İsrail işgali altında Batı Şeria: ‘Filistinlilere karşı ilan edilmemiş bir savaş var’

'Kutsal İşgal' belgeselinin özel gösterimi için düzenlenen panelde bir araya gelen hak savunucusu, gazeteci ve akademisyenler, Gazze'de ateşkesin önündeki engelleri ve Batı Şeria'daki işgali anlattı.

Fotoğraf: AA
Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - TRT World’ün İsrail’in işgali altındaki Batı Şeria’daki yerleşimci şiddetini ‘Hilltop Youth’ isimli radikal grubun faaliyetleri üzerinden ele alan ‘Kutsal İşgal’ (Holy Redemption) belgeselinin özel gösterimi, 24 Ağustos Cumartesi günü İstanbul’daki Atlas Sineması’nda yapıldı. Filistinlilere yönelik hak ihlallerini ve yasadışı yerleşimcilerin Filistin topraklarının işgali için yeni bir yöntem olarak oluşturduğu ‘ileri karakolları’ görüntüler ve röportajlar eşliğinde aktaran belgeselin özel gösterimi, İsrail’in Ekim 2023’ten bu yana devam eden Gazze’ye yönelik saldırılarının da ele alındığı iki panelle başladı.

Panel ve konuşmaların ardından belgesel gösterimine geçilen etkinlik, İsrail’e petrol sevkiyatının eleştirildiği bir protesto gösterisine de sahne oldu.

AL-ARIAN: ÇÖZÜMÜ ETNİK TEMİZLİKTE BULDULAR

Fotoğraf: AA

Filistinli insan hakları savunucusu Issa Amro, Avustralyalı hak savunucusu Robert Martin, Filistinli akademisyen Sami Al-Arian ve İsrailli tarihçi ve siyaset bilimci Ilan Pappé, ilk oturumda, İsrail’in Filistin topraklarını işgalinin dünyada tetiklediği ahlaki krizi ve ateşkes ve barışın önündeki engelleri değerlendirdi. Gazeteci Paul Salvatori’nin moderatörlüğündeki ilk panelde konuşan Al-Arian, Gazze’de ateşkes sağlanamamasının temel sebeplerinin ne olduğu sorusuna yanıt verebilmek için özellikle Benjamin Netanyahu hükümetinin iktidara geldiği 2023’ten bu yana Siyonist hareket, ideoloji ve rejimin özünü anlamak gerektiğine dikkat çekti. Nekbe’den bu yana Filistin halkının maruz bırakıldığı hak ihlallerini, sürgünü ve mülksüzleştirmeyi hatırlatan Al-Arian, “Sonrasında Siyonist devletin doğasının ne olacağı konusunda bir tartışma oldu. Bence bu tartışma, 30 yılı aşkın süre önce, Oslo’dan sonra çözüldü. Orada iki devletli çözüm için fırsat vardı ama onu öldürdüler” diye konuştu. 

“Burada bir sorun olduğuna karar verdiler” diyen Al-Arian, sözlerini şöyle sürdürdü: “Büyük İsrail’i istiyorlardı ama halkın yarısından çoğu Yahudi değil, Filistinliydi. 'Onları ne yapacağız?' Bu, elbette hiçbir zaman cevaplanmamış bir soruydu. İki devletli çözüm istemiyorlardı. Topraklardan vazgeçmeyeceklerdi. Dolayısıyla ya dünyanın zaman içinde kabul etmeyeceği bir Apartheid devletinde yaşamak zorunda olacaklardı ya da geriye kalan Filistinlileri etnik temizliğe maruz bırakacaklardı." Bu noktada bulunan ‘çözümün’ etnik temizlik olduğunu vurgulayan Al-Arian, Gazze’de yaşananlara işaret ederek “Son on ayda şahit olduğumuz da bu” ifadelerini kullandı. 7 Ekim’de yaşananların ‘güçlü İsrail ordusu’ imajını yıktığını anlatan Filistinli akademisyen, İsrail’in bu imajı yeniden oluşturmaya çalıştığına işaret ederek en başta sorulan soruyu tek bir cümlede şöyle yanıtladı: “Ateşkes istemiyorlar çünkü amaçlarına siyasi ve askeri olarak ulaşabilmiş değiller.”

