Istırap Korosu: Çemberi kırmak için cesaretsiz ama şikayet etmek için oldukça özgüvenliyiz
Murat Mahmutyazıcıoğlu'yla "Istırap Korosu" oyununu konuştuk. Mahmutyazıcıoğlu, Bir toplumdan daha çok kalabalık bir yığın gibiyiz… Ve herkesin de bir ıstırabı var, arabesk bir durum var yani" dedi.
DUVAR - İlk gösterimini 25. İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan "Istırap Korosu" seyircisiyle buluşmaya devam ediyor. Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun yazıp yönettiği Istırap Korosu, bir Bam İstanbul oyunu. Sahnedeki isimler ise Seda Türkmen ve Deniz Karaoğlu.
"Istırap Korosu" seyircisiyle buluşmaya devam ederken biz de Murat Mahmutyazıcıoğlu’yla oyunu konuştuk.
"Istırap Korosu", bir apartmanı merkezine alan ve oradaki insanların kendileri ve komşularıyla yaşadıkları sorunları konu edinen bir oyun. Böyle bir oyunu yazma fikri nasıl ortaya çıktı? Yazım sürecinde yaşadıklarınızı bizimle paylaşır mısınız?
2019 yılında sezon sonuna doğru İKSV’den bir mail aldık Bam olarak, Gülriz Sururi-Engin Cezzar Teşvik Ödülü’ne aday olduğumuza dair. Bir dosya hazırlayıp önümüzdeki projemize destek olmaları için bir sunum yaptık ve Bereze, D22 ile birlikte Teşvik Ödülü'nü aldık. Hep kafamda olan bir apartman hikâyesi anlatma fikri böylece yola çıkmış oldu. Deniz Karaoğlu, Seda Türkmen oyuncu olarak, Gizem Bilgen hareket tasarımcısı, Sevda Deniz Karali ve Özden Selim Karadana da henüz metin yazılmamışken fikir aşamasından itibaren beraber yola çıktığım isimler. Daha sonra pandemi ve sahne yasakları araya girdi, önümüzü göremedik ama arada okumalarda buluşuyorduk, en nihayetinde de Ağustos 2021 gibi fiziksel provalara başladık ve 2 Kasım 2021’de İstanbul Tiyatro Festivali’nde seyirciyle buluştu oyunumuz.
'OYUNCULAR YERİNDEN KALKMIYORLAR AMA DAHA ÖZGÜRLER'
Istırap Korosu iki kişilik bir oyun. Seda Türkmen’le ve Deniz Karaoğlu’nun müthiş bir performans gösterdiklerini söylemek gerek. İki oyuncu yerlerinden kalkmadan birden fazla karaktere hayat verirken biz bütün geçişleri ve bütün karakteri rahatça anlıyoruz. Bu fikir nasıl ortaya çıktı? Uygulama sürecinde neler yaşandı?
İlk oyunumuz "Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin" ile başlayan bir araştırma süreci bu. Bir şekilde anladığımız anlamda mizanseni sahne üzerinden kaldırıp oyuncunun alanını daraltarak, aslında ona oyun alanını daha kalın çizgilerle çizip o kısıtlı alanda daha özgürleşmesini sağlamaya çalışan bir biçim. "Kader Can" oyunumuzla hareket tasarımı olarak ekibe katılan Gizem Bilgen’in müthiş bir katkısı var bu biçime. "Istırap Korosu" bu araştırma sürecinin son halkası diyebilirim. Evet kalkmıyorlar ama daha özgürler, metnin parçalı kurgusu bu biçimle seyirciyle daha sağlıklı buluşuyor düşüncesindeyim.
Oyundaki dekor ve kostüm de minimal düzeyde tutulmuş. Günlük kıyafetler içerisindeki iki kişi, iki tahta kutu üzerinde oturuyorlar. Hareket, dekor ve kostüm geride tutulmasına rağmen oyun oldukça yüksek ritimli, komik ve hüzünlü. Bu durum hakkında neler söylemek istersiniz?
Aslında her şey olması gerektiği kadar var. Sahnede bir metin ve iki güçlü oyuncu görüyoruz, diğer bütün sahne araçları katkısı olabildiği ölçüde var, ne fazlası ne azı… Bu biçimle oyuncunun malzemesini ve yeteneğini sahne üzerinde herhangi başka bir uyarana takılmadan daha saf ve güçlü haliyle seyirciyle buluşturmayı amaçlıyoruz diyebilirim. Tabii elinizde Seda ve Deniz gibi iki çok yetenekli oyuncu olunca sınırlar da zorlanıyor, provalarda daha hızlısı, daha güçlüsü… (bizim tabirimizle) notalara bastıkça her provada oyun daha da güçlendi ve ortaya benim masa başında yazdığım 22 sayfadan, çok sesli çok renkli ve eğlenceli bir oyun çıktı.
