YAZARLAR

Israrlı takip ve Diyanet Akademisinin topluma musallat edilişi

Diyanet Akademisi öyle masum bir eğitim kurumu filan değil. Bütçesi alabildiğine arttırılmış, yetki alanı ve görev genişletilmiş, kamu yönetiminin her alanında bir şekilde söz ve karar sahibi kılınmış Diyanet İşleri Başkanlığının, din görevlilerinin eğitiminde de tek söz sahibi kılınmasıyla “Vatikanlaşması” teklifini kabul ettiler demektir.

Hani toplumda infial yaratan kadına yönelik erkek şiddeti vakalarından sonra adet olduğu üzere hep bir ağızdan o saçma sapan “cezaları ağırlaştırma” söylemi yükselir ya iktidarın yasa teklifi de bu denli sığ. Çözüm içermeyen, hamaset ve hamakat yüklü teklif, sağlıkta şiddeti de içerdiği halde, Meclis Sağlık Komisyonu tali komisyonlardan birisi olduğu halde görüşülmeye değer bulunmadı. Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu (KEFEK) ise Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik içeren yasa teklifinin maddelerini görüşmek yerine “tali komisyonuz bizim yapacağımız bir şey yok bir an önce geçirelim bitsin” söylemleriyle ele aldı. Ancak bununla da yetinilmeyip 6284 sayılı şiddet yasasında değişiklik gerektiği yönünde görüş atıldı ortaya. Teklifte 6284 sayılı şiddet yasasına atıf yapılmayışını tehlikenin habercisi olarak değerlendirmiştim henüz komisyon görüşmeleri başlamadan önceki bir yazımda ve AKP milletvekili Öznur Çalık baklayı ağzından çıkardı. Şiddet yasası yürürlüğe girişinin onuncu yıldönümünde bir bahaneyle delinmek isteniyor. Hem nasıl ucuz bir bahane olduğunu kısaca anlatayım artık güler misiniz ağlar mısınız siz karar verin. Bahane ısrarlı takip suçuyla ilgili…

Kadına yönelik erkek şiddetiyle mücadele için çok büyük adım atıldığı algısı yaratmak için “ısrarlı takibi suç haline getirme” iddiasıyla düzenlemişlerdi bu teklifi ve bazı suçlarda cezaları ağırlaştırma illüzyonu eklemişlerdi. Tam bir gözbağcılığı mahareti sayılabilecek bu yasa teklifinde şiddetin adı ısrarlı takip olarak kullanılıyor. Ancak İstanbul Sözleşmesi’nde “taciz amaçlı takip” olarak kavramsallaştırılan aynı eril şiddet biçimi, şiddet yasasında ise “tek taraflı ısrarlı takip” kavramı ile yer alır. On yıldır yürürlükte olan 6284 sayılı yasada yer almış haliyle ve yasaya atıf yapılarak teklife eklenmesi gerekirdi. Bu yapılmadı. Yasadaki kavram kullanılmadı. On yıl sonra hazırlanan değişiklik teklifinde salt ısrarlı takip olarak yer alması meğer bir kurnazlıkmış. KEFEK görüşmeleri sırasında tartışma yaratan Öznur Çalık’ın sözleriyle açığa çıktı bu kurnazlık. Komisyondan alelacele geçince hemen yasalaşmış kabul ediyor olmalı ki “şimdi sıra 6284 sayılı yasayı düzenlemeye geldi” deyivermiş. Tabi bu söz üzerine “6284’e dokunamazsınız” itirazları yükselince “ama yasadaki tek taraflı ibaresinin çıkarılması gerekir” bahanesi ortaya atılmış. Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) tam da bu bahaneleri önceden görme becerisi sayesinde aylardır “yasalara dokunma uygula” diyor. Her dokunuşun masum ve iyi niyetli olmadığı, arkasında nice gizli emeller yattığı biliniyor çünkü.

Hafta içinde teklif asli komisyon olarak Adalet Komisyonunda görüşülecek. Komisyona kadın örgütleri çağırılmalı. Muhalefet vekilleri, görüşüne başvurulması gerektiğini düşündükleri kişi ve örgüt isimlerini komisyon başkanına iletmeli ve başkan davet etmeli listedeki isimleri. Ancak tali komisyonlarda görüşülmeden geçirilen teklifin asli komisyonda da benzer şekilde hızlıca kabul edilmesi için çaba harcanacağı ve bu nedenle konunun taraflarını dinlemeye Başkanın ihtiyaç duymayacağı tahmin edilebilir. Zira iktidar partisi içinde de ısrarlı takip suçuna yönelik itirazlar olduğunu Duvar Arkası haberinden biliyoruz. Israrlı takip için “suç sayılırsa seçmen bizim yüzümüze bakmaz” diyen AKP’li vekiller, Adalet Komisyonunda değişiklik önergesi verebilir. Kadına musallat olmayanı “erkek” saymayan bir zihniyetin ifşası olan bu itiraz komisyon sürecinde karşımıza çıkabilir.  Halk arasında sık kullanılan ismiyle musallat olmayı ifade eden ısrarlı takip suçunun, teklif kapsamından çıkarılması için böyle bir önerge verilmesi ihtimal dahilinde.

Ve bir de o ağızdan çıkarılan baklaya dikkat edilmesi gerekir. Komisyon görüşmeleri sırasında güya yasaların uyumlaştırılması kılıfıyla 6284’e ilişkin değişiklik önergesi gelme ihtimali hiç yabana atılmamalı.  Nitekim teklif, Türk Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik şeklinde isimlendirildiğinden o “bazı kanunlar” ifadesi geniş yorumlanarak 6284’e kadar uzanabilir iktidar vekillerinin aklında. En büyük risk ise TCK 103 ile ilgili. “Küçüğün rızası” diyebilen kişi tekrar Adalet Bakanı olduğu için Adalet Komisyonu görüşmelerinde vekillerin özellikle dikkat etmesi gereken 103’üncü maddeye ilişkin gelebilecek bir önerge meselesidir. Neredeyse Meclisten geçecek her bir yasal değişiklik kadınlara yönelik devlet şiddeti anlamına geliyor. Yıllardır teyakkuz halinde yaşayışımızın nedeni bu devlet şiddeti.

