İstanbul müzakereleri ve uluslararası garantörlük
İstanbul’da her şeye rağmen küçük bir umut ışığı belirdi. Ukrayna tarafı masaya ayrıntılı bir barış önerisi sundu ve Rus tarafı da bunun inceleneceğini ve yanıtlanacağını vadetti.
Hakan Okçal*
İSTANBUL MÜZAKERELERİ TÜRK DİPLOMASİ GELENEĞİNİN ÖNEMİNİ BİR KEZ DAHA GÖSTERDİ
Rusya ve Ukrayna arasında bir süredir elektronik ortamda yürütülen heyetler arası müzakerelerin bu defa İstanbul’da yüz yüze gerçekleştirilmesi ve heyet temsilcilerinin basına yaptıkları açıklamalar uluslararası alanda ihtiyatlı bir iyimserliğin doğmasına yol açtı.
10 Mart’ta Antalya’da gerçekleşen, Mevlüt Çavuşoğlu’nun da katıldığı Dışişleri Bakanları Lavrov ve Kuleba arasındaki görüşmeden sonra, Türkiye’nin bu kez 29 Mart’ta heyetler arası müzakerelere İstanbul’da ev sahipliği yapabilmiş olması başlı başına bir başarı sayılmalıdır. Bu başarının arkasında Cumhurbaşkanı Erdoğan kadar, iktidar tarafından “monşer” yakıştırmasıyla toplum nezdinde yıpratılmaya çalışılan köklü Türk diplomasi geleneğinin çabalarının olduğu inkar edilemez. Yıllar içinde ulusal deneyimlerle şekillenen, altında kurucu lider Atatürk’ün ve İnönü’nün unutulmaz katkıları bulunan (Lozan, Montrö, Balkan Antantı, İkinci Dünya Savaşı dönemi) diplomasi geleneğimizin önemi bu vesileyle bir kez daha anlaşılmış oldu.
KOLAYLAŞTIRICILIK MI ARABULUCULUK MU?
Cumhurbaşkanı Erdoğan müzakereler öncesinde Türkiye’nin çabalarının niteliği hakkında “kolaylaştırıcılık” (third party facilitation) tanımını kullanarak bu konuya nihayet açıklık getirdi. Daha önce Saray’dan yapılan açıklamalarda ve basında (küçük bir azınlığı hariç tutarsak-var mı?) Türkiye’nin girişimleri özensiz bir dil kullanılarak "arabuluculuk" (mediation) olarak tanımlanıyordu.
Aslında tarafsız ve güvenilir bir üçüncü tarafın anlaşmazlıklarda üstlendiği bu iki diplomatik rol arasındaki sınırı tanımlamak çoğu zaman güçtür. Buna rağmen “kolaylaştırıcılık” anlaşmazlık içinde olan tarafların ortak bir çözüme ulaşmalarını kolaylaştırmak amacıyla, üçüncü bir tarafın üstlendiği süreç yönetimi olarak tanımlanabilir. Kolaylaştırıcılık görevleri arasında İstanbul ve Antalya’da olduğu gibi ev sahipliği yapmak da vardır.
“Arabuluculuk” ise, tarafların ortak bir çözüm etrafında anlaşmalarının sağlanması için üçüncü tarafın taşın altına elini sokarak inisiyatif almasını gerektirir. Bazı anlaşmazlıklarda üçüncü tarafın rolü, mertebe sırasına göre her iki fonksiyonu da kapsayabilir.
Arabuluculukta, taraflar arasında anlaşma zemini sağlamak için üçüncü partinin kendi inisiyatifi ile çözüm önerileri sunması ve ikna çabalarında bulunması gerekebilir. Dolayısıyla risk içerir. Rusya-Ukrayna krizi gibi çetin bir anlaşmazlıkta arabulucuya gereksinim duyulması halinde (Rusya’nın bir arabulucu kabul edeceğini hiç sanmıyorum), arabulucunun çok dikkatli davranması gerekecektir. Örneğin Türkiye baştan beri Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tanır ve savunurken Kırım’ın ilhakının ve Donbas bölgesinin Ukrayna’dan ayrılmasının masada olacağı bir müzakerede Rusya’yı karşısına almadan arabuluculuk rolü üstlenmesi çok zor, hatta mümkün değildir. Bu yüzden Rusya-Ukrayna müzakerelerinde Türkiye’nin rolüne “kolaylaştırıcılık” olarak açıklık getirilmesi yararlı olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “kolaylaştırıcılık” açıklaması yapma telkininin Rusya’dan mı, yoksa Dışişleri’nin “monşerlerinden” mi gelmiş olabileceği sorusunun cevabını okuyuculara bırakıyorum.