'BERABER YAŞAMAYI BİZ ZORLAŞTIRIYORUZ'
Apartmanda birbirinden farklı bir sürü karakter var ve hepsini tek tek düşündüğümüzde memleketin bir kesimini temsil ettiği fikrine varıyoruz. Bu apartman gerçekten de Türkiye mi ve bir arada yaşamak neden bu kadar zor?
Oyunla ilgili tespite cevap vermem zor ama ben bildiğimiz ya da bilip arka planını görmediğimiz bir grup insanı anlatmak istedim. Evet, biraz Türkiye, biraz bizim mahalle, biraz yan apartman. Beraber yaşamayı biz zorlaştırıyoruz sanki, o kadar ilgiliyiz ki başka yaşamlarla, ne sevincimiz ne üzüntümüz tam o boşluğa oturmuyor. Yüksek apartmanlarda üst üste ama apayrı ve son yılların moda tabiriyle ayrıştırılarak yaşıyoruz. Bir toplumdan daha çok, aşırı kalabalık bir yığın gibiyiz sanki… Ve herkesin de bir ıstırabı var, arabesk bir durum var yani. Çemberi kırmak için cesaretsiz ama şikayet etmek için oldukça özgüvenliyiz.
Bir de sürekli tekrarlanan “Burası aile apartmanı” lafı var. Ancak aileler o kadar çürümüş ve mutsuzluk içerisinde kıvranıyorlar ki bekârlar onlara tehlikeli geliyor. Burada ister istemez Tolstoy’un “Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin ise kendine özgü bir mutsuzluğu vardır,” lafını hatırlıyoruz.
Genel olarak yaşamını gerçekleştirememiş insanlar topluluğu olarak görüyorum ben bizi. Çocukken bu seneleri hayal ederken, herkesin daha özgür olacağını düşünürdüm hep ama öyle olmuyor. Aile kavramı muhafazakâr düşüncenin bir prangası haline geldi. İsteyerek olunan bir şey değil de, olmazsan eksiksin ya da toplum dışısın gibi bir algı gelişti. Bir de metafor olarak kullanılan “Biz bir aileyiz, kardeşiz vs…” klişeleri var. Herkesin eşit haklara sahip olduğu ve fırsat eşitliğinin var olduğu bir toplum ideal olan aslında sanki. Aile kavramı bir kontrol mekanizması haline geldikçe insani mutsuzluklar da artıyor tabii. Sonuçta aşk, cinsellik ve bunun için işlenen suçlar maalesef aile kavramı içinde legalize ediliyor. Yani kol kırılıyor, evlerin ortasına kocaman bir mutsuzluk bombası atılıyor.
'SAHNELERİN DURUMU ÇOK KÖTÜ'
Pandemi süreciyle pek çok şey gibi sahneler de bu kısıtlamalardan nasibini aldı. Şimdilerde durum nasıl, içeriden biri olarak neler söylemek istersiniz?
Sahnelerin durumu çok kötü. Ekonomik krizin ilk vurduğu alan sahne sanatları alanı oluyor maalesef, artan kiralar, faturalar... Ve gözümüze sokulan cüzi belediye ve devlet destekleri… Seyirci var oldukça devam edecek bağımsız sahneler, şu politik ortamda başka bir çare yok. Başka bir yol önerisi olan da yok. Tiyatro Kooperatifi’nin pandemi boyunca mücadelesiyle elde ettiği birtakım kazanımları değerli buluyorum tabii, iyi ki varlar.
Son zamanlarda neler okuyorsunuz? Bize bir kitap, bir film, bir de oyun önerir misiniz?
Bir sürü şeyi aynı anda okumaya çalışıyorum, biraz kafa karıştıran bir durum ama bu aralar, Balzac’ın 'Bilinmeyen Şaheseri'ni bitirdim, tavsiye ederim çok. Kitap çantanızdayken Kadıköy Boa Sahne’deki "Misket" oyununa gidin, hatta öğlen de Kadıköy Sineması ya da Beyoğlu Sineması’nda "Dünyanın En Kötü İnsanı" filmine gidin… Ayda bir oyuna gidin en azından ama son cümlem de bu olsun.