İstanbul’un meydan yarışmaları: Halka oynamak
Mimarlar arasında, “jüriye oynamak” diye bir söz vardır. Jüri tarafından tek birincinin seçildiği ve kazanan projenin uygulandığı yarışmalarda, mimarlar özgün düşünceleri ile yine kendi meslektaşlarından oluşan jüri üyelerinin, önceki çalışmalarına bakarak tercih ya da beğenilerini dikkate alma çelişkisine düşebilirler. Burada jüri halk olunca, yeşil meydan beklentisini karşılama refleksi tüm yarışmacılarda oluşmuş gibi duruyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) açtığı kentsel tasarım yarışmaları dizisinde Taksim ve Bakırköy meydanları ile Salacak sahil düzenlemesi yarışmalarının eşdeğer ödülleri 12 Ekim’de halk oylamasına açıldı ve yeni bir sürece girildi. Aynı şekilde daha en baştan başlayan tartışmalar da tüm harareti ile sürmekte. Ancak gündelik hayatında sadece Taksim ve Beyoğlu olan biri olarak, diğer iki yarışmayı yazı dışında bırakmak zorunda kaldığımı da belirtmeliyim.
Tartışmalar üç başlık altında toplanabilir.
1. Yarışma öncesi ve yarışma şartnamesinin oluşturulması aşamasında ilgili aktörlerin sürece yeterince dâhil edilmemesi.
2. Seçilen üç eşdeğer projenin Taksim’in siyasal hafızasına yer vermek ve uzun vadeli bir meydan kurgusu oluşturmak yerine, popülist, meydanı parklaştıran bir anlayışa sahip olmaları.
3. Kentsel tasarım gibi uzmanlık gerektiren bir alanda son kararın halka bırakılmasının sakıncaları ya da halk dâhil edilecekse en azından bu sürecin daha en baştan başka türlü kurgulanması gerektiği.
Ancak bu üç tartışma alanının boş bıraktığı çok önemli dördüncü bir alan daha var.
Türkiye çok uzun zamandır bir akıl tutulmasının içinde. İktidar, kendisini devlet yerine koyuyor ve kendisini eleştiren herkesi potansiyel terörist olarak görüyor. Hukuk, belirsiz ve keyfi kararlara dayanan bir alana sıkışmış durumda. Üstelik bütün bu durumlar gündelik hayatımıza o kadar sızdı ki, çoğu zaman bu tuhaflık normalimiz olabiliyor.
Siyasal alan bu haldeyken, demokratik, katılımcı, özgürlükçü olma iddiaları ile yola çıkan bir yarışma sürecinin bu toplumsal ortamı görmezden gelmesi, ortaya çıkan ürünlerin ideal bir dünyanın hijyenik mekanlarını yansıtması ve beraberindeki sessizlik tam bir anomali. Oysa bu anomaliyi açıkça tartışmaya açmanın, Taksim Meydanı üstünde devletleşmiş iktidar ve İBB arasındaki çatışmayı ortaya dökmek ve normal bir ülkede olabileceklerin burada olamayanlarını konuşmanın hem siyaseten hem de yarışma süreci için çok faydalı olacağı düşüncesindeyim.
Eşdeğer ödüllere baktığımızda bahsettiğim anomali ile hesaplaşan bir proje yok. Her üçünün de ya Maçka’ya doğru uzanan bir köprü ile Proust’un büyük gezi parkını canlandırmaya çalışan, ya hafıza müzesi ile meydanın tarihini geçmişe gömen ya da meydanın eski canlılığını tekrar kazandırmak isteyen ama aslında meydana açtığı büyük delikle meydanı azaltan tavrında, halkın duygularına oynayan gizli bir nostalji hakim.
Projelere dikkatle bakarsanız, köprü, müze, delik fazlalıkları çıkarıldığında, her üç proje de neredeyse aynı. Tanıtım videolarında 15 numaralı proje “Yeşil hafızaya uygun bir tasarım,” 16 numaralı proje “Parkın ağaç varlığını arttırıyoruz,” 19 numaralı proje ise “Gelin İstanbul’u hep beraber yeşillendirelim” diyerek aynı akslarda Gezi Parkı’nı meydana taşıyorlar, meydanı küçültüyorlar ve meydanın kullanımını parka dönüştürüyorlar.
