İstanbul ve Lozan’da antlaşmaya doğru
İki farklı ülkede, aynı tarihi anlatan iki farklı sergi... 1923’e gittiğin, o salonlarda gezdiğin, Türkler, Türkiyeliler olarak hafızamızın tazelendiği ve iki sergide de İsmet Paşa’nın pek keyifli olduğu iki farklı deneyim.
Hep anlatırım bunu; bir gün, bir sanatçıyla ilgili bir yazı yazdım ve kendisinin eserlerini görmek isteyenlerin İsviçre’nin Lozan kentinde bir müzede görebileceklerini söyledim. Sonra da kendi kendime, "Kim gider Lozan’a yahu?" demiştim. Ben gidermişim... Benim için sadece İzmir’de bir meydan adı olan Lozan’da bir buçuk senedir yaşıyorum. 100'üncü yılımızda, tam da bu göl kenarında doğan ülkemizin buradaki hikayesini anlatmak, artık bir nevi görev haliyle...
Tek beklenmedik ziyaretçi ben değilim buralarda. 1923’te o dönem 70 bin nüfuslu olan Lozan şehrine dünyanın önde gelen liderleri, 250’den fazla delege, basın ve yüzlerce kişi, Birinci Dünya Savaşı’nı bitirmek ve dönemin en kritik barış görüşmelerini yapmak için çıkageliyor. Şehir halkı, Beau-Rivage, Palais Rumine, Château d'Ouchy'ye ve Casino de Montbenon gibi şehrin merkezine yayılan konferans mekanlarının önünde liderleri görmek için bekliyor... Aslında Türk tarafı İzmir’i, Avrupa tarafı da Fransa’yı önermiş görüşmeler için; iki öneri de reddedilmiş. Peki neden Lozan seçiliyor bu çok kritik barış antlaşmasının imzalanması için? Üç sebepten bahsediliyor bu seçim için. İlki, İsviçre’nin tarafsızlığı. İkincisi ve özellikle Lozan olmasının sebebi, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Lozan ve Cenevre’nin, Türk diasporası için bir karşılama yeri, Osmanlı İmparatorluğu'ndan sürgün edilenler için ayrıcalıklı bir kabul ve yüksek öğrenim yeri haline gelmiş olmasıymış. Avrupa'daki Türkçü hareketin merkezi bu iki şehirmiş. Son sebep ise, Lozan’ın hem Avrupa’nın göbeğinde olması hem de İstanbul’dan Orient Express ile ulaşılabilmesiymiş. Böylece tüm liderler, kolayca seyahat edebilmişler.
İşte geldik buradayız... İki farklı bakış açısından iki Lozan sergisinden bahsedeceğim bugün. Biri, İstanbul Botter Apartmanı’nda İBB Miras tarafından açılan "Lozan 1923/Yüzyıl Önceki Başlangıç" sergisi, diğeri Lozan Tarih Müzesi’nde açılan "Sınırlar. Lozan Antlaşması, 1923 – 2023" (Musée Historique Lausanne - Frontières. Le Traité de Lausanne, 1923 – 2023) sergisi.
BOTTER APARTMANI, İSTANBUL: İLHAM VERİCİ BİR HİKAYE
“Ne zaman Türk tarafının tutumunu kınasam İsmet işitme cihazını çıkarıyor.”
Lord Curzon
İstanbul’daki art nouveau mimarisinin iyi örneklerinden, 123 yıllık güzelim Botter Apartmanı’nı yenileyen İBB Miras, Casa Botter’de sergiler yapmaya devam ediyor. Şu an devam eden sergi, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) Demokrasi Yüzyılı etkinlikleri kapsamında düzenlenen, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecindeki en önemli aşamalardan biri olan Lozan Barış Konferansı sürecine odaklanan "Lozan 1923/Yüzyıl Önceki Başlangıç" sergisi. Küratörlüğünü İzzeddin Çalışlar, danışmanlığını Prof. Dr. Mehmet Ö. Alkan, tasarımını ise Tetrazon’un yaptığı sergi, sizi Lozan’ın sokaklarından alıp bir ülkenin kuruluş yolculuğuna götürüyor. Tarih Vakfı ve İnönü Vakfı işbirliğinde düzenlenen sergi için Atatürk Kitaplığı envanteri ve özel koleksiyon envanterleri de açılmış. Böylece, çoğunluğu daha önce yayınlanmamış 70’e yakın fotoğrafın yanı sıra, belgeler, kitaplar, o dönemki yerli yabancı gazetelerden kupürler ve konferansı belgelemeleri için tutulan karikatüristlerin karikatürleri (ki bu konuya tekrar döneceğim) sergileniyor.
