YAZARLAR

İtalyanların Doğu Afrika macerası

Tarihte elinde sadece ok, yay ve mızrak olan Afrika kabilelerine yenilen tek sömürgeci güç olarak İtalya, 1890’lar boyunca Etiyopya’yı ele geçirmek için üç kez başarısız girişimde bulunmuştu. Çok kısa sürmüş olan İtalyan Doğu Afrika İmparatorluğu dört beş ay içinde dağılırken müttefikler 250.000 İtalyan askerini de esir almışlardı.

Benim kuşağım için Anthony Quin demek, Hazreti Hamza ve Ömer Muhtar demekti. Çocukken zihnimize işlenen Anthony Quin imajından sıyrılmam ve kendisinin erenlerden biri değil de bir aktör olduğunu anlamam ancak 12-13 yaşlarında The  Greek Tychon (1978) filmini izlememle mümkün oldu (o zamana kadar ağarmış sakalı saçıyla dini bütün bir ulu olarak zihnimize işlenmiş Anthony Quin, bu filmde hovardanın biri olarak karşımıza çıkmaktaydı).

Ömer Muhtar (Anthony Quin) ve General Rodolfo Graziani (Olivier Redd) son kez konuşurlarken. Çöl Aslanı (1981)

Filmlerden bildiğimiz kadarıyla İtalyanlar Afrika’da hayli zorba bir sömürgeci geçmişe sahipti. Gerçi ben Mustafa Akkad’ın Çöl Aslanı Ömer Muhtar’ını (1981) hiç tarihçi gözüyle izlemedim ve incelemedim. Film Kaddafi rejimince ısmarlandığı için epik/romantik bir hikaye olarak çekilmesi normaldi. Tarihi gerçeklere ne ölçüde uyduğu konusuna bakmak lazım. Mesela Ömer Muhtar filmde birkaç dakikalığına çocuklara Kur'an öğretmeye çalışırken gösteriliyordu. Bu kısa dini sahne de çocukların dışarıdan gelen davul-def sesleriyle dikkatlerinin dağılması ve damarlarında akan Berberi kanına teslim olarak Arapça kutsal metinleri bırakıp dans etmeye koşmalarıyla sona eriyordu. Ömer Muhtar ise seküler tabakaların hep hayalini kurduğu babacan din hocası tavrıyla onların bu kaçamaklarına ses çıkarmadan dersi sonlandırıyordu (son zamanlarda Türk sinemasında da çocuklara çocuk gibi davranan, babacan, hoşgörülü hoca tiplemesi giderek daha fazla görünür oldu.  Bu görünürlüğün artışı bir tür nostaljiyi(1) mi yoksa temenniyi mi yansıtıyor tam emin değilim).

Çöl Aslanı filmine dönersek, burada Ömer Muhtar dinle pek işi olmayan biri gibi yansıtılıyor ve film Ömer Muhtar’ın mücadelesini toprak/vatan söylemi üzerinden inşa ettiği izlenimi veriyordu. Bu böyle miydi? Pek sanmıyorum. Akkad’ın filminde Ömer Muhtar bence 20. yüzyıl başlarındaki bir Sennüsi liderinden çok yetmişli yılların ulusal kurtuluşçu ideolojisini benimsemiş biri gibi yansıtılmış. Ama filmin kuvvetli yanları da vardı. Mesela az da olsa olaylar İtalyanların gözünden de verilmekteydi. Mesela Ömer Muhtar esir düştüğünde Libya’nın kendi vatanları olduğuna dair bir konuşma yapınca İtalyan işgal kuvvetleri komutanı R. Graziani (Olivier Reed) çekmecesinden Libya’da darp edilmiş bir Roma sikkesi çıkarıyor ve şöyle diyordu “Biz işgalci değiliz, biz hep buradaydık”. Dönemine göre tarafların düşüncelerini yansıtması açısından filmin bence kuvvetli yanlarından biri bu sahneydi.

Yine de filmin epik havası içinde eksik bırakılmış noktalar da vardı. Mesela İtalyanlarla işbirliği yapan Libyalılar filmde ara sıra gözüküyorlardı ama aslında sayıları filmde görünenlerden hayli fazlaydı. Kaddafi’nin desteğiyle çekilen bir filmde elbette bu durum geri planda kalacaktı. Ama bana göre filmin asıl tartışmalı noktası savaşı sorgulayan çok az sayıda karakter dışında oldukça disiplinli, bütünüyle faşistleşmiş, savaşa istekli bir İtalyan ordusu manzarası çizmesiydi. Direnişin yüceltilmesi için antagonist bir yolla işgalcilerin de yüceltilmesi anlaşılır bir durum. Ama tüm sömürgecilik tarihinin belki de en kötü askerleri olan İtalyanların bu filmdeki kararlı duruşları ve savaşkanlıkları dönemin gerçekleriyle pek uyuşmuyor. Çoğu İtalyan askeri aslında Afrika’da ne işleri olduklarını soran apolitik gençlerdi. Ordu genel olarak disiplinsiz, tecrübesiz ve savaşmaya isteksiz askerlerden oluşmaktaydı.

