İtalyanlar yaşlı futbolcularda ne buluyor?
Pozisyon bilgisi, psikolojik kısayollar gibi taktik ve zihinsel beceriler genellikle yaşla iyiye gittiğinden, İtalya’da ihtiyarlık her zaman iş yaptı. Ama ülkeler ve kulüpler arasındaki geçişlilik arttıkça, ligin yerel karakteri “global doğrular” içinde eriyor…
Ne zaman bir Serie A maçı için televizyon başına geçseniz, sahada “Bu adam hâlâ oynuyor mu?” diye sorduracak birine rastlamanız muhtemel. Euro 2020’nin yıldızlarından Juventus efsanesi Giorgio Chiellini, tandemdeki partneri Bonucci, Milan’da İbrahimoviç, Inter’de Handanoviç ve Lazio’da Reina, aktif oyuncular arasında ilk akla gelen isimler. Yaşı ilerlemiş oyuncular elbette her ligde var; fakat İtalya’daki ağırlıkları biraz farklı.
Serie A’da 2006-07 sezonundan bu yana, 30 yaşın üstündeki sekiz farklı oyuncu gol kralı oldu (Totti, Del Piero, Di Natale [2 kez], İbrahimoviç, Toni, Dzeko, Quagliarella ve Cristiano Ronaldo). 2007 Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Milan’ın finaldeki 11’i, turnuva tarihindeki en yüksek yaş ortalamasına sahipti. Hatta Şampiyonlar Ligi’nin ortalama kadro yaşı sıralamasında ilk üçte Inter (2010), Milan (2007) ve Juventus (2019) bulunuyor. Turnuva tarihinin en yaşlı beş oyuncusu arasında üç İtalyan var. Yine gol atan en yaşlı beş oyuncunun üçü Serie A’dan. Dünya Kupası’nı kaldıran en yaşlı kaptan ise 1982 şampiyonu kaleci Dino Zoff.
Üstelik konu sadece Bergomi, Maldini veya Totti gibi, “bandiera” (“bayrak oyuncu”) adı verilen, tek kulüplü isimlerle sınırlı değil. İddialı Serie A takımları bile otuzunu çoktan geçmiş, farklı uyruklardan oyuncuları transfer etmekten geri kalmıyor. Bu yaz Roma’nın Bosnalı golcüsü 35 yaşındaki Edin Dzeko Inter’e geldi. Birçok ülkede yadırganacak yaştaki futbolcular, yıllardır Serie A’nın her seviyedeki kulüplerinde düzenli forma giyiyor, “yukarı yönlü” transfer yapıyor ve belirleyici bir etki bırakıyor. Neden?
PROFESYONEL KARİYER YÖNETİMİ
Bu uzun ömürlülük farklı faktörlerden kaynaklanıyor. Birincisi, modern futbolun emekleme dönemlerinden itibaren İtalya liginin profesyonellik anlayışı. Henüz 1960’larda, İngiliz ve Alman oyuncuların ciddi bir kısmı alkolizm ve gece hayatı ile bezenmiş bir yaşam sürerken, İtalya’da kayda değer bir disiplin söz konusuydu. O yıllarda Inter’e iki Şampiyon Kulüpler Kupası kazandıran Arjantinli teknik direktör Helenio Herrera, maç öncesinde “ritiro” adı verilen “kampa girme” ritüelini uyguluyordu. Son 25 yıla kadar İtalya’daki beslenme ve antrenman disiplini, birçok rakip ülkeden çok ilerideydi. Juventus’un 90’lardaki başarılarında büyük pay sahibi olan kondisyoner Giampiero Ventrone gibi figürler, zorlayıcı idmanlarıyla meşhurdu. Metodolojinin yeni yeni önem kazandığı ve oyunculara dönük fiziksel taleplerin bugünkü kadar yüksek olmadığı erken-modern futbolda, bu profesyonellik büyük fark yarattı.
Eski yöntemlerin başarısı, yeni projeler için de yol gösterici oldu. 2002 yılında Milan’ın Asbaşkan Adriano Galliani’nin isteğiyle kurulan Milan Lab, performans artırmaya ve kariyer uzatmaya yönelik bilimsel ve psikolojik çalışmalarıyla futbol âlemine öncülük etti. 2003-2010 döneminde kıtayı domine eden kırmızı-siyahlılar, laboratuvarda uygulanan ve kimi zaman gizli tutulan yöntemlerden bolca faydalandı. Milan’ın zaferleri, trendin devamlılığını sağladı.
