YAZARLAR

İstanbul’da Rumlar, Batı Trakya’da Türkler

Lozan Heyeti Reisi ve Hariciye Vekili İsmet [İnönü], 23 Ağustos 1923’te Anadolu’nun yeni durumunu değerlendirdi: “Vaziyetin ibram ettiği [zorladığı] çareyi kabul etmek mecburiyeti hâsıl oldu. Bununla hulûsu [temiz] niyetimizin asırlardan beri halledemediği hastalığı esasından tesviye etmiş [gidermiş] oluyoruz. Kazanmış olduğumuz menfaat şudur ki, Anadolu vatanı aslisi hemen hemen yeknesak vatan olmuştur."

Rumların Anadolu’yla Trakya’dan ve Türklerin Batı Trakya hariç Yunanistan’dan temizlenmesine imzanın 100’üncü yılı. Oysa bu coğrafya Rumların binlerce yıllık yurduydu. Mübadil Türkler için aynı değerlendirmeyi yapamayız. Lozan’da başlayan konferansta ilk imza 100 yıl önce 30 Ocak 1923’te atıldı. Türkiye ve Yunanistan Mübadele Sözleşmesi’yle milyonlarca insan yerinden, yurdundan edildi. 1,2 milyon Rum, Yunanistan’a gitti ve 466 bin Türk, Türkiye’ye geldi.[1] Türk mübadiller imza sonrasında geldiği halde, bu durum Rum mübadiller için geçerli değildir. 1,2 milyon Rum mübadilden antlaşma gereği giden 112 bindir.[2] Demek ki 1922 sonu itibariyle 1,1 milyon Rum Anadolu’yu ve Trakya’yı terk-i vatan etmişti ya da etmek zorunda kalmıştı. Antlaşma gereği Türkiye’de İstanbul, İmroz’la Bozcaada Rumları ve Yunanistan’da Batı Trakya Türkleri mübadele kapsamında değildi. 1920’ler itibariyle Yunanistan’da Türk ve Türkiye’de Rum nüfus birbirine eşit, 120 bin civarındaydı.[3] Geçen sürede her iki devlet, Kıbrıs dâhil arasındaki her sorunun faturasını vatandaşı ‘öteki’ye kesmeye meyyal olduğu için neler yapıldığını yaşayanlar bilir. Bir asrın sonunda kalan nüfus, tahmini 3 bin Rum ve 110 bin Türk’tür.

Başlığın kaynağı Aziz Nesin. Bulgar Devlet Başkanı Todor Jivkov’un Bulgaristan’daki Türk vatandaşlarının aslında ‘Bulgar’ olduğu iddiasıyla 1980’lerin ortasında yoğunlaştırdığı Bulgarlaştırma politikasıyla, Türkçe konuşmak ve isimler yasaklandı. Türkleştirme ve Sünni İslamlaştırmayı yaşayanların yabancısı olmadığı politikalardı… 1989’da Bulgarlaştırma politikalarının kurbanı Türklerden 300 bini aşkını Türkiye’ye geldi, ancak bunun yarısı sonraki iki yılda geri döndü. Balkan ve Anadolu halklarının ne yaşadığının şahidi ve halklarımızın vicdanlı kalemi Aziz Nesin’in 1989’da yazdığı kitabın ismi: Bulgaristan’da Türkler, Türkiye’de Kürtler. Kitabın adını unutmadım ve şu an elimin altında olmadığı için birkaç kelam olsa da paylaşamıyorum.

