‘İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek kapatma davalarını kolaylaştırdı’
İki derneğe açılan kapatma davası İstanbul Sözleşmesi’ni yeniden gündeme getirdi. STK temsilcileri, Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi ile kapatma davaları arasındaki ilişkiye dikkat çekti.
DUVAR - İstanbul Sözleşmesi’nden Cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmasına karşı açılan ve iki gün önce Danıştay’da görülen davada adı en çok anılan isimlerden biri Nahide Opuz oldu. Opuz, şiddete, tehdide ve hakarete uğradığı için 36 kez eşi Hüseyin Opuz'dan şikayet olmuştu ancak Opuz'un annesi, eşi tarafından öldürüldü. Hüseyin Opuz, hapse girse de tehditlerine devam etti. Opuz, 2002 yılında Türkiye’yi AİHM’e şikayet etti. Devlet, onlarca başvuruya rağmen kadını ve annesini saldırılardan koruyamamıştı. Yedi yıl sonra AİHM, Nahide Opuz’u haklı bularak Türkiye’ye tazminat cezası verdi.
Nahide Opuz’un yürüttüğü mücadele, İstanbul Sözleşmesi’nin de ilham kaynağı oldu. Sözleşmeye “toplumsal cinsiyet rollerinin şiddete gerekçe olamayacağı” ifadesi eklendi. Ancak Türkiye, ilk imzacısı olduğu sözleşmeden 1 Temmuz 2021 tarihinde çıktı.
Kadınlar sözleşmenin önemini anlatmaya ve varlığı için mücadele etmeye devam ederken, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği, kapatma davaları ile karşı karşıya kaldı. Mor Çatı, Pembe Hayat ve Kaos GL gibi dernekler de iktidara yakın medyada hedef gösterildi ve bu derneklerin kapatılmaları yönünde çağrılar yapıldı.
Söz konusu derneklerin temsilcileri, kapatma davalarının İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması sonrasında açılmasının bir tesadüf olmadığı görüşünde. Bu nedenle sözleşmeyi savunmanın, sadece kadın mücadelesi için değil, bu alanda çalışan hak savunucuları ve sivil toplum örgütleri için de hayati öneme sahip olduğunu ifade ediyorlar.
‘ORGANİZE BİR ŞEKİLDE YAPILIYOR’
Her iki sivil toplum kuruluşu için açılan kapatma davasının gerekçesi benzer: "Hukuka ve ahlaka aykırılık…" Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu avukatlarından Esin Yeşilırmak, İstanbul Sözleşmesi için yürütülen tartışmalarda da ‘ahlaka aykırılık’ ifadelerinin kullanıldığını hatırlatarak, “Bunun bir kalıp olduğunu ve organize bir şekilde yapıldığını biliyoruz artık” diyor ve kapatma davasının kendileri için şaşırtıcı olmadığını belirtiyor. “Zaten bir baskılama dönemine girmiştik” ifadesini kullanan Yeşilırmak, katıldıkları davalarda gördükleri muameleyi, 25 Kasım ve 8 Mart eylemlerine yapılan polis saldırılarını ve haklarında açılan soruşturmaları örnek gösteriyor.
“Katıldığımız mahkemelerde bunu görüyorduk. İstanbul Sözleşmesi’nde yeri olmasına rağmen müdahillik taleplerimiz kabul edilmiyordu. CİMER şikayetleri nedeniyle ifadelere çağrılıyorduk. Hepsi takipsizlikle sonuçlandı çünkü ortada bir suç yoktu. 8 Mart, 25 Kasım eylemlerine saldırılar, sonrasındaki gözaltı süreçleri, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme… Bunların hepsini bir politikanın devamı olarak düşünüyorum” diyen Yeşilırmak, kendilerine açılan kapatma davasının da bu süreçten ayrı düşünülemeyeceğini vurguluyor.
‘KAPATILAN BİR DOSYA SÖZLEŞMEDEN ÇEKİLİNCE TEKRAR AÇILDI’
Yeşilırmak’ın verdiği bilgilere göre, haklarındaki soruşturma daha önce kapatılan ve İstanbul Sözleşmesi’den çıkış sonrası tekrar açılan bir dosya. Bu süreci Yeşilırmak şöyle anlatıyor: “2016’dan beri devam eden bir soruşturmaymış. 2019’da somut delil olmadığı için dosya kapatılmış ve 2021 ağustosta tekrar açılmış. Tam da Temmuz 2021’de, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı verilmesinin hemen akabinde... Aslında kapatılan bir dosya tekrar açılıyor.”