SATRANÇ VE FUTBOL
Fransa Milli Takımı’nın eski kaptanı Laurent Blanc, Fransa, İspanya, İtalya ve İngiltere liglerinde forma giymiş bir isim. Özellikle Serie A ile Premier Lig arasındaki farka dikkat çeken Blanc, Serie A’da son beş dakikaya 2-0 girilmişse iki takımın da maçı bitirmeye baktığını, İngiltere’de ise aynı skorda hâlâ herkesin deli gibi koşturduğunu, başlarda buna anlam vermekte ve alışmakta zorlandığını anlatıyordu. Brezilyalı Ronaldo da Inter’den Real Madrid’e “futbol oynamaya geldiğini, İtalya’daki oyunun daha çok satranca benzediğini” söylemişti.
Serie A tarihsel olarak beş büyük lig içinde taktiğe en fazla ağırlık veren organizasyon oldu. Ülkedeki oyunun – özellikle defansif – karakteri taktiksel yetkinlik, zekâ ve tecrübeye fazladan değer verdi ve değerini de buradan aldı. Maçı öldürmek, gol yememek, hocaların kontrolünü görünür kılmak adına tempoyu düşük tutmak, hatta hakemi baskı altına almak gibi niteliklerin ön plana çıkmasıyla, patlayıcı fiziksel güçten ziyade pozisyon bilgisi, psikolojik kısayollar gibi becerileri kucakladı. Bu beceriler genellikle yaşla iyiye gittiğinden, İtalya’da ihtiyarlık her zaman iş yaptı.
Aynı gereksinimler, genç oyuncuların A takıma daha geç katılmasını da beraberinde getirdi. 17-18 yerine 21-22 yaşında forma bulmaya başlayan isimlerin kariyeri doğal olarak daha ileri yaşlara uzanıyor. Hatta kimilerine göre, düşük tempo futbolcu vücudu üzerindeki stresi ve dolayısıyla sakatlıkları azalttığı için, kırkına merdiven dayamış üst düzey oyuncular görülebiliyor.
GERONTOKRASİ
Yukarıda sayılan gerekçelerin aslında bir sebep değil sonuç olduğunu iddia etmemizi sağlayacak bir saha dışı gerçeklik de var. İtalya, dünyada ortalama ömrün en uzun olduğu ülkelerden biri. Gerek genetik özellikler gerekse Akdeniz tipi beslenme sayesinde, İtalyanlar uzun yaşıyor. Üç yıl önce Roma’da yapılan bir kongrede verilen raporlara göre, ülkede “bilimsel yaşlılık dönemi” 75 yaşında “başlıyor”.
Üstelik İtalya bir imparatorluğun kalıntılarının üzerinde duruyor. Uzun yaşam ve eskiye bağlılık, ülkeyi bir “kültürel gerontokrasi” yapıyor. Kelime manası “yaşlılar rejimi” olan ve ülke yönetiminin az sayıdaki ihtiyar seçkine emanet edilmesi anlamına gelen gerontokrasi, artık resmi bir yönetim biçimi değil belki, ama Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülke için tanıdık bir zihniyeti ifade ediyor. İhtiyarlığın bilgelikle eş anlamlı görüldüğü bu yaklaşımda, bir İtalyan atasözünden örnek vermek gerekirse, “uyuyan bir ihtiyarın uyanık bir gençten daha akıllı olduğu” fikri ağır basıyor. Toplumun ve devletin düzenlenişinde yaş faktörü ciddi tercih sebebi. Başka bir deyişle, İtalya’da sadece futbolcular değil siyasetçiler, akademisyenler ve iş insanları da diğer Batılı ülkelerdeki meslektaşlarına göre daha yaşlı. Çünkü ihtiyarlık sadece tecrübe değil, aynı zamanda ustalık anlamına geliyor.
Gerontokrasi, ya da ona yaklaşan pratik kavrayış, kaçınılmaz olarak daha ataerkil ve aileci bir yapıyı beraberinde getiriyor. Üst düzey futbolda baba-oğul futbolcuların en çok görüldüğü ülke İtalya. Geçmişte Valentino-Sandro Mazzola, Cesare-Paolo Maldini gibi üst düzey örnekler, bugün de devam ediyor. Serie A’da forma giymiş Diego Simeone, Enrico Chiesa, Paolo Maldini gibi yıldızların oğulları şu anda aynı ligde mücadele ediyor. Baresi, Cannavaro, Inzaghi gibi “kardeş futbolcuların” varlığı da aynı perspektiften görülebilir.
