İttifak tartışmaları ve önümüzdeki görev
Emek ve Özgürlük İttifakı içinde HDP ile TİP arasında yoldaşça ilişkiler olduğundan, TİP'in bu yoldaşlık ilişkisine sadık olduğundan kuşku duyulamaz. Kuşkulara neden olmak yalnızca bize zarar verir.
Semih Gümüş*
Yaklaşık dokuz ay önce kurulmuş Emek ve Özgürlük İttifakı’nın içinde bir süre önce başlayan ve başlatılan, arada bazı kazalar yüzünden sertliği kimilerince bazen düşünmeksizin, kimilerince düşünülerek tırmandırılan tartışmalar kararlılıkla kurulmuş, emekle ve özenle geliştirilmeye çalışılan İttifak’ın yaralanıp berelenmesine yol açtı mı? Olup bitenlere gözümüzü, kulağımızı kapamayacaksak, HDP ile TİP arasındaki ilişkinin, en azından biraz hırpalandığını sanırım söyleyebiliriz. Demek ki 14 Mayıs’a kadar HDP tarafından korunacağı görülen bu uzaklığın seçimden sonraki yepyeni durum, yani düpedüz o yeni kuruluş süreci içinde onarılacağını, sorunların ve ilişkilerin temelde çözülmüş olacağını düşünüyorum. Bunları seçim sonuçlarını almadan belirtiyorum ama başka türlü olabilir mi? Büyük bir mücadele bu, hasımlarımızla kavgamız çok uzun sürecek. Bunun tersini düşünenlerle –partilerle değil, kişilerle– yollar da ayrılır ama ortak mücadele her zaman güçlenerek sürer.
Başa dönelim. 14 Mayıs seçimlerinde HDP’nin İttifak’ı oluşturan partilerin tek listeyle seçime girmesi isteğine karşılık, Türkiye İşçi Partisi’nin kendi amblemi ve adaylarıyla seçime girme düşüncesi ve sonunda 52 seçim bölgesinde seçime gireceğinin öğrenilmesi, dolayısıyla İttifak’ın milletvekili kaybına yol açacağı endişesi, özellikle sosyal medyada her gün daha köpürtülen –arada sağduyunun da sık sık yok olduğu– bir tepkinin oluşmasına yol açtı.
KÜRT SİYASAL HAREKETİNİN GÜCÜ VE NİTELİĞİ
Kürt Özgürlük Hareketinin adeta bütün Kürt halkını ayağa kaldıran mücadelesi, onun kendi içindeki dayanışma kültürünü yoksul köylülerden siyasal kadrolara uzanan bir bütünlüğe kavuşturdu. Başka nedenler de var ama asıl olarak sosyalist hareketin kendi yenilgileri içinden gelen zayıflığı, dolayısıyla bugünlere dek toplumsal bir karşılık yaratamaması, KÖH ile Türkiyeli öteki sosyalistler arasında güçlü bir birlikteliğin oluşamamasının başlıca nedeni oldu. Çünkü taraflar arasında yoksanamayacak bir güç dengesizliği çıktı ortaya. Büyük bir halk hareketini temsil eden HDP ile onun dışında kalan sosyalist partiler arasındaki dengesizlik, şimdiki anlaşmazlıklarda da belirleyici ve yerleşik bir duygu yarattı.
Biz düpedüz havanın sürekli kasırga gibi estiği, mutluluktan çok talihsizliğiyle yaşayan, dostlar arasındaki ilişkilerin kolayca acımasızlıkla yürütülebildiği bir ülkede yaşıyoruz. Ve doğru dürüst bir demokrasisi ve demokrasi geleneği olmayan Türkiye’de parlamento ilk kez 1965’te TİP’in 15 milletvekiliyle sarsılmıştı. Kürt siyasal hareketinin bu yandaki en dirençli ve başarılı temsilcisi HDP’nin parlamentodaki temsil yeteneğiyse bu ülkede parlamentoyu parlamento yapan ikinci önemli deneyim oldu. İlkinden daha güçlü biçimde. Bu ülkenin halk güçleri için büyük bir kazanımdır bu.
Parlamento elbette toplumsal karşılığı olmayan bir siyasal harekete güç kazandırmaz. Bu önemli. Hayatın içinde toplumsal bir karşılığınız varsa parlamento o zaman gücünüze güç katabilir. HDP parlamentoda da Kürt halkının özgürlük mücadelesine büyük katkılar yapageldi.
