YAZARLAR

İstanbul Sözleşmesi duruşması: Tek bir kadın bile geride bırakılmadı

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile kapıdaki güvenlik eziyeti tam olarak birbiriyle örtüşüyordu. Güzel olan o gün İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için Danıştay önüne gelen tek bir kadını bile geride bırakmadan salona ulaşmaktı.

İstanbul Sözleşmesi davası duruşması 28 Nisan'da Ankara'da Danıştay 10.Dairesinde gerçekleşti. Duruşmadan sadece yirmi saat kadar önce dinleyicilerin de alınabileceği büyük salonu açma teklifinin kabul edildiğini öğrenmiştik. EŞİK Platform adına 29 Ekim Kadınları Derneği Başkanı Avukat Şenal Saruhan, mahkeme heyetinden uzun süredir randevu talep ediyordu ancak son gün kabul etti 10’uncu Daire Başkanı. Ve basın açıklamasına polis müdahalesi olmasını engelleyen bu görüşmeydi. Duruşmaların konferans salonunda yapılması da bu görüşmeyle kabul edildi. Salon beş yüz kişilik olmasına rağmen izleyiciler için biraz sandalye eklenmesi, bazılarının anfi şeklindeki salonun basamaklarına tek sıra olarak oturması ve kiminin de arkada ayakta kalabileceği şekilde 650 kişi kapasitesine çıkabileceği üzerine konuşulduğunu, duruşmadan ancak yirmi saat kadar önce öğrenmiştik. Her hâlükârda orada olacaktık zaten ancak sorunsuz olacağını öğrenmek, polis engelini aşmaya çalışmak zorunda kalmadan duruşmaya gireceğimizi bilmek iyi gelmişti.

Hukuksuz çekilme kararını veren iktidarın polisi, girişlerin son anında, belki sadece 40-50 kadın kalmışken keyfi zorluk çıkardılar. Tam son grup girecekken, adımımı içeri atmak üzereyken, güvenlikle burun buruna kaldım. Kapıyı kapatmak için hamle ettiler ve direndik tabii kapattırmadık. Kapıya yaslanmış halde bir yandan müzakere etmeye bir yandan kapıyı açık tutmaya çalışırken bir saatimiz gitti. Aklımız içeride savunmaları düşünüyoruz. Kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair olan İstanbul Sözleşmesi için hukuki mücadele başladı salonda ve dışarıda kadınlar polis şiddeti yaşadı. İroni gibi geliyor ama değil tam olarak iktidar politikasıyla örtüşen bir durumdu yaşadığımız. Sözleşme’den çekilme kararı ile kapıdaki güvenlik eziyeti tam olarak birbiriyle örtüşüyordu. Keyfilik, baştan ayağa keyfilik akıyor paçalardan. Hemen her olayda olduğu gibi polisin keyfi tutumu ile yükseldi tansiyon. Biz girmek için direniyoruz onlar almamak için direniyor.

Salondan kapıya, kapıdan salona bilgi akışı var elbette. Mahkeme başkanı talimat verdi bilgisi geliyor ama kapıdaki görevliler kendilerine böyle bir talimat gelmediğini söylüyor. Böylece karşılıklı direniş bir saat sürdü. Hiç gereksiz çirkinleşti güvenlik görevlileri. İşi inada bindirdiler anlayacağınız. Sanırsınız ki orada son kalan küçük gruba olsun eziyet etmeseler varoluşları anlamsızlaşacak. Görevlilerle burun buruna geçen o bir saat, polisin varoluş kaygısının engel çıkarmaktan ibaret olduğunu düşündürdü. Sanırım biraz da bize o sloganı hatırlatmak istercesine meydan okudular. “Barikatı yıkarım bulaşığa karışmam” sözümüzü gerçekleştirdiğimize bir kere de Danıştay görevlileri tanık olmak istemişlerdi anlaşılan. Oldular.