İHTİYARLARA YER YOK MU?
Futbolda tecrübeye bağlılık İtalyanlara yıllarca mutluluk getirdi. Ama küresel dünyanın “Premier Ligleşen” futbolu bu geleneği değiştirme yolunda ilerliyor. Işıltılı Premier Lig dünyasıyla kıyaslanınca, Serie A’yı tanımlamak için kullanılan “tecrübeli ve usta” sözcükleri, yerini “eski ve demode” gibi ifadelere bırakıyor. Stadyum mimarisinden yayın kalitesine kadar birçok sebepten kaynaklanan bu imaj, saha içindeki yaşlılıkla da besleniyor. İtalya’daki tempo, İngiltere ve Almanya gibi liglerdeki oyun hızıyla mücadele etmekten aciz. Benzer bir sorun, Akdenizli komşusu İspanya için de geçerli. Taktik ve psikolojik üstünlük çabası artık futbolun ortak mirası haline geldiği için, ayırt edici özellik olmaktan çıktı. Şampiyonlar Ligi ilk hafta maçında, Liverpool’un Milan karşısındaki ezici üstünlüğü, futbolda “atletizm” konusunda Premier Lig ile Serie A arasındaki farkın son acı örneği oldu.
Geleneğin değişmesi yakın. İki sebepten dolayı. İlki, içeriden gelen bir sebep; yani İtalyanların öz-farkındalığı. Bu şekilde üst düzey mücadeleyi sürdüremeyeceklerini gördüler. Örneğin milli takımda, 2018 Dünya Kupası’nın dışında kaldıktan sonra Mancini önderliğinde başlattıkları yenilenme bunun göstergesi. Chiellini ve Bonucci gibi isimler hâlâ kadroda önemli yer tutuyor olabilir, ama takımın genelinde bir gençleşme var. Benzer bir eğilim lige de yansıdı. Şampiyonluk mücadelesi veren kadrolardaki 35’liklerin sayısı, ama en önemlisi, ağırlığı azalıyor. Son 4-5 yıldaki gençleşme hamlesi şu ana kadar olumlu sonuçlar verdi. Ama büyük çıkarımlar için henüz erken.
İkinci sebep ise dış kaynaklı. İtalyan kulüpleri eskisi gibi kalmak istese bile değişmeye mecburlar, çünkü artık yeni sahipleri var. Geçtiğimiz günlerde ülkenin en eski kulübü Genoa’nın satılmasıyla birlikte, Serie A’da mücadele eden 20 kulüpten sekizi yabancı sahiplerin eline geçmiş oldu. Milan, Fiorentina, Spezia, Roma, Venezia ve Genoa Amerikalılara, Inter Çinlilere, Bologna ise Kanadalılara ait. Şu anda Avrupa futbolunda “altın standardı” Premier Lig belirliyor. Amerikalıların İtalya’ya ilgisinin sebebi, geleneksel kaliteyi bu yeni standartlarla birleştirecek organizasyon gücüne sahip olduklarını ve bundan büyük kazanç sağlayabileceklerini düşünmeleri.
Kültürel gerontokrasi, bir yandan çok hızlı değişen dünyada sizi geride bırakabilirken, diğer yandan her şeyin ayağınızın altından kayıp gittiği bir zamanda bazı değerlerin sabit kalmasını sağlayan bir zenginlik olarak da okunabilir. Sermayenin ve bilginin gerek ülkeler gerekse kulüpler arasındaki geçişliliği arttıkça, liglerin yerel karakterleri “global doğrular” içinde eriyor. Küresellik şeklinde pazarlanan tektipleşme, yereli öldürme konusunda yıkıcı bir güce sahip. Bunun futboldaki meali şu: Herkes Premier Lig gibi olmak zorunda. Avrupa Süper Ligi projesi de aynı yerden okunabilir.
Kısacası, İtalyan futbolunu olduğu haliyle sevenler için haberler iyi değil. Benim gibi kırkına yaklaşanlar içinse durum daha da vahim. Dünyadaki tüm futbolseverlerin çok fazla dile getirilmeyen ortak alışkanlıkları vardır. Bunlardan biri, kimselere çaktırmadan, sahada kendi yaşında kimsenin olup olmadığına bakmaktır. Artık Serie A’da bile akranlarımız giderek azalıyor. Yaşıtlarımızı görmek için kulübeye bakmanın zamanı geldi galiba…