Öte yandan özellikle son kırk yılda bambaşka bir kimlik kazanan bu mücadele, HDP’ye kendisi dışında varlıklarını sürdüren sosyalist partiler karşısında ayrıcalıklı bir konum da kazandırdı. Bir yanıyla da farklı sosyalist partilerin ve örgütlerin Kürt Siyasal Hareketinin çekim alanı içinde bulunduğu bir parti HDP. Bütünüyle bir sosyalist parti olmadığı gibi, örgüt tabanının ve arkasındaki halkın arayışı da asıl olarak sosyalizm değil.
Onun kimliğini tanımlamaya çalışmıyorum ama HDP’yi devrimci demokratik bir halk partisi olarak gördüğümü söyleyebilirim. Devrimci demokratik olmak elbette kararlı bir muhalif kimlik de verir, kararlı muhalif kimlikse solda konumlandırır. Öyle olduğu için de kırk altı yıl önce üyesi olduğum Türkiye İşçi Partisi’nin 1990’ların başında dağılmasından bir süre sonra kendimi asıl olarak Kürt Özgürlük Hareketi’ne bağlı ve ona pek çok düzeyde yakın gördüm. Yirmi beş yıl boyunca kendimi “HDP’li” olarak tanımladım, o bağlamda çeşitli düzeylerde ilişkilerim de oldu. Bu arada HDP’ye üye olmadım, Marksizmle yoğrulmuş politik kimliğim nedeniyle daha farklı bir parti anlayışında ve arayışında olduğum için. Marksist bir parti elbette farklı bir tasavvurun ürünüdür. Dolayısıyla hem tarihsel TİP’in mirasına ve geleneğine bağlılığı hem Kürt siyasal hareketiyle kardeşliği nedeniyle de yeni Türkiye İşçi Partisi’ni, içinde mücadelemi sürdüreceğim kendi partim olarak gördüm.
TARTIŞMA KÜLTÜRÜNÜN EKSİKLİĞİ
Bu kısa özgeçmiş sosyalistlerin önemli bir bölümünün Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle kurdukları bağın sıradan bir örneği olmalı. Bu nedenle –nitelikli tartışmaların dışına savrulan– anlamsız sertlikteki suçlamalar, belimizi bükmez ama kırıcı olur. Olgunluk dönemlerinde kırıcı olan kalıcı olmaz, geçicidir ama arada en aklı başında, üstelik elli yıllık örgüt deneyimi olanların da bulunduğu ölçüsüz ve sağduyuyu dışarlayan tepkilerin sağlıklı olup olmadığını düşünmek de gerekir. Hayatımızda sosyal medya var, hem iyi ki hem de ne yazık ki. Bazen onun içine düşersiniz, düşürülürsünüz. Orada kaynayan kazanı milyonların karıştırdığını düşünmek pek akılcı olmaz, o kazanın kaynatıldığı yerler vardır.
Sosyalist ve devrimci partiler ve kişiler arasında yarım yüzyıldır düzelmeyen bir dil var. Herkesin kendi bulunduğu yere göre doğruluğuna inandığı bir dil bu. Öznellik elbette kaçınılmazdır ama son tartışmalarda öznellik aşırılığa, ölçüsüzlüğe kayıp gitmiş durumda. Polemik dilinin inceliklerini umursamayan, en çok ne kadar sivriltilebilirse o kadar sivri, karşıtını kendinden farklı görmekten çok yok edilmesi gereken bir odak olarak görmeye yatkın, kendindeki yanlışları görmezden gelip karşısına aldıklarını eleştirmek için fırsatlar yaratan ve bunların olumsuz sonuçlarını umursamayan, dolayısıyla altmış yıl boyunca yaşadığı bütün sorunlara, geri çekilmelere, yenilgilere rağmen değişmeyen bir dil bu. Üzücü ama böyle.
Dayanışma kültürü birlikte mücadele içinde kazanılır. Bugüne dek kalıcılaştırılmış bir ortak mücadele geleneği olmadığı için, sosyalist hareket içinde de güçlü bir dayanışma kültürü gelişemedi. Bize ait olumsuz bir kültür bu, iyileşmiyor. 12 Eylül’ün büyük yenilgisinden sonraki bir dizi birleşik parti girişimi de bu yüzden başarısız olmadı mı? Pek çok sosyalist kadronun ve entelektüelin de içinde olduğu SBP (1991), BSP (1994) ve öncekilerden daha geniş bir birlikteliğin ürünü olan ÖDP (1996), birleşik bir parti ve hareket yaratma yatkınlığının olmaması nedeniyle pek de zorlanmadan dağılıp etkisizleştiler.
