İşçilerin kurşunladığı tablolar Nazilerin yaktığı tablolara karşı
Almanya’da savaşın yıkımına karşı çıkabilecek az sayıdaki onurlu insandan biri olarak Seiwert emekçilerden yana tavır alır. Ve kendi gibi düşünen sanatçılarla, devrimcilerle arkadaşlıklar geliştirir. Bu sürede Marksizmi tanıma fırsatı bulur. 1920’lerde adından konstrüktivizm başlığı altında söz ettirecek Seiwert 1910’ların ikinci yarısında empresyonizm ve dadaizm gibi akımlardan etkilenir.
Almanya’nın Weimar Cumhuriyeti döneminde 1920 yılında yaşanan Kapp Darbesi başarısızlıkla sonuçlanır. Fakat Milliyetçi/Monarşist darbe esnasında, öncesinde ve sonrasında silahlı işçi ayaklanmaları tüm Almanya’yı sarsar. İşte bu darbe sırasında Dresden’de işçilerle darbeciler karşı karşıya gelir. Yaşanan sokak çatışmalarında işçilerin sıktığı kurşunlardan bazıları bir galeride sergilenen eski bir tabloya isabet eder. Peter Paul Rubens’in 1635'te çizdiği ve Batşeba’nın resmedildiği tablo zarar görünce ressam Oskar Kokoschka ölen 35 işçiyi görmezden gelerek ‘böylesi eserleri kurtarmanın tüm siyasi hareketlerden daha değerli olduğunu’ savunur. Genç bir Marksist sanatçı olan Franz Wilhelm Seiwert ise verdiği yanıtta işçilerin kurşunlarından taraf olur: ‘Rubens’in sanatının çoktan öldüğünü, yüzlerce yıldır zaten tabloda devasa deliklerin açıldığını’ dile getirir ve ‘Batşeba' tablosunu hedef tahtasına oturtarak “Fazlasıyla ağır bir şekilde üzerimizde durarak bizi harekete geçmekten alıkoyuyor” der.
İsmini fazla duymadığımız Franz Wilhelm Seiwert için sanat hareket halindeki kitlelerin emrinde şekilleniyordu. Cihan Harbi sonunda şekillenen Kölner Progressive grubunun kurucularından ve Almanya’daki konstrüktivist sosyalist sanatın öncü isimlerinden Seiwert’ın eserleri, onun hayatı nasıl okuduğunu bize gösteriyor. Bir devrin, bir modanın değil; çağlara hükmeden bir sınıf savaşının sanat işçisi olan Seiwert’i ve eserlerini bugün tekrar okumak bu yüzden önemli.
RADYASYONUN KARANLIK TÜLÜ
Babanın postacılık ile ailenin geçimini sağladığı bir evde 1894 yılında dünyaya gelen Seiwert, hayatının büyük bir çoğunluğunu memleketi Köln’de geçirir. Henüz 6 yaşındayken uyuz şikayetiyle Köln’deki bir hastaneye tedavi olmak üzere gider. Ancak burada yapılan bir X-Ray işlemi sonucunda hayatı boyunca taşıyacağı bazı sorunlarla karşılaşır. Uğradığı radyasyon nedeniyle saçlarını kaybeder, derisinde kalıcı yanıklar oluşur. Ancak x-ray deneyi sadece vücudunda kalıcı izler bırakmakla kalmaz, erken yaşta hayatını kaybetmesine neden olacak uzun soluklu hastalıklara sebep olur. Elbette ileride çektiği acılar sadece ‘biyografisine’ değil, aynı zamanda ‘sanatına’ da karanlık bir tül gibi yansıyacaktır.
Sağlık sorunlarına rağmen iyi bir eğitim alır. Dindar bir Katolik olarak yetişen Seiwert mimarlık eğitimi görür. Kiliselerin restorasyonu, dini arkaplanı ile birleşince genç mimarın sanatsal dünyasına Romanesk ve Gotik dokunuşlar olur. Birlikte çalıştığı mimarlar sayesinde geleneksel sanatın inceliklerini kavrar.