RUSYA'NIN ASKERİ HESAPLARI TUTMADI
Bundan önce Belarus’ta (aslında Belarus-Ukrayna sınırı demek daha uygun olur) ve Antalya’da yapılan görüşmelerde Rusya tarafının maksimalist tutumu nedeniyle ilerleme sağlamak mümkün olmamıştı. Zira Rusya Ukrayna’nın kolunu kolayca bükebileceğini hesaplıyordu. Bu kez İstanbul’da şartlar farklıydı. Her şeyden önce Rusya tarafı İstanbul’a gelmeden birkaç gün evvel, uzun süredir ortalıklarda görülmeyen Savunma Bakanı Şoygu’nun ağzından, “Ukrayna operasyonunda” birinci aşamanın sona erdiğini, bundan sonra Rusya’nın askeri faaliyetlerinde bağımsızlıklarını ilan eden Donetsk ve Luhansk “Halk Cumhuriyetlerinin” savunulmasına odaklanılacağını açıklamıştı. Bu açıklama aslında Rusya’nın Ukrayna’nın tümünü işgal etme hedefinden saptığının örtülü olarak ikrar edilmesinden başka bir anlam taşımıyor.
Rusya başlangıçta umduğundan çok farklı bir Ukrayna buldu karşısında. Ülkeyi “Neo-Naziler’den kurtarmaya gelen” Rus askerlerinin bayraklarla ve çiçeklerle karşılanacağı, iktidarın Rusya yanlıları tarafından devrilerek ülkenin anahtarlarının altın tepsi içinde Putin’e sunulacağı umulurken, evdeki hesap çarşıya uymadı. Ukraynalılar güç koşullara rağmen onurlu bir direniş sergileyerek, Putin’in iddialarının aksine Ukrayna diye bir ülkenin, Ukrayna diye bir halkın var olduğunu dosta düşmana gösterdiler.
Rusya otuz beş günlük savaşta Kherson dışında ülkenin hiç bir büyük yerleşim merkezini ele geçiremedi. Uzmanların gözlerinde büyüttükleri güçlü Rus savaş makinesinin içinin boş olduğu kısa sürede anlaşıldı. Haklı bir dava için savaşmadıklarını bilen Rus askerlerinin, ülkelerini savunan Ukraynalıların moral üstünlüğü karşısında başarı kazanmaları mümkün değildi.
Türkiye’den alınan Bayraktar SİHA’ları ve NATO ülkelerinden sağlanan omuzdan atılan Javelin anti-tank füzeleri ile uçaklara karşı yine omuzdan atılan Stinger füzeleri Rusya’ya ağır kayıplar verdirdi. Ukrayna’nın savunma hatlarını yaramayan Rusya, daha önce Halep ve Grozni gibi yerlerde yaptığı gibi uzun süredir sivil yerleşim merkezlerini acımasızca uzaktan bombalayarak sonuç almaya çalışıyor. Rusya’nın sivil hedeflere saldırılarının çoğu füzelerle ve topçu ateşiyle gerçekleşiyor. Uçaklardan atılan uluslararası anlaşmaların yasakladığı misket bombaları, seyir füzeleri ve son zamanlarda kullanılan ses ötesi roketler sivil kayıpların artmasına yol açıyor.
Kuşatılan şehirlerin çoğunda, Mariupol başta olmak üzere insanlık trajedisi yaşanıyor. Ancak, Çeçenya ve Suriye’de yaşananlardan farklı olarak Avrupa’nın hemen yanı başında yaşanan vahşet Batı’da bu kez büyük tepki çekiyor. Putin ve çevresindeki sivil-askeri elitin, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları nedeniyle uluslararası yargı önüne çıkarılmaları konusundaki çağrılar giderek daha yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Rusya’nın son zamanlarda aba altından nükleer silah kullanma tehditlerinde bulunması, içine girdiği askeri çaresizlikten dolayı bir çılgınlık yapma riskinin yükseldiğine işaret ediyor.