KÜRT SİYASAL HAREKETİ İLE ÖTEKİ SOSYALİSTLER ARASINDAKİ İLİŞKİNİN BİÇİMİ
HDP ile sosyalist partiler arasındaki ilişkiye gelince, sözünü ettiğim güç dengesizliğini doğru değerlendirmek gerekiyor. Karşıtlar arasında güç dengesizliğinin anlamı başka, ortaklar arasında başkadır. Sözgelimi bir ittifak içindeki partilerin kendi güçleri oranında temsil edilmelerinde bir yanlış yok. Ama akla hemen, gücün ölçütü ne olabilir sorusu geliyor. Genel seçimlerde alınan oy oranı ölçüt olur mu? Örnekse, Emek ve Özgürlük İttifakı içinde, –bugün olamıyor ama– önceden ölçülebilir olsaydı eğer, partilerin seçimlerde aldıkları oy oranında temsil edilmeleri hakkaniyetli olabilirdi. Onun yerine başka bir ölçüyü geçirmek her zaman tartışmaya neden olacağı için, sahip olunan oy oranı –asıl ölçüt olmasa da– kullanışlı bir ölçüt olacağı için, İttifak içindeki ilişkiler aynı zamanda bu ilkeye göre de düzenlenebilirdi. Böylece İttifak partileri parlamentoda da oy oranlarına göre temsil edilebilirlerdi.
Ama bir ittifakta asıl olan eşitlik ilişkisidir. Eşitlik ilkesi nerelerde aranır? Bileşenlerin karşılıklı saygısında ve elbette söz hakkında, politik farklılıklar arasında, düşünsel düzeyde. Yani İttifak içinde hiçbir parti öbürünün büyüğü olarak davranmaz, arada hegemonyaya dayalı bir ilişki, suyu küçüğe, sözü büyüğe vermek olmaz.
Emek ve Özgürlük İttifakı 25 Ağustos 2022 tarihinde, hem yaklaşan seçimleri düşünerek hem de uzun vadeli bir mücadele ittifakı olarak kuruldu ve sahip olduğumuz en olumlu örneklerden biri olarak hayatımıza girdi. Onca başarısız deneyimi yaşamışken olağanüstü bir dönemin içinde olağanüstü önemi bulunan İttifakımızın bozulması dramatik sonuçlara neden olur.
Ursula Le Guin’in yaratıcı yazı bağlamında yaptığı hoş bir benzetme var. Yaratıcı yazıyla okuru birer dans partneri gibi düşünüyor o. Bu ilişkiyi “iki insanın işbirliği içinde zarafetle hareket edebileceği bir mütekabiliyet alanı” olarak görüyor, yaratıcı yazıyı tam anlamayan okurlara tango yapmayı öneriyor. İttifakın bileşenleri de eşit ilişki içinde ve uyum içinde dans etmeyi öğrendikten sonra, “bir daha asla pitbulların arasına dönmezler”. Bizim ittifakımızı pitbullara sunmak gibi niyetler hiçbir zaman bizden olamaz.
Bugün Emek ve Özgürlük İttifakı içindeki tartışmalarda HDP yönetiminden açıkça kaynaklanan bir sorun olduğunu görmüyorum. Bileşenler her konuda aynı düşünmüyordur, düşünemez de. Bundan daha doğal ne olabilir ama karşılıklı ilişkilerde olgunluk, eskilerin deyişiyle bir feraset olduğu da görülüyordu. Seçime giriş kararlarındaki farklılıktan çıkarılan gerilim yükselirken bu ferasetin yukarıdan söz söyleyen kimilerinin dilinde kaygan bir zeminde yuvarlandığını da yadsıyamayız.
Öte yandan partinin tabanından ya da kendilerini HDP’nin yanında görüp TİP’e karşı konumlandıran sosyalistlerden gelen tepkilerde, belli ki büyük olanın söz hakkı karşısında küçük olanın söz dinlemesi bekleniyor. Dolayısıyla zihinlerin karanlık odasında büyüğün hegemonyasına itaat isteği var. Hatta TİP’in HDP sayesinde barajı geçtiği sözlerinde minnet dayatması da var. Kişiler arasında minnet beklentisi olumlu bir kişilik özelliği değildir. İkide bir barajın diyetini isteyenlerse barajı zımnen savuma durumuna düşüyordur. Siyasal hayatta yanından zinhar geçilmemesi gereken bir düşüncedir bu. Yazık ki ortaya hiçbir engelle karşılaşmadan savrulan irili ufaklı sayısız söz, nesnel olarak bu anlama çıkıyor. Kendi aklımızı küçük düşürmeyelim.