SAVAŞIN BASKILARI
Belki 19. yüzyılın en korkunç kilometre taşı olarak değerlendirebileceğimiz I. Paylaşım Savaşı gelip çattığında, Seiwert’in zihninde de taşlar yerinden oynamaya başlar. Hastalığı yüzünden cepheye gönderilmez. Ancak düne kadar kendini ‘sosyal demokrat’ olarak niteleyen hükümetler de dahil olmak üzere devletlerin kâr hırsıyla dünyayı emekçilerin kan gölüne çevirişini görmek için, bizzat ayağını insan mezbahasının içine sokmasına gerek yoktur. Koyu bir Katolik olan Seiwert, emperyalist kasaplığa kayıtsız kaldığı gerekçesiyle Kilise ile arasını açar.
Almanya’da savaşın yıkımına karşı çıkabilecek az sayıdaki onurlu insandan biri olarak Seiwert emekçilerden yana tavır alır. Ve kendi gibi düşünen sanatçılarla, devrimcilerle arkadaşlıklar geliştirir. Bu sürede Marksizmi tanıma fırsatı bulur. 1920’lerde adından konstrüktivizm başlığı altında söz ettirecek Seiwert 1910’ların ikinci yarısında empresyonizm ve dadaizm gibi akımlardan etkilenir.
Seiwert’in bu anlamda önce çıkan çizimlerini incelemek için ilk çizimlerinin yayınlandığı Die Aktion gazetesine göz atabiliriz. Ekim Devrimi ile de özdeşleştirebileceğimiz 1917 yılında Die Aktion’da çizmeye/yazmaya başlayan Seiwert, daha sonra komünist işçi hareketlerinde de aktif görevler alır.
Seiwert’in tasarımları bu dönemde Die Aktion’un kullandığı kolayca çoğaltılmasını sağlayan ahşap ve linol baskıya uygun bir şekilde siyah-beyaz olarak karşımıza çıkıyor. Ancak baskı tekniğinin sanatçıyı sınırlamadığı, Seiwert’in 1920’lerde verdiği eserlerde karşımıza çıkacak. İkinci dönemde sanatçı farklı sanat akımlarından etkilenmeye başlasa da her iki dönemde de işlediği konuları hayatın gerçekliğinden soyutlamadan tercih ediyor.
ANONİMLEŞMEK
Ekim Devrimi’nin ardından Almanya’nın Rhur Havzası’nda da proletaryanın iktidarını hedefleyen güçlü bir devrimci hareket kendini gösterir. Doğu’dan esen devrim rüzgarı, çevresindeki sanat anlayışlarında yenilikçi oyuklar açar. İşte böylesi bir atmosfer içerisinde Düsseldorf’a gelen Seiwert, önce Sovyet Avangardının öncü isimlerinden El Lissitzky ile tanışır. Ardından 1922 yılında Berlin’e gittiğinde burada sanatı üzerinde önemli etkiler bırakacak diğer Sovyet sanatçılarla bir araya gelir. Kazimir Maleviç, Vladimir Tatlin ve Aleksandr Rodçenko gibi konstrüktivizmin bayraktarlarıyla karşılaşan Seiwert, daha sonraki dönemde sanatında da bu isimlerden bazı izler taşır.
Seiwert’in sanatını çarpıcı kılan en önemli detaysa özne olarak kitleselliğe yaptığı bariz vurgudur. Onun resmettiği insan yüzleri, her ne kadar farklı farklı renklerde de olsa toplu halde durunca bir anlam taşır, bir sınıfın yüzleridir. Birbirine benzeyen, gücünü benzerliğinden alan yüzlerdir bunlar. Öyle ki kendiyle özdeşleşen insan suratlarının yer yer birbirine karıştığını görürüz: Bir işçinin sol gözü, diğerinin sağ gözüdür aynı zamanda. Ya da dudakları ‘ortaktır’. Renkler ve şekiller bizi bazen Maleviç’e götürse de yüzler ve mekanlar daha farklı ve özgün bir manzara sunar.
Bu anlamda diğer daha soyut çalışan konstrüktivist eserlerden Seiwert’i ayırabiliriz. Onda işçi bir geometrik cisim ile temsil edilmez; Geometrik şekillerle yontulmuş insan formuyla temsil edilir. Bu da Seiwert’i daha doğrudan, daha anlaşılır kılar.