RUSYA UKRAYNA'NIN KUZEYİNDE ASKERİ FAALİYETLERİNİ DURDURUYOR MU, ULUSLARARASI KAMUOYUNU ALDATMAYA YÖNELİK BİR MANEVRA MI YAPIYOR?
İstanbul müzakerelerinin başladığı sırada Ukraynalılar kuzey ve doğu bölgelerinde karşı taarruza geçmiş ve başta Kyiv’in banliyösü Irpin olmak üzere bazı küçük yerleşim birimlerini geri almaya başlamışlardı. Bu gelişmelerle çakışacak şekilde İstanbul müzakerelerinin arefesinde Moskova’dan Rus ordu birliklerinin Kyiv ve Chernihiv civarındaki askeri faaliyetlerinin büyük ölçüde azaltılacağı açıklaması geldi. Ukrayna tarafı da bu bölgedeki Rus birliklerinin geri çekilmeye başladıklarını bildirdi. Bunun çeşitli sebepleri olabilir.
Rusya gerçekten de özellikle Kyiv cephesinde sonuç alamayacağını anlayarak, daha fazla kayıp vermemek amacıyla askeri operasyonlarını Donbas ve Kırım Yarımadası’na komşu bölgeler üzerinde yoğunlaştırmak istemiş olabilir. Veya, bizim çok bilen askeri uzmanların temenni ile karışık değerlendirmelerine göre taktik bir geri çekilmeye başvurmuş olabilir. Gerçek amaç önümüzdeki birkaç gün içinde anlaşılacak. Ancak şu kadarı kesin ki, Ukrayna’nın tamamını işgal etmek, Kyiv’i ele geçirmek veya Ukrayna’da siyasi iktidarı devirmek artık Putin için gerçekleştirilebilir hedefler olmaktan çıktı. Dinyeper hattı üzerinden ülkenin doğu ve batı şeklinde ikiye bölünmesi veya Mariupol’le beraber Odesa’nın da alınarak, Donbas’tan başlayarak ayrılıkçı Transdinyester’e kadar uzanan tüm Karadeniz kıyılarının ve Moldova’ya komşu bölgelerin işgal edilmesi de çok zayıf bir ihtimal. Bunun yerine Rusya’nın gücünü Donbas’la Kırım arasında Mariupol’ü alarak bir kara bağlantısı kurmaya yoğunlaştırması mantığa en yatkın seçenek.
MARİUPOL VE ULUSLARARASI SUÇLAR
Mariupol şu anda hala direniyor. 500 bin nüfuslu şehirde, aralarında çok sayıda sivilin de bulunduğu yaklaşık 160 bin kişinin kaldığı tahmin ediliyor. Türkiye ve Fransa’nın tüm girişimlerine rağmen toplu ölüm tehlikesiyle karşı karşıya olan Mariupol’deki sivillerin tahliyesi için Rus tarafını geçici bir ateşkese ikna etmek kısa süre öncesine kadar bir türlü mümkün olmamıştı. Putin kendisini bu konuda arayan Macron’a şehrin teslim olmasını tavsiye edecek kadar katı bir tavır sergilemişti. Ancak Kremlin baskılar konusunda geri adım atmak zorunda kaldı. Mariupol’de bugün kısa süreliğine de olsa ateş ilan edilerek sivillerin tahliyesine izin verilecek olması olumlu bir gelişme ancak yeterli değil. Ukrayna’da sivil hedefler vurulmaya devam edildikçe ve sivil kayıplar arttıkça, Putin’in suç dosyası daha da kabarıyor.
Rusya’nın egemen bir devlete saldırarak sınırlarını genişletmeye ve yeni topraklar elde etmeye çalışması, uluslararası hukukun açık bir ihlali olduğu gibi, bunun, gücün sanal alemde temerküz ettiği, devletlerin gücünün ve itibarının toprak büyüklükleriyle değil, sahip oldukları bilgi ve teknolojiyle ölçüldüğü, sanal şirketlerin devletlerden daha güçlü hale geldiği bir çağda yapılmaya çalışılması, Kremlin’deki iktidarın gözünün karalığını gösterdiği kadar, dünyadaki gerçekliği de okuyamadığını ortaya koyuyor.