İtalyanlar Afrikalıları ‘tımar’ ediyor.

Bunun için İtalyanların Etiyopya macerasına bakabiliriz. Tarihte elinde sadece ok, yay ve mızrak olan Afrika kabilelerine yenilen tek sömürgeci güç olarak İtalya, 1890’lar boyunca Etiyopya’yı ele geçirmek için üç kez başarısız girişimde bulunmuştu. İşbirlikçi yerel sultanlar sayesinde yerleştikleri Somali üzerinden yaptıkları 1935 harekatıyla artık tankları, uçakları da olduğundan zorlukla da olsa Etiyopyalıları yenmişlerdi. Ancak gerçekte buradaki kabile isyanlarını asla sona erdiremediler. Zayıf temellerini sağlamlaştırmak adına da sömürgecilik yarışında gecikmiş olmanın verdiği ‘arayı kapatma’ gayesiyle zehirli gaz kullanımı, hava bombardımanı, kitle katliamları gibi uygulamalarla sömürgecilik tarihinde eksik kalmış sayfalarını hızlı biçimde doldurma gayreti içine girmişlerdi. Ömer Muhtar’ı idam eden meşhur Graziani bu ülkede de ‘üzerine düşeni’ yapmıştı.

Yine de bazı seçme birliklerden bahsedebiliriz. Faşistlerin ‘kahraman’ olarak gördüğü 20. yüzyılın ilk kontralarından biri olan Orlando Lorenzini’yi örnek olarak anabiliriz. Marifetleri arasında Etiyopyalı isyancıları 1939’da saklandıkları mağaralardan çıkarmak için muhtemelen tarihte ilk kez akla gelecek şekilde hardal gazı kullanmak da vardı. Ametsegna Washa mağarasına sığınan bu Etiyopyalılardan 800 yetişkin erkek kim olduklarına bakılmaksızın karılarının ve çocuklarının gözlerinin önünde kurşuna dizilerek öldürülmüşlerdi. Lorenzini bu ‘başarılarının’ ardından Gümüş Cesaret Nişanı da almıştı. Öte yandan Lorenzini’nin seçme askerlerinin İtalyanlardan değil daha ziyade tarihsel nedenlerden dolayı Etiyopyalılardan nefret eden Eritrelililerden oluştuğunu da anımsatalım.

‘Savaş kahramanı’ Orlando Lorenzini ve Eritreli askerleri.

Savaşın başında İtalyan Doğu Afrikası ordusu 90.000 İtalyan ve 200.000 de yerli kuvvetlerden müteşekkildi. Yerli kuvvetlerin bu denli çok olması İtalyan Faşizminin, yerlileri asla orduya almayan Nasyonal-Sosyalizm’den farklılıklarından biridir. İtalyan faşizmi daha ziyade 19. yüzyıl tipi koloniciliğinin mirasçısıydı.(2) Onlar tüm yerli ırkları yok etmeyi planlayan Nasyonal-Sosyalistlerin aksine yerlileri egemenliği altına alan bir tür Yeni Roma İmparatorluğu hayali içindeydiler. Kendilerini daha ziyade barbar siyahilere uygarlık taşıyan ağabey gibi göstermeyi sevmekteydiler. Dönemin afişlerinde Afrika’ya köprü yapan, tarlaları sabanla eken İtalyanları ve onlara şükran dolu yerlileri görürüz. İtalya için savaşan siyahi ve Arap askerleri özellikle de Eritrelileri yücelten çok sayıda afiş de vardır. Zaman zaman İtalyan faşizminin ırkçılıkla olan ilişkisinin Almanya’daki deneyimden nasıl farklı olduğunu aktarmaya çalışmakta ve Akdeniz tipi faşizmin özgünlüğünden söz etmekteyim.  Bu afişler de bu vaziyetin kanıtları arasında sayılabilir. Bu türden örnekler bugün Afrika’dan gelen göçmenler nedeniyle panik halinde olan İtalyan milliyetçileri için ne anlam ifade ediyor diye insan merak etmeden duramıyor.

İtalya için savaşan Afrikalı askerleri yücelten propaganda afişleri.