En tuhafı kapıyı kapattırmadığımız için etten duvar olan görevlileri püskürtüp içeri girdiğimizde normal prosedürü işletmeleriydi. Zorlayıp girmişiz ama hiçbir şey olmamış gibi sakince çantalarımızı x-ray cihazına bırakmamızı istemeleri şaka gibiydi. Kimlik kontrolü de öyle biraz garipti. Kibarca konuştu bankodaki görevli ve girişimizi hızlandırmak için yapıyor gibiydi ama kimlikleri kendisi kontrol etmek yerine fotoğrafını çekti. Bizden önce giren yüzlerce kişiye de mi aynısı yapıldı bilmiyorum, şimdi yazarken aklıma takıldı bu ayrıntı. Bir garip hatta sürreal tiyatro sahnesindeydik adeta. Usulca uyduk usule. Şöyle bir oh çektim resmen. Ve döner kapının sağ tarafında gözüme ilişiveren kırmızı koltuğa attım kendimi. Aklımca sıkıntı bitmiş girişler başlamıştı. Ben de kenardan sessizce geçişleri izleyecek, herkesin girdiğinden emin olacaktım. Tabii ki o arbede sonrası ‘ben buradayım’ diyen belimin de biraz soluklanmaya ihtiyacı vardı. Hatta kalkmamı isteyen bir görevli yaklaştığında nasıl söylediysem artık “biraz oturmam lazım” dediğimde hemen geri çekildi. Rahatlamıştım.

Yanılmışım. Asıl kıyamet o zaman koptu. İşgüzar görevlilerden birisi yanı başımda döner kapıdan geçmekte olan kadınları resmen kapıya sıkıştırdı. Kanatlardan birisini tutarak dönmesine engel olduğunu fark edip oraya yöneldik ve birkaç kişi yüklendik kapının kanadına. Dönmesini sağladık ve kendimiz de geçtik ikişer üçer. Sıkışanlar kurtuldu fakat bu defa da polis engeli sertleşti. Yere düşürülen kadınlar oldu. Yerden mantar biter gibi kalkanlar peydahlandı. Yere düşenleri çekiştirip, sürüklemeye başladı polisler. Fotoğraf çekmeyi düşündüm o anda ama çantadan telefonu çıkarmaya çalışırken etraftaki gazetecileri, fotoğraf çekilmekte olduğunu görünce kaldım öyle hiçbir şey yapamadan. Derken Danıştay binasına değil ters tarafa doğru sürüklendik bir grup. Elektrik süpürgesinin çektiği tozlar gibi süpürülüyorduk. Neyse ki akıllı kadınlar çok. Hemen oturanlar oldu ve katıldım onlara. E, poliste de grupları bölme taktikleri çok. Pek tekin bir tip olarak görülmeliyim ki birisi hemen bana yanaşıp eğildi kulağıma “Siz farklısınız –ne demekse- müdahalede zarar görmeyin, bu tarafa geçin” deyiverdi, hem de gayet yumuşak bir sesle. Neyse arkadaşlarımdan ayrılmayacağımı söyleyip daha bir yerleşince insan boyu kalkanlarla çevrilmiş olduğumuzu fark ettim.

Ne kadar zaman geçtiyse hatırlamıyorum bir vakit sonra amir tavırlı bir memur gelip duruşma salonuna alınacağımızı söylediğinde inanmadık, kıpırdamadık yerimizden. Ta ki avukat arkadaşlarımızı görünceye kadar… “Gerekirse biz girmeyiz siz girersiniz” diyen Selin’in sesi rahatlattı. Kadın avukatların oluşturduğu koridordan geçerek girdik nihayet. Güzel olan o gün İstanbul Sözleşmesi’ni savunmak için Danıştay önüne gelen tek bir kadını bile geride bırakmadan salona ulaşmaktı.

İstanbul Sözleşmesi hakkındaki çekilme kararının iptali için verilen mücadelenin yanında küçük bir adım sayılabilir salona girme mücadelesi ama Sözleşme de böyle küçük ama zorlu mücadele adımlarıyla hazırlanıp yazılmış, imzalanmış, kazanılmıştı. Vazgeçmiyoruz derken ne kadar kararlı olduğumuz yeterince anlaşılmıştır umarım. Mücella Yapıcı ve Çiğdem Mater’e, Gültan Kışanak ve Aysel Tuğluk’a sevgili arkadaşım Perihan Yoğurtçu’ya ve suç işlemedikleri halde cezaevindeki bütün kadınlara selam olsun. EŞİK- Eşitlik için Kadın Platformunda emek veren tüm gönüllü kadınlara da elbette. Yüz akıyla çıkıldı Danıştay’dan. Kimsenin ummadığı kadar geniş katılımla ve inanılmaz coşkuyla gerçekleşen duruşmada hukuka, insan haklarına, İstanbul Sözleşmesi’ne dair söylenecek her şey söylendi. Sözün bittiği yerdeyiz. Şimdi karar zamanı.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.