileşme döneminde emekçi kesimin yaşam tarzındaki, maddi koşullarındaki benzerlikler işçi sınıfı dinamiklerinin ve örgütlü mücadelenin temelini oluştururken, bugün benzer baskılara maruz kalmak, benzer güvencesiz ve düşük ücretli koşullarda çalışıyor olmak ve benzer yaşamsal kaygılarda ortaklaşmak bir örgütlü mücadeleyle sonuçlanmıyor. Yakın zamandaki çağrı merkezi çalışanları, kuryeler, turizm çalışanlarının mücadelesini hafife almamak gerek, ancak bu mücadelelerin sistemde dönüşüme neden olacak bir baskı unsurundan yoksun olduğunu, yapısal bir boyuta varmadığını söylemek yanlış olmaz. Özellikle hizmetler sektörünün yarattığı orta sınıf illüzyonu, çalışanları bir sınıf bağlamında ortaklaştırmak yerine, bireysel olarak katıldıkları bir yarışta karşı karşıya getiriyor. Bu yarış duygusu geride kalma korkusuyla birleştiğinde başka tür bir aidiyet kaybına ve yabancılaşmaya dönüşüyor. Geride kalmanın kaybettireceklerini düşünmekten, mevcut yapıda kaybettiklerimizi, güvencesiz istihdamı, düşük ücretleri ve emeğin değersizleşmesini gözden kaçırıyoruz.
GERİDE KALMAKTAN KORKMA, YALNIZ KALMAKTAN KORK
Kapitalist sistem bireyi önce köleleştirip hasta ediyor, sonra da çaresini piyasaya sürüyor. Çalışırken bozulan ruh sağlığını günden güne çeşitlenen spiritüel arayışlarla, reiki, yoga veya türevleriyle iyi etmeye çalışıyoruz. Zincir kitap mağazalarında süpermarketlere her yerde gözümüze sokulan Hygge, İkigai, mindfulness ve benzeri öğreti kitaplarıyla mutlu yaşamın sırrını arıyoruz. Üstelik bütün bunlar için hem para, hem zaman, hem de alan yaratmak için kendimizi başka bir cendereye daha sokuyoruz. Kendimizi iyileştirmek için yöneldiğimiz sağlıklı beslenme, stresten uzak yaşam, spor, meditasyon gibi tercihlerde de geride kalma korkusu sorunun iş yaşamından özel yaşama yayılan etkisine işaret ediyor. Kişisel gelişim başlı başına bir sektör haline geldi; birbirimizin derdini paylaşmak, yoldaşı olmak için bile metalaşmış bir danışman-danışan ilişkisine ihtiyaç duyuyoruz. Sorunu sistemde aramak yerine kendimizde aradıkça da içinden çıkamadığımız bir girdabın gözünde boğuluyoruz. Sistemin çalıştığı işkollarından, kıdemlerinden ve vasıflarından bağımsız olarak tüm emekçileri sömürdüğü, emeği değersiz kıldığı gerçeğiyle yüzleştiğimiz zaman, işsizliğin herkes için bir risk oluşturduğunu, yoksulluğun suç olmadığını ve bölüşüm ve sosyal adaletin toplumu bir arada tutan en temel mekanizmalar olduğunu fark ettiğimiz zaman belki, bireysel çareler aramak yerine yapısal dönüşümlere öncü olacak kolektif mücadeleler ile başka bir dünyayı inşa edebiliriz. Bunun için de geride kalmaktan korkmak ve bireysel iyileşmeye odaklanmak yerine, içinde bulunduğumuz sarmaldan çıkmak ve toplumsal gelişimin kaynaklarına bakmak gerek.