Konumuz mübadele ve iki ülkenin vatandaşı ‘azınlığı’ Rumlar ve Türkler konusuna dönersem. Mübadele, Lozan’a giden Türk heyetinin 14 maddelik talimatının 9’uncu maddesiydi. Ve 30 Ocak 1923’te imzalanan Türkiye ve Yunanistan Mübadele Sözleşmesi, Lozan Antlaşması’nın bir ekiydi. 1914’te gündeme gelen Osmanlı ve Yunanistan mübadele müzakeresi, ancak 1923’te imzalandı. Bu ikincisiydi; birincisi Bulgaristan’la imzalanmıştı 1913’te. Sözleşme 23 Ağustos 1923 tarih ve 340 sayılı kanunla onaylandı. Buna göre, 1- Mayıs 1923 tarihinden itibaren Türkiye’deki Rum Ortodokslar ile Yunanistan’daki İslâmlar mübadeleye tâbidir (madde 1). 2- Dersaadet’deki [İstanbul’daki ve Gökçeada ile Bozcaada’daki] Rum Ortodokslar ve Garbi Trakya’daki İslâmlar mübadeleden istisnadır (madde 2). 3- 18 Ekim 1912’den itibaren gitmiş olan Rum Ortodokslar ve İslâmlar mübadele kapsamındadır (madde 3). 4- Mübadillerin malları tasfiye edilecektir (madde 8-10). 25 Ağustos 1923’te başlayan mübadele süreci, ancak 10 Haziran 1930’da Ankara’da imzalanan anlaşmayla bitirildi.[4] Sözleşmede mübadil taraflar, Osmanlı’daki dini tanımdan hareketle ‘Rum Ortodokslar’ ve ‘İslamlar’ olarak tanımlandı. Millet tanımlaması yapılmadı. Aslında bir millî sorun meselesi olduğu için millet tanımlamasını dikkate alacağım: Rumlar ve Türkler.

İSMET [İNÖNÜ]: YEKNESAK VATAN OLDU

Mübadeleyle Anadolu’nun yeknesak vatan haline getirildiği, yani 1915 sonrasında kalan Hıristiyanlardan temizlendiği itiraf edildi. Lozan Heyeti Reisi ve Hariciye Vekili İsmet [İnönü], 23 Ağustos 1923’te Anadolu’nun yeni durumunu değerlendirdi: “Vaziyetin ibram ettiği [zorladığı] çareyi kabul etmek mecburiyeti hâsıl oldu. Bununla hulûsu [temiz] niyetimizin asırlardan beri halledemediği hastalığı esasından tesviye etmiş [gidermiş] oluyoruz. Kazanmış olduğumuz menfaat şudur ki, Anadolu vatanı aslisi hemen hemen yeknesak vatan olmuştur. Memleketimize alacağımız ve muhaceret sebebiyle birçok ıztırabat çekecek, millettaşlarımız gelip geçecek olan bu hali âtiye [geleceğe] ait derin mülâhazat ile [düşünceyle] iktiham etmelidir [karşı durmalıdır]. Dâhilde hükümetçe kabili tatbik olan bütün tedabiri tatbik ettik […] Fakat bir sureti hal üzerinde karar aldıktan sonra memleketimiz dâhilindeki bütün anasır için vazifemiz maziyi unutturacak bir sükûn tesis etmektir [huzuru oluşturmaktır]. Yeni Türkiye’nin hududu dâhilinde kalacak olan bütün vatandaşlar yekdiğeriyle itilâf etmesini [uyuşmasını] bilerek bir vatan içerisinde huzur ve sükûn içinde yaşayacaklardır.”[5]

Türk Kurtuluş Savaşı’yla Anadolu’nun yeknesak Türk’ün vatanı olduğu tespiti önemliydi. Anadolu ve Trakya sadece Rumlardan değil, Ermeniler de dâhil neredeyse tüm Hıristiyanlardan temizlenmişti. Ve Trakya’da kalan Yahudilerse 1934 yazında kovalandı. Vatan olması için “Dâhilde hükümetçe kabili tatbik olan bütün tedabiri tatbik ettik” ifadesi de ne yapıldığının açık beyanıydı.

1,2 milyon Rum mübadilin 112 bini antlaşma sonrasında gitti (BCA-F: 030.10/K: 124, D: 885, S: 4).