Bu tavrın anlaşılır yanı şu: Ülkede doğa katliamlarının ardı ardası kesilmez ve Gezi Parkı Direnişi’ni başlatan parktaki ağaçların sökülmesi iken, herkeste yeşil bir meydan beklentisi oluştu. Oysa Taksim Meydanı’nın dünyadaki muadili sayılabilecek 200 yaşındaki Londra- Trafalgar, 100 yaşındaki New York-Times ve 1000 yaşındaki Venedik-San Marco meydanlarında tek bir ağaç yoktur. Yaşları önemli, sürekliliklerini ve kentin bir parçası haline nasıl geldiklerini anlamak için. Ve bu meydanlar, boşluklarını tarif eden sınırlayanlar tarafından beslenir, hayat bulurlar. Taksim Meydanı bu örneklere göre çok daha şanslı bir meydan. Kuzey sınırındaki Gezi Parkı’ndan beslenebiliyor. Fakat onun yerine eşdeğer ödüllerde parkın, meydanı yutmasına izin verilmiş ve yarışmanın adının “Taksim Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması” olduğu unutulmuş.
Mimarlar arasında, “jüriye oynamak” diye bir söz vardır. Jüri tarafından tek birincinin seçildiği ve kazanan projenin uygulandığı yarışmalarda, mimarlar özgün düşünceleri ile yine kendi meslektaşlarından oluşan jüri üyelerinin, önceki çalışmalarına bakarak tercih ya da beğenilerini dikkate alma çelişkisine düşebilirler. Burada jüri halk olunca, yeşil meydan beklentisini karşılama refleksi tüm yarışmacılarda oluşmuş gibi duruyor.
Peki, İBB niye jürinin sadece bir birinci seçtiği bir yarışma yerine üç eşdeğer projenin halka sorulduğu bir yarışmaya ihtiyacı duydu?
Türkiye’de liyakatin yerini çıkar ilişkileri almış durumda. Yukarıdan aşağı bütün ilişkiler bu şekilde kuruluyor. Bu durum belli bir konuda uzmanlığı, o konuyu bilmeyi, deneyimi değersizleştirdi, yok etti. Aradan uzmanlık çekilince de geriye sadece yukarıdan halka dayatılan, itirazsız itaat beklenilen tebliğler kaldı.
Görünen o ki, nasıl meydanı ağaçla doldurmak bir reflekse, belediyenin böyle bir yarışma modelini seçmesi de başka bir refleks. Artık varlığı ortadan aldırılmış uzman, elitist bir varlık olarak yargılanmakta. Bu, ciddi bir uzman alerjisi oluşmasına neden oldu. Oysa uzman halktan ayrı bir insan değil, içinde yaşadığı toplum tarafından şekillenmiş birisidir.
Her zaman derim, “mimarlık, mimarlık içinde kalarak yapılamaz.” Mimar, bir uzman olarak toplumun varoluş mekânına dair öngörülerde bulunacaksa, bu aynı zamanda başta kendisi olmak üzere toplumu ve gündelik hayatı bir bütün olarak anlamasını, siyasete, toplum bilimlere, felsefeye ve psikolojiye dair bilgisi olmasını gerektirir. Bu sayede hem halkın gündelik ihtiyaçları ve beklentileri hem de mesleğinin gerektirdiği uzmanlık buluşabilir; ortaya sağlıklı, sürdürülebilir ve uzun vadeli ürünler çıkabilir. “Sağlıklı, sürdürülebilir ve uzun vadeli” kelimelerini boş yere kullanmadım. Çünkü bu söylediklerimi siyasal alana taşımam gerekirse, unutmayın, bu ülkede rejim halk oylaması ile değişti.
Son olarak şunu eklemem lazım: İBB’nin açtığı yarışmaların, insanların kent ve kendi gündelik hayatları üstüne düşünmesine teşvik etmesini çok değerli buluyorum. Ne kadar çok tartışır ve birbirimizi anlamaya çalışırsak, süreç o kadar sağlıklı ilerleyecektir. Herkes oylamaya katılmalı, tercihini belli etmelidir. Ama sanılmasın ki, hangi proje ne şekilde uygulanırsa uygulansın, bu bir sonuç olacaktır; Taksim Meydanı çok genç, şunun şurasında 70 yıllık bir meydan, daha yaşayacağı çok şey var.
Not: Aşağıdaki linkten projeleri inceleyebilir ve oylamaya katılabilirsiniz.