İşçiler, pandemi ve hakikat…
Günlük 30 bin vaka itiraf edildiğine göre, bu vakaların büyük bir çoğunluğunun işçilerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Fabrikalar, işçi servisleri virüsün serbest dolaşıma geçtiği yerler haline geldi. Kaçı yaşamını yitirdi, hâlâ bilmiyoruz; açıklanmıyor. Ölenler, çok yakınlarında bulunanlar dışındaki herkes için sayılardan ibaret.
Nurettin Öztatar
Dün yaşamını yitiren işçi ve işçi önderi Celal Özçelik’in anısına, saygıyla…
Gerçekler, her gün yaşanan gelişmelerle, bir soyutlama olan hakikatin daha net ve somut biçimde görünür olmasını sağlıyor. Özellikle mart ayından bu yana yaşananlar, toplumun bölünmüşlüğünün, şu sıralar sıkça tartışılan reformlarla, kısmi düzeltmelerle ortadan kalkmayacağının kanıtlarını sunuyor. Zaten “düzenin sahiplerinin” bundan rahatsız olduğunu düşünmemizi gösterecek bir davranışı ya da hazırlığı da yok. Çünkü yaklaşık 9 aydır, milyonlarca insanın yarın yaşayıp yaşayamayacağını bilemediği bir ortamda bile kârlarını olağanüstü artırdılar. Son 9 ayda büyük şirketlerin, holdinglerin kârları yüzde yüzden yüzde 1000’e kadar; yani 10 kata kadar artmış. Mart ayından bu yana BİST100 endeksi yüzde 30’un üzerinde artmış. Nasıl oluyor da dünyada milyarlarca insan yarın yaşayıp yaşamayacakları konusunda bile kaygılara gömülmüşken şirketler bu kadar kâr elde edebiliyor? Bizleri hakikate ulaştıracak birinci soru bu.
İkinci soruyu da “Peki, fabrika sahipleri, sermayedarlar, kârlarına kâr katarken işçilerin durumu ne?” şeklinde soralım ve son 9 ay boyunca adı gazetelerde, televizyonlarda ve internet sitelerinde Cumhurbaşkanı’ndan bile daha çok anılan Sağlık Bakanı’nın son yaptığı sosyal medya paylaşımı üzerinden bu sorunun peşine takılalım.
Bakan Koca Covid-19 vakalarında yaşanan artışa ilişkin yaptığı paylaşımda “Bursa, Kocaeli ve Gaziantep'te belirgin artış var. Bu illerimizde daha gayretli, daha titiz bir çalışma gerekiyor. Desteğinizin önemi artmış durumda. Mücadelemize desteğinizle güç verin.” dedi. Bu açıklamayı, Gaziantep, Kocaeli, Tekirdağ, Malatya ve Ordu İl Sağlık Müdürleriyle yaptığı online toplantının ardından yaptı. Bu açıklamanın bir gün sonrasında ise bu kentlere İstanbul ve İzmir’i de dahil etti. Koca ayrıca, İstanbul, Kocaeli, İzmir ve Bursa’nın salgında üçüncü zirveyi yaşadığını belirtti.
Hatırlanacak olursa, mart ayının ardından ilk vakanın açıklandığı dönemin ardından yapılan değerlendirmede de Zonguldak’a dikkat çekilmiş ve ilk sıkı önlemler bu işçi kentinde başlamıştı. O dönem yazdığım “İşçilerin virüse karşı bağışıklığı mı var?” başlıklı yazıda “Bugünlerde salgın bir hastalık varken ve bu salgın hastalığın temasla bulaştığı herkes tarafından biliniyorken, işçiler dışında herkese “evde kal” denirken; onlar sokakları, caddeleri, servisleri, otobüsleri, metroları, fabrikaları doldurmayı sürdürüyor” demiş ve bunun aslında yaşam hakkı, sağlık hakkı gibi temel hakların ihlali olduğuna ancak sistemin devamı için bunun bir zorunluluk olduğuna işaret etmiştim.
Önce Bakanın salgın riskindeki artışa dikkat çektiği üç kentin bazı verilerine bakalım.
Gaziantep, 2 milyon 69 bin 364 nüfusuyla Türkiye’nin en kalabalık 9. şehri*. Şehir merkezi nüfusuyla ise en kalabalık 6. kent. Şahinbey ve Şehitkamil gibi merkez ilçelerdeki nüfus yoğunluğu ortalama binin üzerinde. Gaziantep Sanayi Odası verilerine göre kentte 5 OSB bulunuyor.
Bursa'da 2019 sonu verilerine göre 3 milyon 56 bin 120 kişi yaşıyor ve bu sayıyla Türkiye’nin en büyük 4. şehri. Yıldırım, Osmangazi Nilüfer gibi 3 merkez ilçedeki nüfus yoğunluğu kilometrekare başına ortalama 2 bin 500-3 bin civarı. Bursa Sanayi ve Ticaret Odası verilerine göre, Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu çerçevesinde tüzel kişilik sıfatını kazanmış 17 Organize Sanayi Bölgesi bulunuyor. Başka bazı haberlerde OSB sayısının 23’e yükseldiği de belirtiliyor.
Son olarak Kocaeli, 1 milyon 953 bin 35 kişilik nüfusuyla Türkiye’nin en kalabalık 10. şehri. İl genelinde kilometrekarede 575 kişi yaşıyor. Çayırova ilçesinde bu yoğunluk 5 bin 832 olurken, Darıca’da 9015’e yükseliyor. Kocaeli Sanayi Odası Valiliği verilerine göre kentte 14 OSB, 5 Teknopark ve 2 serbest bölge bulunuyor.