Hıristiyanların temizlenmesi’ politiğinin temelini atan Abdülhamid’dir. 1878’de Anayasa’yla Meclis’in ilga edildiği ve Osmanlı’nın Rusya’ya yenildiği koşullarda Abdülhamid, Tanzimat’ın ittihadı anasır’ politikası yerine ‘ittihadı [Sünni] İslam’ı hâkim kıldı.[6] Taner Timur’un analizi her şeyi özetlemektedir. 19. yüzyılın son çeyreği konjonktüründe Osmanlı’da “unsurların yani milletlerin” değil, Sünni İslam’ın birliği esas alındı. Bu, dinen Sünni İslam unsuru, Türk millî devletinin ve 1923’te ilan edilecek Cumhuriyet’in temel iki faktöründen biriydi. Diğeri de milleten Türk’tü.

Hıristiyanların tasfiyesi politikasında öncelikle Ermeniler hedeflendi. Hamidiye Alaylarıyla on binlercesi imha edilen Ermeniler, can derdinde tek tek değil köy köy Sünni İslamlaştı. Selim Deringil, bu dönemdeki [Sünni] İslamlaşmayı, “Canını kurtarmak için ihtida, Anadolu’da Ermenilerin kitlesel ihtidası (1895-1897)” başlığıyla incelemiştir.[7] Hava hemen döndü, İstanbul kent nüfusunda 1840-1880 arasında yüzde 50’nin üzerinde olan gayri İslam nüfusu, 1885’te tersine döndü yüzde 45’e geriledi.[8] Muhtemel ki, bu yıllarda Osmanlı’nın diğer önemli ticaret merkezleri İzmir’de, Selanik’te ve Trabzon’da da kentin demografik yapısı değişmiştir. Beş yılda ne olmuştu? Bu, gelen muhacir nüfusla açıklanabilir mi?

1908’e geldik; Abdülhamid indirilse de politikasında esasta değişiklik yapılmadı. Çünkü yapılacakların önüne bent kuruldu; adımlar atılamadı, niyette kaldı. Dönemin en temel adımı, Ermeni meselesiyle ilgili olarak hükümet ortağı İttihat ve Terakki’yle Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaktsutyun) arasındaki müzakeredir. 1908’de başlayan müzakere, 1913’te tıkandı. Ocak 1913 darbesi, aslında 1908 öncesine dönüldüğünün ilanıydı. 1913’lerde İttihatçılar Abdülhamid’in İslamcılığını, Türkçülükle harmanladı. Bu temelde Cumhuriyet’e varıldı. 1914’lerden 1923’e Anadolu ve Trakya’da Hıristiyanlar tasfiye edildi, Sünni İslamlaşan da canını kurtardı. Böylece Anadolu, İsmet İnönü’nün ifadesiyle yeknesak vatan olmuştu. Bunun sonucunda 1914’teki Osmanlı’nın nüfus sayımına göre yüzde 20 olan Hıristiyan ve Musevilerin payı, 1927’de yüzde 2,8’e gerildi, bugün de belki binde 1. Ne oldu da yüzde 20, binde 1’e geriledi? Hıristiyan milletlere bunu yapan ekonomi politiğin hedefinde artık gayri Türk İslam milletler ve Alevi-Kızılbaşlar vardı. Nitekim bugünkü Kürt ve Alevi-Kızılbaş meselesinde yaşadığımız, Türk Nüfus Mühendisliği’nin ilgili maddesinin icrasıydı.

ANADOLU TEMİZLENMİŞTİ

Anadolu’nun kadim iki milletinden Ermeniler 1915’te ve Rumlar 1920-1922 ‘kurtuluş’ yıllarında tasfiye edildi. Rumlar için 1920 öncesi de huzurluydu diyemeyiz. 1913-1914’te Ege ve Marmara kıyısındaki Rumlar, İttihatçı hükümet planıyla Yunanistan’a kovalandı. Bizzat harekâtı örgütleyenlerden Celâl Bayar, anılarında her şeyi detaylı yazdı. Rumlar, savaşta da kıyıdan içeriye kovalanmıştı.  

