İzmir ve Volos’taki balık ölümleri neden kaynaklanıyor?
İzmir’de ve Yunanistan’da gerçekleşen balık ölümleri doğaya yönelik insan müdahalesinin rolünü bir kez daha gündeme getirdi. Yaşanan durumu Türkiye ve Yunanistanlı yaşam savunucuları ile konuştuk.
İZMİR- Geçtiğimiz hafta İzmir'in Bayraklı sahilinde kıyıya ölü balıkların vurması ile başlayan ve sonrasında kentin kıyılarına yayılan balık ölümleri halen tartışılıyor. 20 Ağustos’tan bu yana süren balık ölümleri nedeniyle Karşıyaka ve Bayraklı'da oluşan kötü koku yer yer etkisini sürdürüyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi (İzBB), körfezde deniz araçları ile arıtma çalışmalarına devam ederken, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, İzmir Körfezi'nde meydana gelen balık ölümlerine ilişkin inceleme başlattığını duyurdu.
KOMŞUDA BALIK ÖLÜMLERİ: ‘BU BİR ÇEVRE FELAKETİ’
İzmir’deki balık ölümleri ile ilgili süreç henüz netlik kazanmamış durumdayken, kentin karşı kıyısında bulunan Yunanistan'ın Volos kentinde de limana milyonlarca ölü balık vurdu. İzmir’de olduğu gibi Volos’ta da yetkililer, bölgedeki sahillerde yüzülmemesini ve balık tutulmamasını istedi. Magnesia Vali Yardımcısı Anna Maria Papadimitriou, ölen balıkların tatlı su balığı olduğunu ve Parakarlian nehrinden denize sürüklendiğini söyledi. Papadimitriou, sorunu bir çevre felaketi olarak nitelendirmekten de geri durmadı ve duyarlılık çağrısında bulundu.
KURUYAN GÖLDEN KÖRFEZE GELEN ÖLÜM
Durum böyleyken hem Yunanistan’da hem de İzmir’deki yaşam savunucuları Ege Denizi’nde yaşanan kirlilik ve ölümlerdeki insan faktörünün rolünü tartışmaya başladı. Yunanistan’ın Volos kentinde de İzmir ile benzer bir zamanda yüzbinlerce balığın ölmesi iki örneği birlikte okuma ihtiyacı doğurdu. Biz de bu doğrultuda Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıs’taki çeşitli çevre platformları ve çevrecilerden oluşan Kazma Bırak topluluğunun Volos’taki üyesi Nikos Kanellis ile konuştuk. Geçmişte kent meclisi üyesi olarak da görev almış olan Kanellis, Volos’ta yaşanan balık ölümlerinin geçtiğimiz yıl meydana gelen sel felaketiyle alakalı olduğunu hatırlatarak sözlerine başladı.
Kanellis, “Yaklaşık bir yıl önce, bölgede iklim krizinin sebep olduğu çok büyük bir sel meydana geldi. Bunun bir sonucu olarak Volos’a yakın Karla Gölü fazlasıyla büyüdü. Aslında mesele 60 yıl önce bu gölün, tarım arazisi olarak kullanılmak üzere bilinçli olarak hükümet tarafınca kurutulmasından kaynaklanıyor. Ancak bu aynı zamanda bir çevre suçuydu. Peki ne oldu? Doğanın ta kendisi, su yeniden göle doğru yolunu buldu ve göl yeniden doğdu. Selden beri hükümet ve yerel yetkililer, gölden suyu çekecek kanalı 60 yıl önce olduğu gibi yeniden açmaya karar verdi. Elbette bu sırada gölün içindeki balık sayısı ciddi miktarda arttı. Volos şehrinin karşısındaki Pagasit Körfezine doğru suyu tahliye ettiklerinde, göldeki balıklar için yeterli oksijen kalmadı ve öldüler. Kanalla birlikte de körfeze ölü olarak geldiler. Yüzbinlerce balıktan bahsediyoruz, bu tam bir felaketti” dedi.