ATEŞKES UZAK BİR İHTİMAL AMA UFUKTA KÜÇÜK BİR UMUT IŞIĞI BELİRDİ
Rusya tarafı kuzeydeki askeri operasyonların asgari düzeye indirilmesinin ateşkes anlamına gelmediğini İstanbul’da basına net bir dille ifade etti. Nitekim kuzeydeki çarpışmalar düşük düzeyde hala devam ediyor. Ülkenin güneyinde ve doğusunda ise saldırılarda azalma olmadı. Ülke çapında füzeli saldırılar da kesintisiz sürüyor. Bu şartlarda sürdürülebilir bir ateşkesin şimdilik uzak bir ihtimal olduğu kesin.
Ancak İstanbul’da her şeye rağmen küçük bir umut ışığı belirdi. Bunun nedeni Ukrayna tarafının müzakere masasında Rus tarafına ayrıntılı bir barış önerisi sunması ve Rus tarafının da bunun inceleneceğini ve yanıtlanacağını vadetmesi.
TARAFSIZLIK STATÜSÜ VE ULUSLARARASI GARANTÖRLÜK
Zelenskiy’nin Kyiv’de Rus basın mensuplarına verdiği mülakattan ve Ukrayna heyetinin İstanbul’da yaptığı açıklamalardan, Ukrayna tarafının NATO üyeliğinden vaz geçerek uluslararası garanti altına alınmış bir tarafsızlık statüsünü kabule razı olduğu anlaşılıyor. Ukrayna’nın, bir askeri pakta üye olmama ve topraklarında yabancı asker ve üs konuşlandırmama (zaten değildi) koşullarını kapsayacak tarafsızlık statüsü karşılığında, BM Güvenlik Konseyi’nin Rusya haricindeki dört üyesiyle (ABD, Fransa, İngiltere ve Çin) beraber Almanya, İsrail, Polonya ve Türkiye’nin de arasında yer aldığı sekiz ülkeden garantör olmalarını beklediği ifade ediliyor. (Bazı kaynaklar bu listeye İtalya ve İspanya’yı da dahil ediyorlar.)
Türkiye’de uluslararası garantörlük statüsü kısa ömürlü Kıbrıs Cumhuriyeti’nden dolayı yakından biliniyor. Kıbrıs’taki garantörlük Türkiye’nin 1974’te savaşa girmesine neden olduğundan dolayı kamuoyunda ister istemez bu ihtimal akla geliyor. Ancak Ukrayna’da garantörlüğün ne anlama geleceği henüz belli değil. Kıbrıs’ta garantör devletler İngiltere, Yunanistan ve Türkiye bu devletin varlığının sürdürülmesini ve bağımsızlığını garanti ediyorlardı. Türkiye Kıbrıs’ın Rum-Yunan darbesiyle Yunanistan’a ilhak edilmesini önlemek ve adada yaşanan katliamları önlemek amacıyla, İngiltere’nin isteksizliği karşısında tek başına müdahalede bulunmak durumunda kaldı.
UKRAYNA'NIN ÖNERİSİNİN İÇERİĞİ VE RUSYA TARAFINDAN NASIL KARŞILANACAĞI BELİRSİZ
Ukrayna’nın önerisinin neler içerdiği henüz belirsiz. Ukrayna’da garanti edilmesi istenen bu ülkenin bağımsızlığı ve egemenliği değil de tarafsız (ve belki de silahsızlandırılmış) statüsü ise durum farklı olacaktır. Avrupa’da halen beş ülke tarafsız statüde: İsviçre, İsveç, İrlanda, Avusturya ve Finlandiya. İleride Ukrayna tarafsızlık statüsünü bir uluslararası antlaşma ile kabul ederse durumu en çok Avusturya’ya benzeyecektir.