1920’lere gelindiğinde Türk Kurtuluş Savaşı’nda İttihatçılar, Kuvayı Milliyeciler olarak teşkilatlanmış ve Abdülhamid’in Hıristiyanları tasfiye politikasına kalındığı yerden devam edilmişti. Yunanistan’ın 15 Mayıs 1919’da İzmir ve sonrasında iç Anadolu’ya yaygınlaşan işgali olmasaydı, Hıristiyanların temizlenmesinde böylesi bir hedefe ulaşılır mıydı? Bu sorunun kolayca cevaplandırılacağı kanısında değilim. Hedefin varlığıyla, ona ulaşmak için gereğinin yapılması farkını göz ardı etmiyorum.

İşgal sonrasında 1919 sonunda Meclisi Mebusan ve 1920 Mart’ta TBMM için yapılan seçimlere Hıristiyanların katılmasının engellenmesi, her şeye rağmen yurdunu terk etmeyen Hıristiyanları neleri beklediğinin ilanıydı. Osmanlı’da mebus seçim sistemiyle ilgili tüm eleştiriye rağmen, 1876’dan 1919’a yapılan beş seçimde çoğulcu yapı korundu. Seçimin ikisi 1876-1878 ve üçü 1908-1914 döneminde yapılmıştı.

Amasya Protokollerinin 3’üncüsünde, seçim ele alındı. ‘Tehcir ve taktil’ meseleleriyle ve başka kötülüklerle lekelenmiş olanların seçime katılmaması, mevcut siyasi partilerin ve Hıristiyanların seçimle temsilinin sağlanması kararlaştırıldı. Buna rağmen seçime katılan sadece İslam ahalisiydi ve seçilenler İslam’dı. Rumların ve Ermenilerin aday olamadığı [ve katılamadığı] 1919 seçimi, Ekim-Aralık’ta yapıldı. Erzurum Mebusu seçilen Mustafa Kemal’in çalışmasına bizzat katılmadığı 4’üncü dönem Osmanlı Meclisi Mebusan’ı İstanbul’da 12 Ocak 1920’de 168 milletvekilinden 72’sinin katılımıyla toplandı.[9] 72 mebustan bir tanesi gayri İslam’dı; o da İstanbul mebusu Musevi Mişon Ventura’dır.[10] Meclisi Mebusan, 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmi işgali ardından en son toplantısını 18 Mart’ta yaptı. 19 Mart’ta M. Kemal’in ilgililere gönderdiği seçim talimatına “Hıristiyanların seçime katılmasının engellenmesi” yazılmadı.[11] Seçilen mebusların tamamı İslam’dı. Hıristiyanların seçme-seçilme hakkından mahrum bırakılması fiilen vatandaşlığı sorgular duruma getirmektedir. Fiilin adı 2’nci sınıf vatandaşlıktır. 1877’deki Mebusan dâhil hiç böyle bir durum yaşanmamıştı.

23 Nisan 1920’de TBMM açıldı ve hükümet oluşturuldu. 1920 yazında Yunan işgalinin İzmir vilayeti ve biraz çevresinde olduğu günlerde Ankara’nın gündeminde, siyasi ve askeri sebeplerle Bolu, Geyve, Ertuğrul (Bilecik), Eskişehir, Kütahya, Afyonkarahisar, Denizli, Burdur ve Isparta’da bulunan Rum ve Ermenilerden “şimdilik 20-40 yaşında bulunan erkeklerin” kovalanması vardı.[12] Takibi yapıldı ve Konya, Karaman’la Ereğli Hıristiyanları da kovalandı.[13]

Ankara hükümetinin neler yaptığını özetleyen İsmet İnönü’ydü: Anadolu’nun yeknesak vatan olması için “dâhilde hükümetçe kabili tatbik olan bütün tedabiri tatbik ettik.” Zaten Ankara hükümeti de meseleyi tartışmış olmalı ki, siyasi ve idari nedenle Rum ve Ermenilere ait “muâmelatı tasarrufiyyenin tehirine artık lüzum” (yapılacakların ertelenmesine artık gerek) kalmadığı kararlaştırıldı.[14] Böylece, Hıristiyanlara yönelik politikanın ertelenmeyeceği resmen vurgulandı. Bundan sonra ne mi yapıldı? Hıristiyanları kovalamaya devam edildi ve malına, mülküne el konuldu. Çünkü 15 Nisan 1923 tarih ve 333 sayılı kanunla, sahibinin başında olmadığı her mülk devletindi (madde 6).