Bir yıl boyunca devam eden bu süreçte ne belediye, ne de hükümet yetkililerin gölde gerçek anlamda neler olup bittiğini takip etmediğini vurgulayan Kanellis, “Selin yarattığı sonuçlar nelerdi? Eğer gölden tekrar su çekilirse bu nelere sebebiyet verebilir? Bunlar düşünülmedi” diyerek balık ölümlerinin ‘doğal’ bir olay olmadığını belirtiyor: “Pagasit Körfezi’ndeki ilk ölü balıklar yaklaşık 1 ay önce belirmeye başladı. Elbette ölü balıkların sayısı çok büyük rakamlara ulaşana kadar duruma herhangi bir müdahalede bulunulmadı. Volos Limanı’nın içerisinde biriktiler, bütün deniz yüzeyi ölü balıklarla doldu. Yaklaşık bir hafta önce müdahale ettiler, ölü balıkların denize gitmesini engellemek için bir bariyer koydular ve kanalı kapattılar. Denizden ölü balıkları toplamaya başladılar.” Desteğin çeşitli alanlarda eksik kaldığını vurgulayan Kanellis, Yunanistan devletinin büyük sellere sebep olan iklim krizine dair yeterince kaynak ayırmadığını belirterek, “Sellerden sonra bile yeterince insan, para ve durumu inceleyen bilimsel desteği sunmadı” ifadelerini kullandı.
Balık ölümlerinden sonra yerel yönetim, belediye ve ulusal hükümet arasında sorumluluktan kaçmak için tarafların birbirlerini parmakla gösterdiği bir sürecin yaşandığını aktaran Kanellis, meselenin Yunanistan için tekil bir facia olmadığını ise şöyle açıkladı:
“Daha geniş bir perspektifle yaklaşmak gerekirse eğer Yunanistan’da her geçen gün artan bir ‘temiz su’ sorunu var. Bu durumla karşılaşıyor olmamıza rağmen hükümet hassas ekosistemlere yaklaşım yönetmeliklerini değiştirdi. Geçmişte bu gölden ve diğer yerlerden sorumlu bir konsey vardı. Fakat daha sonra bu gibi çeşitli kurumları kapattılar ve tek bir ulusal kurum oluşturdular. Fakat bu ulusal organizasyonun ülke bütününe ulaşması mümkün olmadı. Yeterince insan çalışmıyor, tüm ülke için 18 çalışan mevcut. Bütün Teselya bölgesi içinse sadece 2 kişi mevcut. Açıkça görülüyor ki Karla Gölü gibi hassas ekosistemleri korumak istiyorsanız bu yeterli değil."
‘ÖLÜ BALIKLARI GÖMÜNCE TOPRAK VE YERALTI SULARI KİRLENECEK’
Sorun ilk bakışta sadece ‘ölü balıkların’ varlığı gibi değerlendirilebilir. Ancak her çevre felaketinde olduğu gibi Volos’taki örnek de bize pek çok müstakbel felaketin kapısını aralıyor. Kanellis, ölü balıkların toplanması kadar o toplanan balıkların ne yapılacağı sorusunun kritik olduğunu belirterek şunları söyledi;
“Bu toplu balık ölümleri ile karşımıza çıkan büyük ekolojik felakete sebep olan denizin kirliliği değildi ve sonuçları hem denizde hem de gölde ortaya çıkmaya başladı. Çünkü deniz içerisinde çürümeye devam eden bol miktarda balık bulunuyor ve kimse bunun sonuçlarını henüz öngörebilmiş değil. Ancak konuya dair çözüm 200 tonu aşkın ölü balığa nasıl yaklaşılacağı. Çünkü bu aynı zamanda bir kirlilik meselesi. Eğer sadece gömerseniz, toprağı ve yeraltı sularını kirletecek.”