Yeşilırmak, “Sözleşme yürürlükteyken kapatma davası açılabilir miydi?” sorusuna ise şu cevabı veriyor: “İstanbul Sözleşmesi yürürlükteyken de kapatma davası açabilirlerdi. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek kolaylaştırdı çünkü şiddetle mücadele eden kadınları sindirmeye yönelik bir siyasi iklim var şu an. O yüzden de iklim gereği daha hazır bir hale geldi.”
1 Haziran’da platforma açılan kapatma davasının ön inceleme duruşması, İstanbul 13. Asliye Hukuk’ta görülecek. Yeşilırmak, dosyanın çok yüzeysel olduğunun ve delil barındırmadığının altını çizerek savcılık için sağlam bir savunma dosyası hazırladıklarını anlatıyor. Ancak Yeşilırmak dava süreci ile ilgili şüpheli: “Hukuki süreç bizce lehimize işleyecek ama bu siyasi bir süreç. Bu davayla muhatap olmamız da siyasi bir süreç. En azından hukuki bir karar çıkmasını bekliyoruz dosyadan.”
‘TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİ YANLIŞ ANLAŞILIYOR’
Haklarında dava açılan, Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği ise 2007 yılından bu yana Beyoğlu Tarlabaşı’nda özellikle çocukların ve kadınların hak ve hizmetler hakkında bilgilendirilmeleri, bunlara erişimleri ve kent yaşamına eşit katılımları üzerine çalışıyor.
18 Mayıs’ta İstanbul 18. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülecek dava ile ilgili Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Gizem Külekçioğlu, “Davadaki iddialara yönelik cevap dilekçemiz sunuldu, duruşmada bu çerçevede ayrıntılı görüş sunabilmeyi umuyoruz” diyor.
Külekçioğlu, hukuken bakıldığında öne sürülen gerekçelerin hiçbirinin bir derneğin kapatılmasını gerektirecek hususlar olmadığını belirtiyor. “Derneğin hedef alınması, aslında toplumsal cinsiyet eşitliği temeline dayanan çeşitli faaliyetlerimizin bağlamından koparılarak belki bilgisizlik belki başka bir niyetle değerlendirilmesine dayanıyor" diyen Külekçioğlu, toplumsal cinsiyet eşitliğinin tamamen yanlış anlaşılıp anlatılarak çeşitli kötülüklerle ilişkilendirildiğini söylüyor.
‘KAPATMA DAVALARI SİVİL TOPLUMA YÖNELİK BİR TEHDİT’
Derneğe açılan davanın İstanbul Sözleşmesi ile ilişkili olduğunu düşünen Külekçioğlu bunu, “Derneğe yönelik dava ve arkasındaki mantık bakımından mutlaka İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik karşı duruşla bir ilişki söz konusu, benzer kaynaklardan kök buluyor. Toplumsal yaşama bakışta farklı paradigmaların birbiriyle çatışması olarak karşılık bulduğunu söyleyebiliriz” diye ifade ediyor. Kadın haklarını ve LGBTİ+ haklarını gündeme getirmelerinin toplumun bir kesimi tarafından suç unsuru olarak nitelendirilebildiğini anlatıyor. “Kanunlarda bir karşılığı olmamasına rağmen LGBTİ+ bireyler ve bu alandaki sivil toplum örgütleri hedef gösteriliyor. İstanbul Sözleşmesi’nin en kırılgan gruplar olan kadın, çocuk, LGBTİ+ bireyler için kurduğu koruma ve güçlendirme çerçevesi aslında toplumsal yaşamımızı sağlıklı ve güvenli kılacak bir araç, bunun uygulanıp daha da geliştirilmesi gerekirken tam tersi yönde adımlar atılıyor” diyor.
Külekçioğlu, kapatma davalarının tekil olarak ele alınmaması gerektiğine dikkat çekerek bu davaları sivil toplumun geneline yönelik bir tehdit olarak nitelendiriyor. Temellendirilmeyen bir ahlaka aykırılık iddiası olduğunun altını çizen Külekçioğlu’na göre bu, birçok kurum için çok kolayca kurulabilir.
DERNEKLER İKTİDARA YAKIN MEDYADA HEDEF GÖSTERİLİYOR
17 yıl önce kurulan ve Türkiye’nin Türkiye’nin ilk resmî LGBTİ+ derneği olan Kaos GL, iktidara yakın medya kuruluşları tarafından faaliyetleri ve eylemleri nedeniyle uzun süredir hedef gösteriliyor. En son iki sivil toplum kuruluşuna açılan kapatma davası sonrası Yeni Akit’te yayınlanan bir haberde, Pembe Hayat ve Mor Çatı ile birlikte Kaos GL de 'kapatılması gereken dernekler' arasında gösterildi. Kaos GL Medya ve İletişim Program Koordinatörü Yıldız Tar, hedef göstermelerin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasından önce de var olduğunu vurguluyor. Hatta Tar, LGBTİ+ derneklerin kapatılması çağrısına sadece medyanın değil, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hatta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun da katıldığını ifade ediyor.