Ankara hükümeti, Hıristiyanlara yönelik politikaya devam kararı aldı (BCA-F: 030.18.1.1/K: 1, D: 14, S: 7).

Hıristiyanların en kanlı kovalanmasını Karadeniz Rumları yaşadı. Salt bunun için ordu kuruldu. Milis gücü olarak Topal Osman gibi çetelerin katılımıyla Merkez Ordusu, 1921’de Koçgiri ve Pontos harekâtıyla Kürt Alevi-Kızılbaşları ve Rumları imha etti. Ordu, görevini tamamladıktan sonra da feshedildi.[15]

9 Eylül’de askeri işgalden kurtarılan İzmir’de sırada Hıristiyan ahalinin tasfiyesi planı vardı. Bunun birinci maddesi yangındı. Devamında 20 Kasım’da başlayan Lozan Konferansı’nda mübadeleye 30 Ocak 1923’te imza atıldı. 1,2 milyon Rum mübadilin 112 bininin antlaşma sonrasında gitmesi, öncesinde Rumların Anadolu’dan ve Trakya’dan temizlendiğini ortaya koymaktaydı. Diğer bir deyişle Türk Kurtuluş Savaşı dönemi, Anadolu’da demografik yapıda böylesi değişikliğin fiilen gerçekleştirildiği yıllardı. Yunanistan’dan ise 466 bin Türk mübadil gelmişti.

Demek ki 1,2 milyon mübadil Rum’un yaklaşık 1,1 milyonu Anadolu ve Trakya’dan temizlenmiştir. Bu öylesine yapısal politikaydı ki 1955, 6-7 Eylül pogromu olduğu İstanbul’da yüzde 12 olan[16] Hıristiyan ve Musevi nüfus payı, bugün tahminen belki binde 5’tir, yani yüzde 1 bile değildir. 1955’te İstanbul’un 1,5 milyonu aşan nüfusunun 179 bini Hıristiyan (142 bin) ve Musevi’ydi. Bugün 16-17 milyonluk İstanbul’da Hıristiyan ve Musevi toplamının 100 bin bile olmaması neyin sonucuydu? Anlıyoruz ki Anadolu’yla kalınmadı İstanbul da temizlenmiş ve yüzde 100 İslamlaşmıştır.

ÖZÜR DİLENMELİDİR

Mübadil kapsamında olmayan Rumlar ve Türkler, Türkiye ve Yunanistan’da ‘eşit vatandaş’ olmamanın sorunlarını yaşadı ve yaşıyor. Birkaç kez Batı Trakya’yı gezdim, ekmeğini yedim ve suyunu içtim; güzel günlerdi. 1945 sonrasında Rodop dağlarında Mihri Belli’nin (Kaptan Kemal adıyla) katıldığı gerillaların karargâh merkezinin bulunduğu bölgeye ve Ruşanlar’da Seyid Ali Sultan Dergahı’na gittim. Yunanca andart (gerilla) savaşına katılan Batı Trakya Türk gerillaları hakkında Rahmi Ali ve Tevfik Hüseyinoğlu’nun 60 yıl sonra 2009’daki sözlü tarih çalışması kıymetli ve bilgilendiriciydi. Ve Batı Trakya’da 8-10 Alevi-Bektaşi köyünün bir tür alt resmî ideoloji olan Türk-Sünni İslam egemenliğinin sorunlarını yaşadığına değinmekle yetineyim. Elbette Meriç’in bu tarafındaki Rumların devrimci mücadelesini yok sayamayız. Konuyu dağıtmayayım.