Türkiye’nin ve dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan İstanbul’daki nüfus yoğunluğunun 2842 olduğunu hatırlarsak bu üç kentin özellikle merkezlerindeki durumu anlamamız kolaylaşabilir.
Sağlık Bakanı’nı sözlerinin izini sürmeye devam edeyim. Ne diyor bakan: “Bursa, Kocaeli ve Gaziantep'te belirgin artış var.” Nedenini söylemiyor ancak kurallara uyulmadığını ima ediyor. Hangi kurallara: Maske, mesafe ve temizlik… ve tabii evde kalma. Peki, böyle bir nüfus yoğunluğunu olduğu kentlerde işçilerin iç içe çalıştığı, servislerle ya da toplu taşıma araçlarıyla işe gidip geldikleri fabrikaların niye hiçbir şey olmamış gibi, çalışmaya devam ettiğinden bahsediyor mu? Unutmuş mudur acaba! Bu kentlerdeki hasta sayısının ne kadarının işçi olduğunu ve sırf işe gidip gelmek zorunda kaldıkları için hastalanıp hastalanmadıklarını biliyor muyuz? Bakan gizlediğine göre, bir bildiği vardır deyip geçelim! Nüfusunun çoğunluğunun işçi ya da emekçi olduğu kentlerden bahsediyoruz. Bu kentlerde salgını kontrol edebilmek için alınması gereken ilk önlem tıpkı Wuhan’da olduğu gibi “kapanma”. Ama kısmi sokağa çıkma yasakları ilan edildiğinde dahi, işçiler hep istisnalar arasında yer aldı. Başka bir deyişle işçiler “özgür” bırakıldı.
Basit bir akıl yürütmeyle söyleyebiliriz ki bu kentlere Manisa, Denizli, Kayseri, Malatya, Tekirdağ gibi sanayinin geliştiği, orta ve büyük ölçekli fabrikalarla dolu kentleri de ekleyebiliriz. Bu kentlerdeki büyük fabrikaların tamamında üretim çok kısa bir süre dışında hiç aksamadı. Hatta bu kentlerdeki bazı fabrikalarda testi pozitif çıkan ancak “kendilerini iyi hisseden” işçilerin çalışmaya zorlandığını biliyoruz. Belki de ilk kez işyeri hekimleri hasta işçilerle bu kadar ilgilendi. Testi pozitif çıkan işçiler sürekli arandı işyeri hekimleri tarafından. İşçi, “İyi hissediyorum” dediği anda hemen çalışmaya çağrıldı yeni bir test bile yaptırılmadan. Ne uğruna: Kapitalizmin ezeli ve ebedi amacı uğruna: Daha fazla sömürü daha fazla kâr. Çünkü bunlar olmadığında sistemin devamı imkansız. İşçi dendiğinde aklına egemen siyasetçileri destekleyen kişilerden başkası gelmeyen ülkenin ayrıcalıklı çok bilmişleri de bu hakikate pek fazla takılmadı.
“Hayat Eve Sığar” uygulamasında fabrikaların olduğu bölgeler tıpkı yeşil alan ve ormanlar gibi tertemiz gösterildi. Uygulamaya bakılırsa tek bir pozitif vaka yok fabrikalarda ve organize sanayi bölgelerinde.
Günlük 30 bin vaka itiraf edildiğine göre, bu vakaların büyük bir çoğunluğunun işçilerden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Fabrikalar, işçi servisleri virüsün serbest dolaşıma geçtiği yerler haline geldi. Kaçı yaşamını yitirdi, hâlâ bilmiyoruz; açıklanmıyor. Ölenler, çok yakınlarında bulunanlar dışındaki herkes için sayılardan ibaret. Covid-19 tıpkı sağlık çalışanları için olduğu gibi bütün işçiler için bir meslek hastalığı haline geldi.
Diğer yandan çoğunluğu hizmet sektöründeki işçilerden oluşan yaklaşık 5 milyon işçi, aylardır 1000 ile 2000 TL arasında bir gelirle, ya ücretsiz izin ödeneği ya da kısa çalışma ödeneği ile yaşamaya çalışıyor. Kimin umurunda?
Gelelim, bütün bunların su yüzüne çıkardığı hakikate: Bütün dünyada egemen olan sistem insanlık dışı bir sistem. İnsanların refahını, mutluluğunu, eşitliğini, özgürlüğünü umursamıyor bile. Salt meta üretimine ve artı değere dayalı olan bir sistemde, başta işçiler olmak üzere sermaye sahibi olmayan herkesin değeri, sermayeye ne kadar hizmet ettiğiyle ilgili. İnsanlar emek güçleri tükenene kadar artı değer üretsin yeter. İşçiye bakışları bir makineye bakışlarından farklı değil.
Sermayedarlardan ve siyasi temsilcilerinden insanların sorunlarını çözmelerini beklemeyi, sürekli sermaye içi çelişkilere odaklanarak analizler yapan, araya “sosyolojik” gerçekleri sıkıştıran ultra çok bilmiş “bilirkişiler”e bırakıp bu hakikatin neyi talep ettiğini anlamak ve harekete geçmenin zamanı gelmedi mi? Halka, emekçilere, sömürülenlere, gerçekleri anlatmak için değil, halkın zaten yaşadığı gerçekleri anlamak, hatta deneyimlemek için harekete geçme… Hakikatlerle yüzleşmenin de, bütün yönleriyle yaşamı yaratan ve devamını sağlayanın kimler olduğunu anlamanın da yolu bu.
Hakikate erişmek (!) isteyenler için alternatif yol: Karl Marx’ın Kapital’inin “Sermayenin Üretim Süreci” başlıklı birinci bölümünün “Meta ve Para” başlıklı birinci kısmı…
Gerisi lafügüzaf…
(*) Nüfus verileri Wikipedia’dan alınmıştır.