Tar, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilinmesini LGBTİ+ bireyleri karalama kampanyasının bir adımıydı diye yorumluyor. Çekilme sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı açıklamaya atıfta bulunan Tar, LGBTİ+’ların ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin devletin en üst kademesinden en alt kademesine kadar hedef alındığını anlatıyor.
‘HİÇBİR YÖNTEM TUTMUYOR’
Kapatma davalarıyla hükümetin kadın ve LGBTİ+ hak mücadelesi karşısında el yükselttiğini belirten Tar, “Her sene aslında yeni bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalıyoruz. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmek bunlardan biriydi. Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananları biliyoruz. Diyanet ve İçişleri Bakanlığı’nın açıklamaları ortada, neredeyse her hafta LGBTİ+ bireyleri hedef gösteren açıklamalar yapıyorlar. Bütün bunları tekil olaylar değil, aksine bir bütün olarak değerlendirmek gerekiyor. Bir planları var anladığımız kadarıyla. Toplumsal cinsiyet eşitliği, LGBTİ+ bireylerin haklarına karşı olabilecek her yerden sıkıştırmak ve ses bile çıkaramaz hale getirmek için her seferinde yeni bir yöntem geliştiriyorlar. Bu, bir yandan hiçbir yöntemin tutmadığını da gösteriyor” diye konuşuyor. Tar’a göre hükümet çok tuhaf bir savaşa girmiş durumda: "Kendi kendine ilan ettiği, karşısında savaşan bir tarafın olmadığı bir savaş…"
Kapatılma tehdidini çok uzun zamandır hissettiklerini söyleyen Tar, “Haliyle biz hep hazırlıklıyız” diyor. Daha öncekilerde olduğu gibi hiçbir davayı gerekçelendirebilecekleri hukuki bir dayanakları olmadığını belirten Tar, kapatma davalarıyla nefret cinayeti, ayrımcılık, işkence gibi gerçek sorunların üstünün örtüldüğünü söylüyor.
‘BU KADAR ŞİDDET VARKEN UĞRAŞMAMIZ GEREKEN ŞEY BU MU?’
Kadına yönelik şiddetle mücadele eden Mor Çatı da hedef gösterilen derneklerden biri. Avukat Funda Ekin, Mor Çatı gönüllüsü… Yaşanan sürecin hükümetin özgürlüklere ve kendi dışındaki seslere tahammülsüz olmasıyla ilgili olduğunu söylüyor. Medyada hedef gösterilmeleri ile ilgili olarak da “Akit, bize ve söz konusu derneklere sürekli saldırı halinde. Çünkü kadınların eşitlik ve özgürlük haklarına saygı duymuyor. O nedenle 6284'ü gerekçe göstererek yasayı ‘boşanmayı kolaylaştıran ve yuva yıkan yasa’ olarak görüyor. Bununla ilgili defalarca manşet attı ve bizi de defalarca hedef gösterdi. İlk değil, o nedenle gördüğümüz haber bizi şaşırtmadı açıkçası. Ama tabii ki bunlar kabul edilemez. Bu dernek ve vakıfların hepsi toplumsal hayatın özgür ve eşit bir şekilde organize edilebilmesi için var olan yerler” diyor. Ayrıca şu soruyu da sözlerine ekliyor: “Kadına şiddetle ilgili elimizdeki raporlarda rakamlar ortadayken, bu derece şiddet varken uğraşmamız gereken şey bu mu?”
Ekin, Gezi Davası'ndan örnek vererek kapatma davalarının hukuki değil siyasi olduğunu ifade ediyor: “Ulusal ve uluslararası sözleşmeler varken bu iddianın kendisini trajikomik olarak nitelendirebilirim. Bu davalardan, Gezi Davası gibi kararlar çıkarsa bunların hukuki değil siyasi olduğunu gösterecek.”
Olası bir kapatılma davası için hazırlık yapıp yapmadıkları sorusuna ise Ekin şöyle cevap veriyor: “Biz gayet kurallara, tüzüğe uygun olarak kadına yönelik şiddetle dayanışmak için faaliyet yürüten bir vakıfız. Böyle bir şey beklemiyoruz da… Siyasi atmosfere göre bir gelişme oluyor, biri işgüzarlık yapıp dava açabiliyor. En son açılan dava da böyle. Öyle bir şey olursa kadınlarla hep birlikte yan yana savunmamızı yaparız.”