Mübadele sonrasında Türkiye’de [İstanbul (Konstantinopolis), Gökçeada’yla (İmroz) Bozcaada’da (Tenedos)] 120 bin Rum ve Yunanistan’da da [Gümülcine (Komotini vilayeti Rodop), İskeçe (Ksanti), Dedeağaç (Aleksandrupolis), Evros (Evrou)] 120 bin Türk kalmıştı. 100 yılda nice politikalar izlendi; en çok da Kıbrıs faturası kesildi. Her iki tarafın diasporası oluştu. Bugün itibariyle tahmini 3 bin Rum’un ve 110 bin civarında Türk’ün kalması neler yaşatıldığının yalın özetiydi. Yunanistan’da Türkler, parlamentoda temsil hakkını hep kullandı. Bugün de Yunanistan parlamentosunda üç Türk milletvekili [Gümülcine/Rodop milletvekili İlhan Ahmet (KİNAL) ve İskeçe/Ksanti milletvekilleri Hüseyin Zeybek (SYRİZA) ile Burhan Baran (KİNAL)] vardır.

Detayına girmeden iki tarafta bazı politik uygulamalara dikkat çekeceğim.

1955’te İstanbul’da 6-7 Eylül pogromunun ardından 1964’te iki önemli plan yürürlüğe kondu. Biri, 30 Ekim 1930’da imzalanan İkamet, Ticaret ve Seyrisefain Antlaşması’nın iptaliyle İstanbul Rumlarının kovalanması ve diğeri de İmroz’da “açık cezaevi açılması”yla birlikte üretme çiftliğiyle yatılı ilköğretim okulunun kurulması için arazi istimlak edilmesiydi. Önemli bir diğer sorun veraset intikalin fiilen yapılmamasıydı. Ve ‘eşit vatandaş’ olunmadığı da resmen kararlaştırıldı: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 8 Mayıs 1974 tarihli Balıklı Rum Hastanesi kararında[17] Rumlar, “Türk olmayan” yani yabancı diye tanımlandı. Kararın alındığı yıllarda 1844’ten beri faaliyet gösteren Ruhban Okulu kapatıldı; AKP’li yıllarda bugün yarın eğitime yeniden başlayacak dense de halen açılmadı.

Yunanistan vatandaşı Türkler de… Yunanistan’da Mübadele Sözleşmesi’nde “İslam” dendiği gerekçesiyle, 1927’de kurulan İskeçe Türk Birliği ile 1928’de kurulan Gümülcine Türk Gençler Birliği’nin adındaki ‘Türk’ün çıkarılması istendi. Bunun gereği yapılmadı ve her iki teşkilat tabelasız faaliyetini sürdürmektedir, sitesinden bakılabilir. Ve kangrenleşen sorun, iki müftünün seçilememesidir. Yunanistan’ın AB’ye girmesi sonrasında belediye dışında valililerin seçilmesiyle de yardımcılarının Türk olması imkânı yaratıldı. Bu, ilişkide pozitif adımdı, sonuçları da görüldü. Bugün seçimle yönetimin belirlendiği 13 eyaleti bulunan Yunanistan’da Batı Trakya’nın dâhil olduğu Doğu Makedonya ve Trakya Eyaleti Başkanının iki yardımcısı Türk’tür.

Türkiye’de merkezi zincire karşı yerelde valiler de seçilmelidir. Bugün belediye seçimini HDP’nin kazandığı vilayetlerde ve ilçelerde yapılanlar gözümüzün önünde. Bir emirle tüm seçilenler tasfiye edildi ve milyonların temsil hakkı yok sayıldı. Bir atanmışın kararıyla milyonların oyu berhava edildi. İstanbul’da 4 milyon 742 bin (yüzde 54,21) oyla seçilen İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na valilik kanalıyla neler yapıldığına da şahitlik ediyoruz. Ne demokrasi amma, 1 atanmış 4,7 milyonu yok sayabiliyor!

Umarım, mübadelenin ikinci yüzyılına girerken Türkiye ve Yunanistan, uluslararası silah tekelleri defterini kapatıp, vatandaşı Rumlardan ve Türklerden özür dileyip, yaptıklarını tazmin eder ve diasporada yaşayan herkesin vatandaşlığını yeniler de Ege Denizi barış gölü olur!