Avusturya çok taraflı bir anlaşmayla işgalden kurtulurken, bir askeri pakta üye olamamayı ve ülkesine yabancı asker konuşlandırmamayı taahhüt ederek tarafsızlık statüsünü kabul etti. Ancak daha sonra AB üyesi olabildi. Aynı durum Ukrayna için de geçerli olabilir. Avusturya anlaşmasının altında imzası olan Rusya’nın Ukrayna’nın NATO üyeliğine karşı çıkarken, AB üyeliğine muhalefet etmemesi bu bakımdan dikkat çekici bir durum.
NATO ÜLKELERİ KENDİLERİNİ RUSYA'YLA SAVAŞA SÜRÜKLEYEBİLECEK BİR GARANTÖRLÜĞÜ KABUL ETMEZLER-TÜRKİYE ULUSLARARASI TOPLUMLA BİRLİKTE HAREKET ETMELİ
Ukrayna tarafsızlık statüsü karşılığında uluslararası garantörlük isterken ABD, İngiltere, Almanya gibi NATO ülkelerinin kendilerini Rusya ile savaşa sürükleyebilecek bir düzenlemeyi kabul etmeyeceklerini kuşkusuz biliyor. Ama bizim NATO ve Zelenskiy karşıtı koro hemen 5’nci maddenin işletilmesi tehlikesini dillendirmekten kendilerini alıkoyamadılar. Hatta bazıları bir adım daha ileri gidip bunun Zelenskiy’nin Türkiye’yi tuzağa düşürme planı olarak takdim etmeye kadar getirdiler.
Ukrayna’nın önerisine Rusya’nın ne şekilde yanıt vereceğini gördükten ve diğer ülkelerin tepkilerini öğrendikten sonra bu konuya daha sağlıklı şekilde yaklaşılabileceği kuşkusuz. Ancak, ön değerlendirme olarak, bunun Ukrayna’nın tarafsız statüsünün sağlanması konusunda uluslararası bir istişare mekanizması olarak görülebileceğini düşünüyorum. Rusya’nın bu konuda olası şikayetlerinin, meseleler krize dönüşmeden bu istişare mekanizması içinde değerlendirilerek çözümlenmeye çalışılmasının daha akla yatkın bir yöntem olduğunu, her hal ve kârda, Ukrayna üzerinde uluslararası bir mekanizma kurulacaksa bölgenin önemli bir ülkesi olarak Türkiye’nin bu mekanizma içinde yer almasının yararlı olacağını değerlendiriyorum.
Montrö ile Boğazlar üzerinde savaş zamanlarında zor kararlar alma sorumluluğunu üstlenen Türkiye, uluslararası toplumla beraber hareket ettiği sürece Ukrayna konusunda da sorumluluklar üstlenebilmelidir.
KIRIM'IN STATÜSÜ
Ukrayna, basında çıkan haberler doğruysa, İstanbul’da sunduğu öneriler arasında Kırım’ın nihai statüsünün 15 yıllık bir müzakere süreci sonrası belirlenmesini de teklif etmiş. Ukrayna tarafı daha önceleri Rusya’ya toprak tavizi vermeyi red ediyordu. Bu kez Rusya’nın ilhak ettiği Kırım için yukarıdaki öneriyi yapabilmesi pozisyonunu oldukça esnettiğini akla getiriyor. Ukrayna’nın daha baştan bu şekilde tedbirsiz ve acemice davranması, dışarıdan kuvvetli “telkinlere” maruz kaldığını hatıra getiriyor.
Kremlin sözcüsü Peskov, Kırım üzerinde tesis edilen Rusya egemenlik haklarını müzakere konusu yapmayacaklarını belirterek, Ukrayna’nın hamlesini baştan öldürdü. Ukrayna ile Rusya arasında ileride bir barış masası kurulduğunda Rusya’nın azami ölçüde toprak tavizi almaya çalışacağı kuşkusuz. Her şey savaşın gidişatına ve Putin’in tavrına bağlı olacak.
* Emekli Büyükelçi
(Düzeltme ve özür: Gazete Duvar’da 7.3.2022 tarihinde çıkan “Ukrayna’da NATO karşıtı olmanın dayanılmaz hafifliği” başlıklı yazımda Macaristan’a yapılan SSCB müdahalesinin tarihi 1953 olarak yer alıyor. Doğrusu 1956 olacak. İnsan hafızasına fazla güvenmemeli.)