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ’NİN NİTELİĞİ VE BULUNDUĞU YER
Kürt siyasal hareketi –dolayısıya HDP– bu ülkenin ve kendisinin acılarından mücadele ederek çıkmış, büyük ve onurlu bir harekettir. Türkiye İşçi Partisi de geçen şu beş yıl içinde saksıda değil, toprağa köklerini salarak yaşayıp serpildi. Parlamentoda siyasal İslamcı iktidara karşı keskin bir muhalefet yaparak toplumun geniş kesimlerinin ilgisini ve desteğini aldı. Sokakta yaşayan bir sosyalist parti olarak var olmaktan vazgeçmedi, işçi sınıfı içinde var olmaya çalıştı, bu ülke için büyük önemi olan ekolojik sorunların bazen yanında bazen başında oldu, direnişlere katıldı, direnişleri örgütledi, gençlik içinde çalıştı. Kısacası TİP, geçtiğimiz 1 Mayıs’ta ülkenin neredeyse her yerinde, kendi alçakgönüllü kaynaklarıyla sahip olduğu toplumsal karşılığı göstermiş oldu.
Onun yarattığı karşılıklar, niçin olmasın, HDP’ye yakınlık duymayan çevrelerin kendilerini rahatlıkla içinde görebileceği alanlara ve örgütsel yapılara denk düşüyor olabilir. Bu aynı zamanda bütün sosyalist hareketin topyekûn kazanımı olmaktan başka nedir. Üstelik TİP enternasyonalist kimliğiyle Kürt Siyasal Hareketi’ne karşı tutum alabilecek kesimlerin milliyetçi duygularını törpüleme, onları siyasal hareketin içine çekme gizilgücüne de sahip bulunuyor. Demek ki HDP’nin hemen ilişki kurmasının zorlaştığı alanlarda, Türkiye İşçi Partisi daha rahat hareket edebilir, dolayısıyla o dünyaları İttifak’ın kazanımına dönüştürebilir. Böyle kazanımlara hepimizin gereksinimi var.
Toplumsal karşılık, altı çizilmesi gereken bir düzey. TİP bir sosyalist kitle partisi olma arayışıyla yeni bir anlayış ortaya koymaya çalışıyor. İçinde güçlenen ademi merkeziyetçiliğe dayalı anlayışıyla hızını kesmeden çoğalan kitleselliğinin sürmesi de beklenir. Büyük deprem felaketinin ilk saatlerinde gösterdiği dayanışma refleksini kendi sınırlı olanaklarıyla hâlâ sürdüren tutumu da önemli. Kısacası Türkiye İşçi Partisi neredeyse kesintisiz mücadeleyle süren hayatımıza –ona yakınlık duymasak bile– yadsınamayacak bir değer katmış, onurlu bir sosyalist partidir. Bunu yadsıyabilir miyiz?
TİP’in hiçbir alanda kendisini tek ve en önemli görmek gibi bir iddiası olmadı. Yani TİP kendine konforlu alan arayan bir parti olmak bir yana, konforlu alanları kendisi yok ederek yürüyor. Emek ve Özgürlük İttifakı içinde HDP ile TİP arasında yoldaşça ilişkiler olduğundan, Türkiye İşçi Partisi’nin bu yoldaşlık ilişkisine sadık olduğundan kuşku duyulamaz. Bunda kuşkulara neden olmak yalnızca bize zarar verir, hasımlarımızın yüzünü güldürür.
TİP seçime kendi amblemi ve adaylarıyla girme kararını alırken İttifak içindeki ortaklarıyla bunu çok önceden görüştü. Onaylanıp onaylanmaması madalyonun bir yüzü, alınan bağımsız karara saygı öbür yüzüdür. Sosyalist bir parti olarak Türkiye İşçi Partisi, kendi bağımsız varlığını görmek ve göstermek hakkına sahip olmalı. Bir sosyalist partiye bunu yapmaması önerilebilir mi? Zamanı mı değil, o zamanın ne zaman geleceği de bir partiye öteki partiler tarafından dikte edilmemeli. İttifak içindeki EMEP’in, öteki partilerin ve TİP’in, hatta dışarıda Sol Parti’nin güçlenmesi Emek ve Özgürlük İttifakı’na ve bütün demokrasi güçlerinin hanesine yazılır.