Bizim eğitim sistemi belli, hap gibi yutup ezberlediğimiz bilgileri test kitaplarına kusmakla geçti eğitim hayatım. Üniversite hayatım ise öğrendiğim bilgilerin ne kadarının fazla ulusal iddialara kurban gittiğini sorgulamak, milli tarihin anlatmadıklarını, göz ardı ettiklerini yakalamaya çalışmakla geçti. Bu sergide gözümü, tekrar güzel şeylere açtım, ülkenin kurulmasının aslında ne kadar inanılmaz bir çabayla gerçekleştiğini bir kez daha hatırladım. Ders kitaplarındaki hikaye, gerçek insanlara, dönüp dolaşan siyasi tartışmalara, Lozan’da delegeler arasındaki gerilime döndü. Sergide, konferansın geçtiği mekanları tek tek görürken, listelenen İtilaf Devletleri istekleri ile boğazlardan kara sınırlarına dönen tartışmaları inceliyorsunuz. "Vay be!" diyorsunuz, 600 yıllık bir imparatorluğun çöküşünün ardından bu imparatorluktan çıkmış bir grup genç idealist, arkalarına aldıkları halk (ki şimdi desen o kadar kenetlenmişliğimiz yok) ile yepyeni bir ülke kuruyor. "Biz bu imparatorlukla yaptığınız antlaşmaları tanımıyoruz, yeni devlet kurduk ve onunla masaya oturacaksınız şimdi", deniyor dünyanın en güçlü liderlerine. Bunlar deniyor ve de kabul ettiriliyor... Bunun nasıl deli bir inanç ve idealizm olduğunu ancak bu yaşımda kavrayabiliyorum. Hayran oluyorum.
LOZAN TARİH MÜZESİ, KARMAŞIK BİR HİKAYE
Ve sonra Lozan’a uçuyorum. Bu hikayeyi tamamlamak, Türkiye’de başlayan hikayeyi Lozan’da bağlamak istiyorum Lozan Tarih Müzesi’ndeki "Sınırlar. Lozan Antlaşması, 1923 – 2023" sergisiyle. "İsmet Paşa Uşi’de (Ouchy)" diye WhatsApp grubumuz var ne zamandır. Paşa’nın belki de konferanstan bunalıp Leman Gölü’nde bir kayıkta kürek çektiği, halen Beau-Rivage Otel’inde duran bir fotoğrafından esinlenme grup adı. İsmet mutlu, biz mutlu. Ama sergide anlıyorum ki, herkes o kadar da mutlu değil...
Lozan’daki sergi, üç bölümden oluşuyor; 9 ay süren Lozan Antlaşması görüşmeleri süreci ve Türkiye’nin kuruluşu, antlaşmanın ilgili topluluklar üzerindeki sonuçları ve son olarak sonuçların bugüne yansımaları. Serginin konferans sürecini anlatan ilk kısmı, sunduğu belgeler ile güzel başlıyor. 1920’lerin Türkiyesi'nden bir video izliyorsunuz. Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma levhalar, Lozan Konferansı’ndan birçok fotoğraf ve video ile bugün kapıdan çıkınca gidebileceğiniz mekanlarda, bir zamanlar olanları izlemek pek hoş.
Serginin en güzel kısmı, İstanbul’daki sergide de gördüğünüz karikatürler. Konferansı belgelemeleri için tutulan Alois Derso ile Emery'nin "Lozan'da Kuklalar" (Guignol à Lausanne) serisi, yirmi beş taşbaskıdan oluşuyor. Baskılar yüz nüsha olarak basılarak konferansta delegeler arasında dağıtılmış. Delegeler arasında dağıtılmasına çok güldüm; çünkü serinin neredeyse üçte biri delegelerin hunharca çizilmiş, stereotipik, komik portrelerinden oluşuyor. Portrelerin dışında konferanstan masa başında sahneler, bir boks maçına benzetilmiş görüşmeler, basın odasındaki halleri de görüyorsunuz. Bu karikatürler, Lozan Barış Konferansı’nı tatlı hicviyle en iyi yansıtan belgelermiş. İnternetten bakmanızı mutlaka öneririm.