Komisyondaki muhalefet vekillerini uyarma ihtiyacı duyuyoruz çünkü uyarmadığımızda, kadınlar kıyameti koparmadığında neler olduğunu geçen hafta gördük. Israrlı takibe iktidar tarafından mevcut kanun maddesi uygulanmak yerine yeni kanun icat edilişini konuşurken, öte yandan Diyanet Akademisi sessizce toplumun başına musallat edildi. HDP vekillerinin bile sadece çekimser kalabildiği Diyanet Akademisi teklifi oylamasında 22 CHP, 14 İyi Parti vekili olumlu oyu kullanmasa, oturuma katılan Cumhur İttifakı vekillerinin sayısı yetmeyeceği için yasalaşmayacaktı. Diyanet Akademisi, Osmanlı’nın bile son yüzyılında kurtulmaya çalıştığı o “şerriye sınıfı” imtiyazlarını yeniden ihdas edecek bir düzenleme ile din görevlilerinin o eski sınıfsal kibrini ihya etmeyi hedefliyor. Bu ülke insanına “din yorgunluğu” egemen oldu. Dindarlar bile din yorgunluğundan mustarip.  İktidarın dümen suyunda muhalefet etmekle siyasi başarı kazanacağı zehabına kapılmış muhalefet ise gündelik hayatın her anında dini referansla bunaltılmış toplumu anlamaktan uzak kalmış ki din görevlilerine imtiyaz verilmesini ‘evet’ oylarıyla onayladılar. Muhalefet evet oyu vermese iktidar, yeniden şerriye sınıfı yaratma girişimini başaramayacaktı.

Ah bu Türkiye siyasetindeki erkek aklı ne zaman iflah olur bilinmez. Hem kadınların siyasette eşit temsil hakkı için gereken önlemleri almaz, hem az sayıdaki kadın politikacıyı karar mekanizmasından uzak tutar hem de kadın sivil toplum örgütleri uyarmadığı takdirde karşısına çıkan her işi eline yüzüne bulaştırır erkek siyaseti. Kadınlar ve kadın örgütleri 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ile meşgulken; şiddetle mücadele adı altında sunulan TCK değişiklik teklifini incelemeye gömülmüşken; İstanbul Sözleşmesi için verilen hukuksuz fesih bildiriminin iptali için açılan davalara Danıştay’dan gelen duruşma tarihine ve savunma stratejilerine odaklanmışken; 25 Kasım, 8 Mart ve İstanbul Sözleşmesi eylemlerine katılan kadınlara yönelik polis şiddeti, gözaltı, tutuklama ve davalara dikkat kesilmişken; erkek siyaseti bir çırpıda Diyanet Akademisi kuruverdi. Aymazlığın bu derecesi olacak iş değildi ama oldu. İktidar otoriter yasa yapım yöntemiyle getireceği yasal düzenlemeler için demokratik görüş toplama ve müzakere yöntemlerini uygulamıyor. Peki muhalefete ne oluyor? Güçlendirilmiş parlamenter sistem için uzlaşmış olan partiler, üçüncü ittifak adıyla kamuoyuna mal olmuş ve demokratik tutumla kendilerini tanımlayan partiler nasıl olur da iktidarın antidemokratik tutumunu boşa çıkarmak için mecliste oylama aşamasına gelmeden önce teklifleri sivil toplumla paylaşmaz ve görüş toplayarak demokratik yasa yapma yöntemini, kendi muhalif tutumlarını belirlemek için uygulamazlar?

Muhalefette iken demokratik, eşitlikçi tutumla yasama görevini icra etmek için sivil toplumdan görüş toplama taktiğini kullanabilse bu partiler, iktidar böylesine sessiz sedasız sosyal mühendislik projeleri gerçekleştiremez. Diyanet Akademisi kurma teklifi kamuoyuna duyurulsa, toplumda tartışılsa, muhalefet sadece bu kadarını başarabilse bu denli riskli bir kurum oluşturulamayabilirdi. Ama bizim muhalefet bırakın topluma duyurup kamuoyunda tartışılmasını sağlama becerisini sergilemeyi gidip sessiz sedasız kabul etmeyi seçmiş. Neyi kabul ettiklerinin bile farkında olmayabilirler. Söyleyelim. Diyanet Akademisi öyle masum bir eğitim kurumu filan değil. Bütçesi alabildiğine arttırılmış, yetki alanı ve görev genişletilmiş, kamu yönetiminin her alanında bir şekilde söz ve karar sahibi kılınmış Diyanet İşleri Başkanlığının, din görevlilerinin eğitiminde de tek söz sahibi kılınmasıyla “Vatikanlaşması” teklifini kabul ettiler demektir. Parlamento onayıyla ihdas edilen bu kurum İslam’da kendiliğinden oluşmuş bir ruhban sınıfı anlayışının kurumsallaşması işlevini üstlenir. Dine de vatana millete de hayırlı olacak bir iş değil. Partileri, politikacıları, parlamentoyu kendi başına bıraktığımızda başımıza geleni görünce Adalet Komisyonu üyeleri ve tüm vekiller için EŞİK gönüllüleri tarafından hazırlanan TCK teklifine dair kapsamlı bilgi notunu buraya bırakmakta yarar var.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.