AMRO: SAVAŞI BİTİRMESİ İÇİN İSRAİL’E CİDDİ BİR BASKI UYGULANMIYOR

Al-Arian’ın ardından söz alan Filistinli hak savunucusu Amro, ABD Başkanı Joe Biden’ın da ateşkesten bahsettiğine ancak aynı zamanda İsrail’e silah sevkiyatını sürdürdüklerine dikkat çekerek hiçbir ülkenin savaşı bitirmesi için İsrail’e ciddi bir baskı uygulamadığının altını çizdi. “Gazze’de ilan edilmiş bir savaş, bir soykırım var” diyen Amro, sözlerini şöyle sürdürdü: “Aynı zamanda Batı Şeria’da da bir transfer ve bölme politikası, Filistinlilerin hayatını daha da perişan hale getirme, onları belirli bölgelerden çıkarma politikası var. Batı Şeria’da Filistinlilere, Filistin kimliği ve kültürüne karşı bir çeşit ilan edilmemiş bir savaş söz konusu. Sizi fiziksel olarak evinizden çıkarmasalar da kalmanızı imkansız hale getiriyorlar.”

7 Ekim sonrasında Batı Şeria’daki durum hakkında kadınlar için ayrı bir parantez açmak gerektiğinin altını çizen Amro, “Artık İsrailli askerlerle daha fazla karşı karşıya geliyorlar, bazen hatta cinsel taciz de söz konusu oluyor” diyerek son 10 ay içinde kontrol noktalarında, hem kadın hem erkek hapishanelerinde ve ev baskınlarında çok fazla cinsel taciz vakasının olduğunu anlattı. Dünyadaki Filistin’e destek hareketlerinin kendilerini biraz da olsa iyimser kıldığını söyleyen Filistinli hak savunucusu, “Ben hükümetlere, ateşkes hakkında konuşanlara inanmıyorum. İsrail’in cezasızlığını konuşmalıyız. Bu, uluslararası toplum nezdinde İsrail’in cezasızlığına son vermekle ilgili. Buradaki asıl mesele temel olarak İsrail’in cezasızlığı. Bu insanlar fark yaratıyor. Dünya çapındaki hareketler fark yaratıyor” dedi. 

İsrail’in tüm dünyanın dikkatinin Gazze’de olmasını kullandığına işaret eden Amro, “Bunu Filistinlilerden daha fazla toprak almak için, onları insanlıktan çıkarmak için kullanıyorlar. Maalesef sahada kazanmak ve Batı Şeria’yı İsrail’e ilhak etmek için Arap ülkelerinin ve pek çok Orta Doğu ülkesinin güçsüzlüğünü kullanıyorlar” diye konuştu. 

PAPPÉ: UCM VE UAD’NİN SİVİL TOPLUMUN TARAFINDA OLMASI ÖNEMLİ

İsrailli tarihçi ve siyaset bilimci Pappé de dünya çapında Filistin’e desteği diğer küresel hareketlerden ayıranın ne olduğu sorusuna verdiği yanıtta, mevcut dayanışma hareketini geçmişten farklı kılan iki etmen olduğunu anlattı. İlk olarak şu an dünyadaki desteğin çok daha kapsayıcı olduğuna, aralarında azınlıklar ve lobi grupları da olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerini kapsadığına işaret eden Pappé, ikinci etmenin ise bu hareketin etki yaratma kabiliyeti olduğunu belirtti. Sivil toplumun çoğunlukla Filistin, siyasi elitlerin ise çoğunlukla İsrail yanlısı olduğu tespitinde bulunan Pappé, Uluslararası Adalet Divanı (UAD) ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) bu ikisi arasında bir çeşit orta noktada olduğunu belirterek, “Burada önemli olan, (bu iki mahkemenin) İsrail’in politikalarını tarif etmek için Gazze Şeridi’nde soykırım, Batı Şeria’da etnik temizlik ve Apartheid dilini kullanırken siyasi elitlerin değil sivil toplumun tarafında olmaya karar vermeleri. Bu, daha önce söz konusu olmayan önemli bir değişiklik. Bence bu, dünya siyasetinin İsrail devletini ele alma şeklinde gitgide artan bir değişim olduğunu gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu.

MARTIN: 7 EKİM’İN BU KADAR UZUN SÜRMESİNE ŞAŞIRDIM

Pappé’nin ardından söz alan Avustralyalı hak savunucusu Martin, Filistinlilere seslenerek başladığı konuşmasında, “Dünya sizi hayal kırıklığına uğrattığı için, bu kadar çok kan döküldüğü ve hükümetlerimiz sizi suçladığı için üzgünüm… 7 Ekim, İsrail için sonun başlangıcı. Dünya, İsrail’in ne olduğunu gördü” dedi. İsrail’in iddia ettiği gibi bir demokrasi olmadığını, aksine açıkça ırkçı olduklarını söyleyen Martin, El Halil (Hebron) kentinde gördüklerinin ve yaşadıklarının kendisini nasıl ‘sonsuza kadar değiştirdiğini’ anlattı. 6 yaşındaki kızı İsrailli yerleşimciler tarafından arabayla ezilerek öldürülen bir ailenin yas tutmasına dahi izin verilmediğini, yerleşimcilerin ise bugün aynı sokakta özgürce dolaşabildiklerini söyleyen Martin, “Cezasızlık… Batı medyası size İsrail’in var olma ve meşru müdafaa hakkı olduğunu söyleyecektir. Filistinlilerin meşru müdafaa hakkı var. Direnmek için her türlü hakka sahipler. 7 Ekim’in bu kadar uzun sürmesine şaşırdım” dedi. 