NOTLAR:

[1] TBMM ZC, devre: III, cilt: 26, s. 60-67 ve zabıt sonundaki 92 no’lu raporda s. 4, 9; Nüfus İşleri Genel Müdürlüğünün 10 yıllık Çalışma Raporu (1933), 12.8.1933 tarihli, İskân Tarihçesi, s. 10, BCA-F: 030.10/K: 124, D: 885, S: 4.

[2] Nüfus İşleri Genel Müdürlüğünün 10 yıllık Çalışma Raporu (1933), s. 1 ve İlişik Sayı: 8, BCA-F: 030.10/K: 124, D: 885, S: 4.

[3] Umumi Nüfus Tahriri (1927), Fasikül I, Ankara-1929, s. lxxıv (Rumca konuşanlar, NO); Baskın Oran, Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları: 2, Ankara-1986, s. 8.

[4] Lozan Barış Konferansı, tutanaklar-belgeler, cilt: 2, çeviren: Seha L. Meray, Yapı Kredi Yayınları, 2. baskı, İstanbul-2001, s. 17-19; Nüfus İşleri Genel Müdürlüğünün 10 yıllık Çalışma Raporu (1933), Hulâsa, s. 1 ve İskân Tarihçesi, s. 3-6, BCA-F: 030.10/K: 124, D: 885, S: 4; Mübadeleye Dair Türkiye ve Yunanistan Arasında İmza Olunan Mukavelenameler, Muhtelit Mübadele Komisyonu Kararları, Türkçeye çeviren: Mehmed Esad Atuner, Damga Matbaası, 1937, s. 25-32.

[5] TBMM ZC, devre: II, cilt: 1, s. 279.

[6] Taner Timur, Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu, 3. basım, Yordam Kitap, İstanbul-2020, s. 157-161.

[7] Selim Deringil, İhtida ve İrtidad, çeviren: Ayşen Anadol-Taciser Ulaş Belge, İletişim Yayınları, İstanbul-2017, s. 281-341.

[8] Kemal H. Karpat, Osmanlı Nüfusu, 1830-1914, çeviren: Bahar Tırnakcı, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul-2003, s. 122.

[9] Taha Niyazi Karaca, Son Osmanlı Meclis-i Mebusan Seçimleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2004, s. 294, 317; Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, cilt: 2, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara-1994, s. 321.

[10] Türk Parlamento Tarihi, I. ve II Meşrutiyet, cilt: 2, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara, s. 68; Avner Levi, Türkiye Cumhuriyeti’nde Yahudiler, İletişim Yayınları, 2. baskı, İstanbul-1998, s. 165.

[11] Zeki Sarıhan, age, s. 437; Türk Parlamento Tarihi, I. Dönem (1919-1923), cilt: 1, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara-1995, s. 38.

[12] 13 [15].9.1920 tarih ve 215 sayılı kararname, BCA-F: 030.18.1.1/K: 1, D: 11, S: 17.

[13] 11.5.1921 tarih ve 839 sayılı kararname, BCA-F: 030.18.1.1/K: 3, D: 19, S: 7.

[14] 7.10.1920 tarih ve 264 sayılı kararname, BCA-F: 030.18.1.1/K: 1, D: 14, S: 7.

[15] Nevzat Onaran, Devletin Dâhili Harbi, Kor Kitap, İstanbul-2021, s. 23-269.

[16] DİE, Gene Nüfus Sayımı 1955, Yayın No: 399, s. 108, 117, 119.

[17] Yargıtay Kararlar Dergisi, yıl: 1975, ay: 8 [Ağustos], s. 16.


Nevzat Onaran Kimdir?

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre muhasebecilik yaptı ve ardından ekonomi muhabiri olarak Özgür Gündem, Evrensel dâhil birçok gazete ve dergide çalıştı. Yakın dönem okumalarını Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinin analizinde yoğunlaştırdı. 1915-1940 dönemini inceleyen dört kitabı yayımlandı.