Öte yandan büyük iddialarla kurulan İtalyan Doğu Afrikası (Africa Orientale İtaliana) adlı sömürge imparatorluğunun altının nasıl boş olduğu da kısa sürede ortaya çıkacaktı. Şimdi nerede okuduğumu hatırlamıyorum ama Lenin’in bir yazısında İtalyan’ın gecikmiş sömürgecilik macerası için ‘Dilenci Emperyalizmi’ tabirini kullandığını anımsıyorum (bu metnin nerede geçtiğini bilenler bana da söylesin). 1940 yılına gelindiğinde İtalyan Somalisi, Eritre ve Etiyopya’dan oluşan İtalyan Doğu Afrikası’na Britanya Somalisini de katmak için İtalyanlar büyük bir taaruza geçtiler. Böylece İtalyanlar ilk kez olarak sömürgecilik rekabetinde kendilerine denk bir düşmanla karşı karşıya gelmiş oluyorlardı. Bundan sonrası yoksul Afrikalılar karşısında kendini mağrur olarak gören İtalyan ordusunun Avrupalı bir rakiple karşılaştığı ilk hakiki sınavda nasıl bir anda çöktüğünün öyküsüdür.

İtalyan Doğu Afrikası’nın elinde 300 bine yakın asker vardı demiştik. Buna karşın İngilizlerin ise Sudan, Somali ve Kenya’da toplam 20 binden az askerleri vardı.(3) İtalyanlar Temmuz- Ağustos 1940’ta sürpriz bir saldırıyla İngiliz Sudan’ın Kassala kentini ve İngiliz Somalisi'ni ele geçirdiler. Gerçi buradaki çarpışmalarda bile İngilizlerden on kat fazla kayıp vermişlerdi. Bu sürprize karşılık Kenya’da Hintlilerden ve Afrikalılardan müteşekkil 75.000 kişilik bir ordu toplayan İngilizler İtalyan Somalisi’ne girdiler. Nerdeyse hiç direniş görmeden Mogadişu’yu 25 Şubat 1940’ta aldılar ve İtalyanların denizden yardım almalarını engellemeye başladılar. Ardından zaten İtalyan yönetiminden memnun olmayan Etiyopyalıları ayaklandırdılar. Sürgün İmparator Haile Selasiye 20 Ocak 1941’de uçakla Etiyopya’ya döndü. Üç ay sonra 5 Mayıs 1941’de İngiliz destekli Etiyopyalı isyancılar başkent Addis Adaba’ya girdiler. Bundan sonra bu tür olaylarda mutat olduğu üzere Afrika’ya yerleşmiş olan 130.000 kadar İtalyan sivile özellikle de kadınlara dönük korkunç bir vahşet yaşandı.

Eritre’de sıkışan İtalyanlar önceki bozgunları dengelemeye çalışan kararlı bir direniş gösterdiler. Eritreliler Etiyopyalılarla aralarındaki husumetten dolayı İtalyanlara genelde sadık kaldılar. Zaten en büyük direnişi de İtalyanlardan ziyade Lorenzini’nin komuta ettiği Eritre birlikleri gösterdi. Savaş sırasında Lorenzini bir el bombası patlamasıyla öldü ve Nisan’da Eritre kuvvetleri de teslim oldu. Son olarak Etiyopya’da direnen İtalyan Doğu Afrikası Genel Valisi Prens Amadeo’nun emrinde sadece 7000 askeri ve üç aylık erzakı kalmıştı. Etiyopyalı isyancıların esir aldıkları İtalyanlara uyguladıkları intikamın da etkisiyle Aosta Dükü 18 Mayıs 1941’de İngiliz birliklerine teslim olmayı uygun gördü. Çok kısa sürmüş olan İtalyan Doğu Afrika İmparatorluğu dört beş ay içinde dağılırken müttefikler 250.000 İtalyan askerini de esir almışlardı. Doğu Afrika’daki bu hızlı çöküş İtalya’nın ‘dilenci emperyalizminin’ geleceği hakkında önemli bir gösterge sunmaktaydı.


NOTLAR: 

(1) Babacan din adamı tipinin geçmişte –en azından Batı Anadolu’da- daha yaygın olduğu muhakkak. Benim doğup büyüdüğüm Marmara kasabalarında kendisi içmese de rakı sofrasına oturup muhabbet eden, kahvede kâğıt oynayan, düğünde dans eden, daha neşeli ve gündelik hayatla iç içe din adamı tipine sıkça rastlanırdı.

(2) Gerhard L. Weinberg, Zafer Vizyonları, çev. R. Kurt, Alkım, İstanbul, 2009, s.71.

(3) Liddel Hart, II. Dünya Savaşı Tarihi, I, çev. K. Bağrıçaık, YKY, İstanbul, 2000, s.129.


U. Töre Sivrioğlu Kimdir?

1980 yılında Gönen'de doğdu. Ege Üniversitesi'nde arkeoloji bölümünden mezun oldu. Arkeoloji alanında yüksek lisans ve tarih alanında doktora eğitimi aldı. Türkiye'nin çeşitli illerinde ve İran, Özbekistan, Afganistan gibi ülkelerde kazı ve araştırma projelerine katıldı. İran, Bizans, Osmanlı/İslam sanatı ve arkeolojisi üzerine çeşitli araştırmaları yayınlanmıştır. Arkeoloji ve tarih temalı atölyeler yapmaya devam etmektedir.