İstanbul Barosu'nda değişimin ayak sesleri
Değişim isteğini ortaya koyan dip dalganın bu kez kendisini İstanbul Barosu Genel Kurulu'nda da hissettireceğine inanıyoruz. Tüm meslektaşlarımızı bu değişimin bir parçası olmaya davet ediyoruz.
İstanbul Barosu Genel Kurulu 19-20 Ekim tarihlerinde yapılacak. Yirmi iki yıldır Baroyu yöneten “Önce İlke” grubunda bu seçim döneminde de yeni bir kriz yaşanmakta. Baro yönetiminin fiilen ikiye bölünmesi sonrasında mevcut başkan ve yardımcısı aynı grup ismiyle ancak iki farklı listeyle seçime girecek. 2002 yılından bu yana iktidarda bulunan “Önce İlke” grubundaki mental yorgunluklar, başarısızlıklar ve kişisel çekişmeler söz konusu ayrışmaları derinleştirmekte.
İktidarda bulundukları süre boyunca her dönem bir öncekini mumla aratan bir yönetim zihniyetiyle ülke tarihinin önemli toplumsal muhalefet kurumlarından biri olan İstanbul Barosu'nu etkisiz, tepkisiz ve pasif bir yapıya büründüren anlayışın yaşadığı iç sorunlar bu anlamıyla şaşırtıcı değil. Mevcut başkan ve yardımcısının ayrı iki listeyle seçime girmesinin arka planında neler olduğu “gizemini” korumakta ise de son iki yıllık dönemde birbirlerinin herhangi bir fikir, eylem ve duruşlarını eleştirdiklerine dair kamuoyuna yansıyan bir bilgi yok. Bu haliyle “Önce İlke” içerisinde fikri bir ayrışmadan ziyade koltuk kavgasının yaşandığını söylemek yanıltıcı olmaz. Ülkemizin yaşadığı gerici dönüşüm ve yıkım karşısında neredeyse hiçbir mücadelenin etkin parçası olmamayı tercih eden bir zihniyetin günün sonunda iç kavgalara gömülmesi ise siyasetin doğal sonuçlarından.
Kadın cinayetleri, iş cinayetleri, ekolojik yıkım, kentsel dönüşüm, politik davalar, genel olarak toplumsal muhalefete ve özelde avukatlara yönelik tutuklama dalgaları, iktidarın işlediği suçlar, şirketlerin ülkeyi yağmalaması gibi sayılabilecek onlarca başlığın neredeyse hiçbirinde İstanbul Barosu'nun güçlü, kararlı ve aktif bir mücadeleye girişmemiş olması hafızalarımızdaki yerini koruyor. Yargının, iktidarın tastamam bir aparatına dönüştüğü, Anayasanın, kanunların ve mahkeme kararlarının fiilen uygulanmaz hale geldiği bir süreç boyunca İstanbul Barosu yönetimlerinin tavır, tutum ve eylemliliklerinin sınıfta kaldığı tartışmasız.
Adaletsizliklerin ülkenin en temel sorunu olduğu tartışmasızken, önemli tüm dönemeçlerde kafalarını gömdükleri kumdan çıkartmayanların, genel kurul kapıyı çaldığında bir kez daha Baroyu yönetmeye talip olmaları da kenara not edilmeli. Bugüne kadar yapılmayanların, hataların ve eksikliklerin tek bir özeleştirisi verilmemişken, seçim öncesi verilen “sözlerin” ve önerilen “projelerin” birçoğunun neden hayata geçirilmediği gibi konular ise sümen altı edilmeye devam ediyor.
Yaşadığımız, okuduğumuz ya da gördüğümüz her konu hukuksuzluklarla öne çıkarken İstanbul Barosu'nun bu gelişmelere verdiği refleks ise çeşitli yollarla “kınama” yapmakla yetinmek şeklinde. Kimi zaman tweet atarak, video çekerek yapılan kınamalar, nadiren de olsa adliye önünde eylemli olarak ancak etkisiz basın açıklamaları şekline bürünebiliyor. 66 bin üyesi bulunan bir meslek örgütünün kendi üyelerini harekete geçirememesinin nedeni ise katılımcılığın tamamen ortadan kaldırılarak Baroyu dar bir ekiple yönetme hırsı ve tercihi olduğu su götürmez bir gerçek. Peki bunca hukuksuzluğun ve adaletsizliğin yaşandığı bir ülkede dünyanın en büyük barolarından biri olmakla övünen İstanbul Barosu'nun bugüne kadar etkili, sonuç alıcı, kitlesel ve akılda kalan tek bir sözünün, eyleminin veya duruşunun olmaması nasıl izah edilebilir ? İktidara geldikleri 2002 yılından itibaren Baro'yu dar grupçu bir yaklaşımla yönetmekle övünen, katılımcılığı yok edip mücadele etmeyi değil oturduğu yerden seslenmeyi tercih eden bir siyasal zihniyetin başka bir sonuca ulaşması söz konusu da olamazdı zaten.