MATTÉ: İSRAİL’İN MEŞRU MÜDAFAA HAKKI DEĞİL YÜKÜMLÜLÜKLERİ VAR

Etkinlikteki ikinci panelde ise Gazze’deki Şifa Hastanesi’nde çalışmış olan Filistinli-Kanadalı hemşire Ahmed Kouta, İsrailli gazeteci Gideon Levy, ABD’li gazeteci Aaron Matté ve ABD’li hak savunucusu ve gazeteci Medea Benjamin, Efnan Han’ın moderatörlüğünde, İsrail’in ‘propaganda aygıtının yaydığı yalanlar’ ve dezenformasyon karşısında sahada şahit olunan gerçekleri konuştu. İkinci oturumda ilk olarak söz alan gazeteci Matté, “İsrail’in propagandası hakkında ilk olarak şunu söylemek gerekir ki bunlar doğru bile olsaydı yine de İsrail’in Gazze’ye tek bir kurşun bile sıkmasını meşrulaştırmazdı. Çünkü İsrail işgalci bir güç ve işgalci bir güç olarak İsrail’in meşru müdafaa hakkı yok, yükümlülükleri var. Eğer işgalci güç değilseniz de o zaman yükümlülüğünüz işgale son vermektir” diye konuştu. 7 Ekim’e ilişkin cinsel saldırı iddiaları için kanıt olmadığını ve bu iddiaların sonrasında çöktüğünü söyleyen Matté, söz konusu iddiaları gerçekler olarak kamuoyuna sunan yerleşik basın kuruluşlarının ‘kendini düzeltme’ yoluna gitmediğini anlattı. Gazeteci, “ABD’deki ana akım medya, özellikle 7 Ekim’den bu yana İsrail’in yazmanı olarak çalışıyor” eleştirisinde bulundu. İsrail propagandasının amacının çok açık olduğunu söyleyen Matté, “Amaç şu: Hamas ve Filistinlileri öyle barbar, öyle şeytanmış gibi lanse edelim ki onlarla müzakere edilemesin, ateşkes olamasın, bu insanlar bu kadar korkunç suçlar işledikleri için Gazze’ye girip tamamını yerle bir etmekte bir sorun olmasın. Tüm bu iddiaların yanı sıra ironik olan şu ki bunlar esasında İsrail’in gerçek suçlarının üzerini örtmek için kullanılıyor. Çünkü kim gerçekten cinsel saldırıda bulunuyor? Kim olduğunu biliyoruz” diyerek İsrail’e işaret etti.

PANEL PROTESTOYLA BÖLÜNDÜ: ‘SİYONİSTLERİ BESLEMEYİ BIRAK’

İkinci oturuma çevrimiçi bağlanan İsrailli gazeteci Gideon Levy’nin söz alacağı sırada iki eylemci, protesto gösterisi düzenledi. Filistin İçin Bin Genç platformundan eylemciler, salonun üst katında, “Erdoğan, Siyonistleri petrolle beslemeyi bırak! Soykırıma suç ortaklığına son verin” yazılı pankart açtı. Dinleyiciler arasından protestoculara tepki gösterenler de olurken, eylemciler daha sonra görevliler tarafından salondan çıkarıldı. 

LEVY: BAZI İSRAİLLİLER FİLİSTİNLİLERE OLANLARLA GURUR DUYUYOR

Eylemin ardından konuşan Levy, 7 Ekim’den sonra yaşananları şu sözlerle değerlendirdi: “İsrail halkına olan şu: Solculardan sağcılara, sağcılardan ırkçılara neredeyse tüm toplum, 7 Ekim’den sonra İsrail’in herhangi ahlaki ya da hukuki sınır olmadan her istediğini yapma hakkı olduğuna inanıyor. ‘Sınır gökyüzü ya da sınır cehennem ve biz her istediğimizi yapabiliriz.’ Buradan çıkarılacak ikinci sonuç ise İsrail kamuoyunun artık umursamaması. İsrail kamuoyu, artık Filistinlileri umursamıyor; bilmek ya da duymak istemiyorlar. Umurlarında değil. Bazıları Gazze’deki Filistinlilere olanlardan mutlu bile. Bazıları çok gururlu çünkü bunu hak ettiklerini düşünüyorlar. Bu, çok korkunç çünkü gerçekten delirmiş bir toplumla karşı karşıyayız. Şurası da aşikar ki medya çoğu zaman bunun en büyük işbirlikçisi. Gazze’den hiçbir şey göstermiyorlar çünkü izleyicileri ve okurları rahatsız etmek istemiyorlar. Memnun ve mutlu olmalarını istiyorlar, tüm bu sorularla rahatsız olmalarını değil. Dolayısıyla İsrail kamuoyu ve medyası şu anda en düşük noktasında.”