TİP’in ya da öteki bileşenlerden birinin seçime katılma biçiminin farklı oluşu, onun kendisi dışındaki ortaklarının eleştiri ve uyarılarına gözünü kulağını tıkadığı, öteki ortaklarının sözünü yerde bıraktığı anlamına gelmez. TİP’in –burada örneğimiz o– kendi amblemi ve adaylarıyla seçime girmesiyle İttifak içindeki konumu arasında bir çelişki olduğunu düşünmek, ittifakların doğasını anlamamak demektir ki, bu tepki Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçimden sonra derinleşecek bir mücadele ittifakı oluşunu da yadsımak demektir. Hiç kimsenin bunu istediğini düşünemeyiz. İttifakları herkesin her konuda aynı düşüncelerde olduğu, ideolojilerin ve politikaların tekleştiği biçiminde anlamak, Türkiye’nin sol ve sosyalist dünyasında cephe, ittifak benzeri birlikte mücadele geleneğinin olmayışını, dayanışma kültürünün sosyalistler arasında bile oluşamadığını gösterir. Bugün artık öyle kalamayız.
Üstelik artık TİP’in belli illerde ayrı girmesi durumunda vekil kaybına yol açmayacak bir matematiği İttifak hukuku içinde çözmeye çalıştığı da ortada. Sonunda 87 seçim bölgesinin 80’inde anlaşma oldu. (Bu anlaşma belki bazı illerde metazori kabul edilmiş de olabilir, bunu bilmem olanaksız.) Ama YSP’nin bir fazla milletvekili çıkarma olasılığını tehlikeye düşürecek ya da bir milletvekili kaybına neden olunabilecek yerlerde TİP’in seçime girmediğini artık herkes biliyor olmalı. Amblemi pusulada bulunmayacağı gibi, TİP oralarda YSP’yi destekleyecek. Kaldı ki TİP, kimi art niyetli söylentilerin dışında, YSP’den herhangi bir liste ya da imtiyaz talebinde bulunmadığı gibi, Aydın, Bursa ve İzmir’in birer bölgesinde, Kocaeli ve Manisa’da seçime girmeyip YSP adaylarını destekleyeceğini de açıkladı. Ve Emek ve Özgürlük İttifakı’nın gücünü koruyup artıracak başka ayrıntılar düşündüğünü de ısrarla belirtiyor. Ya da Muğla ve Hatay’da tersine bir destek düşüncesi İttifak’a iki milletvekili kazandırabilirdi, niçin olmasındı.
Eduardo Galeano eski bir atasözünden alarak, balık tutmayı öğretmenin balık vermekten daha iyi olduğunu hatırlatıyor. Türkiye İşçi Partisi, tarihsel TİP’in mirasını yeniden canlandırırken balık tutmayı öğreniyor, bunu seçimlerde de sınıyor. Bu onun için doğru bir tutum. O, suyun yukarısındaki HDP’nin eleğinden geçen balıkları tutmaya aday. Nehir hepimize ait, kimse ona el koymadı, demek ki balık tutmayı yasaklamak doğru değil. Öyle olduğu için de araya girip suyu zehirlemeyi düşünenler varsa onlar TİP’e zarar verdiklerini düşünebilirler ama aslında hepimize, bütün halk güçlerine, demokrasi ve sosyalizm mücadelesine zarar verdiklerini göremiyorlar demektir.
Hem HDP hem TİP yöneticilerinin son aşamada bir kriz içinde olunmadığını birkaç kere belirtmelerine rağmen kriz yaratmaya çalışmak, HDP ile bir sosyalist parti olarak TİP’in ittifakını umursamamak gibi aymazlıklar yalnızca kişisel seçimleri ilgilendirir. TİP’in hiçbir zaman belirtmediği –dolayısıyla düşünmediği– niyetler ona atfedilemez. Türkiye İşçi Partisi kendisini başkalarından büyük görmediği gibi, küçük de görmüyor. Sosyalistler herkesin duyarlığının yükseldiği bir alanda spekülasyon yapmaz. Kendi gölgesini önündekinin üstüne düşürmez. Gerçek bilgiyi taşırlar ve yorumlarlar.
Emek ve Özgürlük İtitfakı bizim geleceğimizdir. O hem bu ülkede aradığımız yeni demokrasinin olmazsa olmaz sorunu olan Kürt sorununun çözümünün, hem işçi sınıfının ve emekçi halkın aydınlık geleceğinin, barışın, iş ve ekmek mücadelesinin, kadın dayanışmasının, ekolojik yıkımın önlenmesinin, gençlerin geleceğinin güvencesidir. Uzun bir yürüyüştür bu.
* Yayıncı, yazar