Baro'nun pasifizmi sadece siyasal konularda değil, bir o kadar ve hatta daha fazlası mesleki sorunlarda da aynı şekilde karşımıza çıkıyor. Avukatların her geçen gün yoksullaşması, işçi avukatların çalışma saatleri ve koşullarındaki kötüye gidiş, adliyelerde yaşanan sorunlardaki artış, meslek içi eğitimlerin yetersizliği, avukatların karakol ve cezaevlerinde yaşadıkları sorunların çoğalması ve daha onlarcası sıralanabilecek konularda Baro'nun etkisizliği kendisini tüm çıplaklığıyla göstermekte. İktidarın politik meselelerdeki saldırılarının karşısında utangaç ve çekingen bir tavır sergileyenlerin, mesleğe dönük saldırılarda da aynı tavrı sürdürmesi tutarlı ve şaşırtıcı değil. Bu yaklaşımın, tıpkı politik meselelerle mesleki meseleler arasındaki bağı ve bütünlüğü gözden kaçırarak “Baro politik konularda konuşmasın sadece mesleki konularda konuşsun” şeklindeki apolitik yaklaşımın başka bir düzlemdeki simetriği olduğunu söyleyebiliriz.
Baro yönetimine eleştirilerimizi sıralamakla birlikte meslek örgütümüzün bu hale gelmesinde bizlerin de sorumluluğunu ortaya koymaksızın ve özeleştiri yapmadan devam etmek samimi olmaz. Muhalif avukat grupları ve kişiler olarak sıralanan tüm bu başlıklarda gerekli ve yeterli örgütlenmeyi yapamamış olmak, baro yönetimlerini harekete geçirici yeterli basıncı oluşturamamamız ve nihayetinde geçmiş genel kurullarda gerçek bir alternatif olarak seçimleri kazanamamanın sorumluluğunu üstlenmek de boynumuzun borcu.
Hak mücadelesi ve toplumsal muhalefetin bir parçası olan avukatlar ve hukuk örgütleri olarak yukarıdaki eleştiri/özeleştiri bütünlüğü çerçevesinde bir süredir yürütülen tartışma ve değerlendirmeler sonucunda 2024 yılı Genel Kurulu'nda muhalefetin dağınık ve parçalı haline son vererek, dar grupçu yaklaşımlardan uzak, katılımcı ve mücadeleci bir baronun yeniden inşası için geçtiğimiz Ağustos ayında bin iki yüz civarında avukatın ortak imzasıyla Av. Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu’nun bu dönem baro başkan adayı olması için bir çağrıda bulunulmuştu. Sayın İbrahim Kaboğlu da bu çağrıya olumlu yanıt vererek sorumluluk almış ve başkan adaylığı çağrısını kabul etmişti. “Değişim İçin Avukatlar” bu çağrıyı büyüterek yirmi iki yıllık başkancı yönetim anlayışını sona erdirip yerine katılımcı ve kolektif bir yönetim anlayışının yeniden hayata geçirilmesi için yola çıktı.
Ülkemizdeki adaletsizliklerle cesur ve kararlı bir şekilde mücadele edecek, meslek sorunlarına da duyarsız kalmayacak bir anlayışın yeniden hayata geçmesi için önemli bir değişimin eşiğindeyiz. Bu eşiğin aşılması sadece avukatların değil tüm toplumsal muhalefetin önünü açacağı gibi, yurttaşların hak arama mücadelesinde de etkin sorumluluk alacak bir İstanbul Barosu halkın adalet arayışında önemli bir yerde duracak.
Değişim, bizim için sadece bir seçim sloganı değil aynı zamanda durduğumuz yeri ve meselelere bakışımızdaki farklılığımızı da ortaya koyan önemli bir talep. Yıllardır çözülmeyen ve her geçen gün artan mesleki sorunlar ile ülkedeki adaletsizliklerin geçiştirildiği bir baro yerine sözünü, eylemini ve on binlerce avukatın gücünü esirgemeden mücadele edecek bir baroyu kurmaya yakınız. Gezi direnişinde de yerel seçimlerde de değişim isteğini ortaya koyan dip dalganın bu kez kendisini İstanbul Barosu Genel Kurulu'nda hissettireceğine inanıyoruz. Değişimin ayak sesleri yükselmeye devam ediyor ve bizler bu sese kulak veriyor, tüm meslektaşlarımızı bu değişimin bir parçası olmaya davet ediyoruz.