KOUTA: GAZZE’DEKİ HER HANE SEVDİĞİ BİRİNİ KAYBETTİ

İsrail’in saldırılarıyla yerle bir ederek hizmet dışı bıraktığı Gazze Şeridi’nin en büyük sağlık tesisi Şifa Hastanesi’nde hemşire olarak çalışmış olan Kouta, panelde yaptığı konuşmada, Şifa Hastanesi’nin Gazze Şeridi’ndeki sağlık sisteminin kalbi olduğunun altını çizdi. 7 Ekim’den sonra yaşananları anlatan Kouta, şöyle konuştu: “Şifa Hastanesi’ne girdiğimizde gördüğümü hatırladığım ilk şey iş arkadaşımın yüzü. Doktordu ve herhangi bir hasta almamıştı. Babası ve erkek kardeşini getirmişler. İkisi de şehit olmuş. Saldırının şiddeti yüzünden onları teşhis edip edemeyeceğini bilmiyordu. 40 yaşında olduğunuzu, hayatınız boyunca babanızı ve kardeşinizi ne kadar uzun süre boyunca gördüğünüzü ama Gazze’deki yerleşim yerlerine saldırıların vahşeti yüzünden onları teşhis edemediğinizi düşünün… Ve maalesef şunu söyleyebilirim ki sağlık sektöründeki insanların çoğu böyle bir şeyle karşı karşıya kalmıştır çünkü Gazze’deki her hane sevdiği birini kaybetti.”

BENJAMIN: FİLİSTİNLİLERİN 2 DAKİKA BİLE KONUŞMASINA İZİN VERİLMEDİ

İkinci oturumda son olarak söz alan ABD’li hak savunucusu ve gazeteci Benjamin, elinde “Gazze’nin yaşamasına izin verin” yazılı pembe bir kalp şeklinde bir döviz taşıdı. ABD’deki siyaset ve kamuoyu hakkında değerlendirmelerde bulunan Benjamin, Kongre’de 7 Ekim’den önce her şeyin çok güzel ve barışçıl olduğunu söyleyen insanlar ile karşılaştıklarını anlatarak, “Biz 7 Ekim’den önce durumun barışçıl olmadığını söylüyoruz” dedi. “İsrail, şu an ve şu ana kadar yaptıklarını, silahların çoğunu veren ABD’nin desteği olmadan yapamazdı” diye konuşan Benjamin, 5 Kasım’daki başkanlık seçimlerine işaret ederek hem Demokratların hem de Cumhuriyetçilerin İsrail konusunda korkunç bir tutumları olduğunu söyledi. Demokrat Parti’nin başkan adayı Kamala Harris’in bir değişim yaratabileceğine yönelik bir görüş olduğunu hatırlatan Benjamin, geçen hafta düzenlenen Demokrat Parti Kongresi’ne katıldığını anlatarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Kongre binası önünde bir grup Filistinlinin başlattığı oturma eylemi, gece de devam eden bir eyleme dönüştü. Çünkü sağlanması çok basit bir şey istiyorlardı. Kongrede Filistinli bir Amerikalının 2 dakikalığına sesinin duyulmasını talep ediyorlardı. O etkinlikte İsrailli rehinelerin, Cumhuriyetçilerin, CEO’ların sesi duyuldu. Herkes bunun çok büyük bir çadır olduğundan bahsediyordu. Ama o çadır, bir Filistinli Amerikalının 2 dakikalık konuşması için yeterince büyük değildi.”

ABD’de özellikle öğrencilerin düzenlediği eylemlerden bahseden Benjamin, “İsrail’e daha fazla silah sağlanmaması, İsrail’le daha fazla ticaret yapılmaması, bu baskıcı Apartheid rejimine daha fazla destek verilmemesi ve Filistin’in özgür olması için taleplerimizi dile getirebilmemiz adına küresel bir eylem günü oluşturmalıyız” diye konuştu. 

Panellerin ardından TRT Genel Müdürü Mehmet Zaid Sobacı’nın konuşmasıyla devam eden etkinlik, ‘Kutsal İşgal’ belgeselinin gösterimi ve ödül töreni ile sona erdi.