Seiwert, birliğin getirdiği kuvveti, işçilerin hayatlarının geçtiği mekanlara ışık tutarak göstermeyi tercih eder. Endüstriyelleşme, yabancılaşma ya da üretim süreçleri de sanatçının önemle işlediği konulardır. İşçilerin bazen bir rakam, bazen suratsız bir model gibi resmedildiği bu tablolar elbette onunla karşılaşanın içinde çiçekler açtıran eserler değildir. Ancak öyle olması gerektiğini söyleyen kimdir?
DEJENERE SANATLA VEDA
Nazilerin iktidarı, Seiwert’in sağlık sorunlarıyla boğuştuğu bir dönemdir. Radyasyon kaynaklı yaralarının artması nedeniyle dostlarının da yardımıyla memleketinde tedavi görmeye başlar. Ancak doktorların tüm çabalarına rağmen 1933’de, oldukça genç bir yaşta hayata gözlerini yumar.
Eserlerinin önemli bir kısmı iktidarlarının zirvesindeki Naziler tarafından toplatılır. Ancak kendisinin görmediği bu dönemde, resimleri imha edilmeden önce son bir tur atarak tüm Almanya’yı 1937 yılında dolaşır. Nasıl mı?
Naziler, ‘dejenere’ diye damgaladıkları modernist sanat eserlerine el koyup, aşağıladıktan sonra bir kısmını yakıp yok etmiş, bir kısmını da satıp savmışlardı. Naziler, ekpresyonistler başta olmak üzere, ‘dejenere’ diye niteledikleri avangard sanat yapıtlarını müzelerden topladılar. Modernizmin Alman sanatını yozlaştırmaya yeltenenlerin bir komplosu olduğu fikrini yaymaya çalıştılar. Dejenere Sanat başlıklı (Die Ausstellung ‘Entartete Kunst’) bir gezici sergiyle 112 sanatçının 650 yapıtını önce Münih’de, sonra Berlin, Leipzig, Düsseldorf, Weimar, Halle, Viyana ve Salzburg’da dolaştırdılar. İbret olsun diye. Sergi fikri, Hitler’in gözde ressamı Adolf Ziegler ile Goebbels’den çıkmıştı. Yalnızca Münih’de iki milyon kişi sergiyi gezdi. Serginin düzenlendiği Arkeoloji Enstitüsü’nün mekânları dar ve karanlık oldukları için tercih edilmişti. Resimlerin çoğu çerçevelerinden sökülerek, asıldıkları duvarlara aşağılayıcı sloganlar yazılarak sergilendi.
Bu sergi başlı başına bir yazı konusu. Ama şimdilik bu kadarını aktarmakla yetinelim. Seiwert’in eserleri teknik yanıyla gerçek formların dışında olsa da tematik olarak hayatın gerçek kavgasını en somut haliyle bize gösteriyor. Toplumsal mücadeleleri ve sınıf kavgasını allayıp pullamadan, olduğu haliyle aktarıyor. Üstelik eserlerinde yer yer hissedilen ‘kasvet’ kendi hikayesini örten karanlık tülden ileri gelmiyor; Seiwert’e bunları çizdiren sınıflı toplum yapısının ta kendisi. Ne dünyayı ‘güzellik’ kurtaracak ne de bir insanı sevmekle de başlayacak her şey. Bu yüzden kavgayı ve hayatı en ‘çirkin’ yüzüyle görmek gerekiyor bazen. Hâlâ aynı sınıf kavgasında, hâlâ aynı saflar dövüşürken, Rubens’in aksine Seiwert’in eserlerinde delikler açılmayacak.
Kaynaklar ve daha detaylı bilgilerin yer aldığı adresler
https://libcom.org/article/art-weapon-franz-seiwert-and-cologne-progressives-martyn-everett
https://modernismmodernity.org/articles/hake-proletarian-emotion
https://www.e-skop.com/skopbulten/nazi-almanyasinda-avangard-dusmanligi/1855
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024
Lübnanlı komünist tutsak Abdallah: Geri çekilmek rezilliktir 30 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI