'İsyankâr kuşakların' sessizliği
Genç kuşaklar susmaya devam ediyor, oysa yeni kuşakların yeni bir dünya talep eden isyankâr ve cüretkâr ruhuna her zamankinden daha fazla ve şiddetle ihtiyacımız var!
Tarık Demirkan
Kendilerini anne babalarından farklı tanımlamaları, gençliğin en temel özelliklerinden biri olarak bilinir. Yeni yetme bir gencin kendini önceki kuşaklarla kıyaslamasının ve “onlar gibi olmak istemiyorum” yargısının toplumsal tezahürüdür genç kuşakların isyanı.
20. yüzyıla damgasını vuran en önemli toplumsal olaylardan biri 68 kuşağının başkaldırısıydı. Birleşik Amerika’dan Avrupa’ya konformist toplumları altüst eden, savaş ve ayrımcılık karşıtı isyan o zamana kadar görülmemiş boyutta bir olaydı. Batı toplumlarının tüm siyasi kültürünü dönüştürdü, liberalizmin bu toplumlara egemen olmasının yolunu açtı. “Özgürlük” kavramı onların mücadelesinde kitleselleşti, toplumsal bir onay kazandı.
68 depreminin artçı sarsıntıları, Türkiye’nin ve Latin Amerika’nın da içinde bulunduğu kimi coğrafyalarda “mücadeleye devam” diyen 78 kuşağını, batıda ise kavga yerine egemen düzene nanik yapmayı tercih eden rockerleri, hippileri, punkları yarattı.
Sonra? Sonrası sessizlik.
İsyankâr kuşaklardan alfabetik harflerle anılan sessiz kuşaklara geçildi.
1965-1980 yılları arasında doğanları kapsayan “X kuşağı” batı kültüründe “tembel kuşak” olarak da anıldı. X kuşağı, kendi gerçeğini topluma rağmen değil, toplum içinde, ama bireysel olarak var etmeye çalışan “temkinli” bir kuşaktı. Bir anlamda hippi felsefesinden yuppie dünya görüşüne geçişin köprüsü oldu. X kuşağı bireyi, toplumun üst tabakalarına yerleşmeye özendi.
1981-1996 yılları arasında doğanlar “Y kuşağı” olarak tanımlandı. İlk internet kuşağıydı onlar. Bilginin toplumsallaşmasının önemi bu kuşakla birlikte arttı, ancak bireysel mutluluğun peşinde koşarken, toplumsal değerlerin erozyonu da gözle görülür bir şekilde büyüdü. “Y kuşağı” bireyi toplumsal adaletsizliklere ise pek kulak asmadı.
1997-2010 arasında doğanlara “Z kuşağı” denildi. Dünyayı internet, cep telefonu, aplikasyonlar, tablet ve bilgisayarlar üzerinden tanıyabilecekleri bir ortamda doğan, bunu doğal kabul eden ilk kuşaktı. Bu kuşaktakiler arasında toplumsal ilişkileri sosyal medyadan ibaret sananların oranı hiç de az değildi.
68’ kuşağının neden devamı gelmedi? Evet, haksızlık etmeyelim, bir kısım kazanımlar olmuştu: AIDS salgınını yaşayan “X kuşağı” yıllarında LMBTQ hakları yaygınlaştırılmıştı, “Y kuşağı” döneminde doğa ve çevre sağlığı vurgusu yapılmıştı, ama bunların hiçbiri küresel bir harekete dönüşmemişti. Bu kuşaklar, 68 kuşağı gibi bütünsel bir dünya reformunu hedefleyememişti.
Bunun nedeni neydi? Gençliğin 68’lilerle zirve yapan büyük başkaldırısı hedefe mi ulaşmıştı? Daha sonraki kuşakların sessizliğinin gerisinde bu mu vardı? Evet, Batı toplumlarında altmış sekizlilerin -kendilerinin değilse bile görüşlerinin- pek çok ülkede kabul görmesinin bunda kısmen payı olmuştur. Çünkü Batı toplumlarında 68 isyanı sonrasında özgürlük ve tolerans gözle görülür bir şekilde arttı, çeşitlendi. Ayrımcılık, ırkçılık utanılması, uzak durulması gereken görüşler haline geldi. Yeni kuşakların sessizliğinde bu kazanımlar önemli bir faktördü.
Ama 68 sonrası kuşakların sessizliğinde en büyük pay kanımca sosyalizmin dünyadaki temsilcisi olarak bilinen Sovyetler Birliği’nin çöküşüydü. O rejim gerçek sosyalizm değildi belki, ama ne gam, varlığı bile bir aykırılığın sembolüydü.
İki kutuplu dünyanın sonu, kapitalizmin nihai zaferi olarak tarihe geçti. O ana kadar batıdaki modeli reddeden, topluma egemen konformist hayat normlarını iki yüzlü, riyakâr, bencil, çıkarcı olarak tanımlayan ve “daha adaletli bir toplumsal düzen olabilir” düşüncesiyle o çarka dâhil olmaya ayak direyen genç kuşaklar açısından belli bir modelin de değil, tümden ütopyanın yıkılışıydı. “Var olanın dışında başka bir alternatif yok” yargısı derin bir hüzün yaratarak kabul gördü.
Sadece ideolojiler değil, küresel toplumsal ülküler de inanılırlığını yitirdi! Geriye, -siyasi İslam gibi, saman alevi hızıyla parlayan ve sönmeye mahkûm bazı dini ve özünde muhafazakâr projeleri saymazsak- kapitalizmin kâr hırsını acımasızca uygulayan küresel sermaye ve kendi küçük ateşlerinde kestanelerini pişirme derdinde olan yerel derebeyleri kaldı. Milliyetçilik, keyfîlik, popülizm ve bol nihilizm boy verdi.
Muhafazakârlar genç kuşakların ruhunda isyan ateşlerinin yanmadığı bir dünya arzuluyorlardı hep. İşte XXI. yüzyılın şafağı bu dünyanın işaretlerini vererek doğdu.
Ancak çevrenize bir bakın, dünya hiç bu kadar kötü olmamıştı! Toplumsal adaletsizliğin, eşitsizliğin, çevre yağmasının, iklim krizinin, modern dönem kavimler göçünün yerküreyi nasıl trajik bir sona götürdüğü sadece “felaket kâhinlerinin” değil, artık modern Olimpos’un tanrıları olan egemen elitin dilinde de pelesenk oldu.
Genç kuşaklar ise susmaya devam ediyor, oysa yeni kuşakların yeni bir dünya talep eden isyankâr ve cüretkâr ruhuna her zamankinden daha fazla ve şiddetle ihtiyacımız var!