Konferans belgelerinden sonra sergide azınlıklar kısmına geçiyoruz; Ermeni Soykırımı ve özellikle Türkiye-Yunanistan arasındaki nüfus değişimi üzerine yoğunlaşılıyor. (Bu arada müzede süreç ile ilgili çok güzel kitaplar satılıyor. Türkiye’de de İstos Yayın’dan çıkan, Soloup’un 'Ayvali – Ayvalık, Dört Yazar, Üç Kuşak, İki Yaka' çizgi romanını aldım çıkışta. Bir de Türk-İsviçre Derneği’nin hazırladığı, herkese önerebileceğim muazzam kitap 'Bizim Lozan'ı) Ocak 1923'te Yunan-Türk anlaşmasıyla yapılan nüfus değişimi, iki taraf için de hüzünlü bir süreç. (Bu konuya odaklanan ve insanların yaşadıkları zorlukları anlatan Türk-Yunan ortak yapımı "Bir Tutam Baharat" filmini merak edenlere öneririm.) Nüfus değişimi sırasında en az 1,2 milyon Rum, bugünkü Türkiye topraklarından o zaman 4,5 milyon nüfuslu Yunanistan'a göçmek durumunda kalıyor. Bunun Yunan nüfusu ve kültürü üzerindeki etkisini bir hayal etmeye çalışın... Ki serginin sonunda videoların bulunduğu odada, bugün halen bu anlaşmadan etkilenmiş insanların ailelerinden bu değişimi dinliyorsunuz.
Serginin günümüze yansımalar kısmı ismi maalesef oldukça zayıf. Cumhuriyet döneminde İstanbul’a Nestle (İsviçre markası) fabrikası kurulması gibi alakasız detayların yanı sıra Kürt bir köylü kadının resminin altında PKK’nın kurulmasından bahsediyor. Sonra niye kuruldu, ne oldu, içi pek dolmuyor. Ermeniler, Yunanlılar birden ortadan kalkıyor, Yahudiler hiç yok ama işte Kürtlerle ilgili bir laf edilmek istenmiş, havada kalmış. Canım Avrupa'm, ne ikiyüzlüdür, kendi kapısının önünü temizlemez ama senin evine girip kirli çamaşırlarını karıştırır... Türkiye’ye edilecek laf elbet çok ama etmek için ettiğini keşke o kadar belli etmeseydiler keşke diye düşünüyorum. Bir başka garip bulduğum konu ise, konuya bugünden bakmak için sergiye davet edilen çağdaş sanatçının Almanya’da yaşayan Mîrkan Deniz olması. Sanatçının işlerine söz meclisten dışarı; “Türkiye’nin kuruluşu ve bugüne yansımaları ile ilgili çağdaş bir yorum isteniyorsa Türkiye’den Türk, Kürt, Ermeni sanatçı davet etmek sergi küratörlerinin, araştırmacılarının hiç aklına gelmemiştir", diye iyi niyetli düşünemiyorsun. Pollyanna vefat edeli çok oldu.
DAVRANABİLECEK Mİ?
İki farklı ülkede, aynı tarihi anlatan iki farklı sergi... 1923’e gittiğin, o salonlarda gezdiğin, Türkler, Türkiyeliler olarak hafızamızın tazelendiği ve iki sergide de İsmet Paşa’nın pek keyifli olduğu iki farklı deneyim. Farklılaştıkları nokta, bizim tarafta (doğal olarak) milli duyguların, diğer tarafta ise bugünün siyasi sorgulamalarının öne çıkması. Dünyanın savaş halinde olduğu bugünlerde, bir barış antlaşmasının 100'üncü yılını kutlamak buruk ama yine de güzel.
Son söz olarak, 1923’te Avrupa’da çıkan yorumlara göz atalım... Avrupa’da belirli gazeteler sonunda biten Birinci Dünya Savaşı’nı, barış antlaşmasını ve yeni ülkeyi kutlarken, daha ihtiyatlı İsviçre gazetesi Pays-d'Enhaut Vaud’da şunlar denmiş: "Barış antlaşmasını analiz etmeyi konunun uzmanlarına bırakmalıyız. Şunu belirtmek yeterli: Türkiye asıl amacına ulaştı; tam egemen bir devlet olarak kabul edilmek ve muamele görmek. Peki medeni bir devlet gibi davranabilecek mi? Bugüne kadar azınlıklara nasıl davrandığını göz önünde bulunduran bazıları, şüphe duyuyor gibi görünüyor. Her ne kadar kusurlu olursa olsun, Lozan Barışı Avrupa'nın yeniden inşası yolunda önemli bir adımdır. Yüzyıllardır Avrupa siyasetine yön veren ebedi Doğu sorunu yeni bir aşamaya giriyor."
Peki soruyorum: Medeni bir devlet gibi davranabiliyor muyuz? Durup durup kayan şirazemiz, birbirimizi yemelere doyamamamız, aslında zengin, bereketli, güneşli bir ülkeyken bunun bir türlü farkına varamayıp küçük bir asabi velet gibi agresif davranmamız dışında, yuvarlanıp gidiyoruz be canım. İyi ki doğduk, iyi ki varız! Cumhuriyetimizin 100. yılı kutlu olsun, daha güzel günler bizim olsun!