"Bir çevresel felaket, sadece çevrenin ta kendisiyle ilgili sorunları önümüze koymuyor. Aynı zamanda toplumsal hayatı derinden etkileyen yaralar açıyor. Volos’taki duruma dair Kanellis, çevresel sonuçlarının yanı sıra oldukça büyük sosyal ve ekonomik sonuçlarla karşı karşıya kaldıklarını söylüyor: ‘Çünkü Volos ve çevresindeki turizm ekonomisi çöktü. Hâlâ denizde yüzmek yasak. Elbette hayatını balıkçılıktan kazananlar için de bir felaket oldu’ ”
‘DOĞAYA BİR ŞEYLER DAYATAMAZSINIZ’
Peki bundan sonra ne olacak? Volos’ta yaşanan balık ölümlerine nasıl bir çözüm bulmak gerekiyor? Ne gibi öneriler dillendiriliyor? sorularına değinen Kanallis, Volos’ta odaklanılması gereken şeyin ‘gölün yeniden inşası’ olmasını gerektiğini vurguladı. Doğaya karşı dayatmaların bir kenara bırakılması gerektiğini vurgulayan Kanellis, “Geçtiğimiz yıl yaşanan sellerde en önemli faktör, şehirlerin nehir yataklarına doğru genişlemesiydi. Volos’ta yılın her mevsimi su olmayan iki nehrimiz var. Fakat geçmişte, çok fazla yerleri vardı dolayısıyla yağmur ve kar yağışına göre bu alanlara genişleyebiliyorlardı, şehir içinde sellerle karşılaşılmıyordu. Ancak şimdi -yani geçtiğimiz 60-70 yıllık süreçte- kentleşme ile birlikte bu nehirler için yeterli alan yok. Tarım için de aynı şey geçerli. Tarımı da doğaya göre uygulamak gerekiyor, bir gölü kurutarak doğaya bir şeyler dayatamazsın” dedi.
‘KARLA’DAN PAGASİT’E ULAŞAN KANAL KAPATILMALI’
Bugünün acil bir ihtiyacı olaraksa Kanellis, Karla’dan Pagasit’e ulaşan kanalın kapatılması gerektiğinin altını çizdi. Çünkü Kanellis’e göre Karla gölünden Pagasit körfezine gelebilecekler ölü balıklarla sınırlı değil. Kanellis, şöyle devam etti;
“Sadece balıklardan dolayı değil aynı zamanda modern kapitalist tarımın kullandığı gübreler de denize geliyor. Seller yüzünden tüm Teselya bölgesinde milyonlarca hektar toprak su altında kaldı. Buradan akan sular gölde toplandı, büyük bir kirlilikten söz ediyoruz: Arabalardan büyük hayvan cesetlerine, gübrelere kadar… Hatta bir askeri kışla da sular altında kalmıştı. Yani son derece tehlikeli patlayıcılar bile gölde toplandı. Şimdi tüm bu toksik kirlilik karışımı 1 yıldan beri Pagasit Körfezi’ne aktarılıyor.”
Karla Gölünden gelen suyun Pagasit Körfezi’ne değil de daha açık sulara, yani Ege Denizi’ne dökülmesi gibi bir öneri getirenlerin de bulunduğunu söyleyen Kanellis, “Bu hiçbir şeyin çözümü değil, sadece kirliliğin yönünü değiştirmiş olacaksınız” sözleriyle eleştirilerini dile getiriyor: “Elbette devlet ve toplum olarak doğayı korumak için daha fazla kaynak harcamalıyız. Yangınlar için de aynı şey geçerli. Ormanları koruyan devlet desteğini geri çekerseniz eğer, yangından sonra bir şeyleri düzeltmeye çalışmak yeterli olmayacaktır” diye konuştu.
‘İKİ KIYININ DA KADERİ AYNI’
İzmir’deki duruma ilişkin değerlendirmelerde bulunan EGEÇEP Eş Sözcüsü İpek Sarıca, denizlerdeki insan odaklı kirliliğe dikkat çekerek hem İzmir hem de Yunanistan kıyılarının kaderinin yıllardır benzer olduğunu dile getirdi. İzmir’deki duruma ilişkin platform olarak yaptıkları başvurulardan henüz bir sonuç alamadıklarını belirten Sarıca, “Denizin kirlenme nedeni alg meselesi gerçekse ki incelemeler sonucu zaten ortaya çıkacak, bu da kirlilik anlamına geliyor. Eko-kırım nedeni olan tesislerin tespit edilerek kapatılması ya da sıkı bir şekilde denetlenmesi gerekiyor. Ancak bu da yapılmıyor. Herhangi bir önlem alma mekanizması da yok. İki kıyının kaderi yüzyıllardır aynı” ifadelerini kullandı.
''KİRLETEN ÖDER' MANTIĞI SON BULMALI’
Son 25 yıldır Ege Denizi’nde yaşanan kirlilik artışına değinen Sarıca, “Nüfus artışına paralel olarak altyapı, arıtma ve benzeri konularda da gelişmeler ve iyileştirilmeler yapılması gerekiyor. Ancak bunu da yapmıyoruz. Sürekli var olanı tüketiyoruz. Günlük çözümlerle meseleleri geçiştiriyoruz. Yapılacak tespitler sonucunda denizin bu kadar kirlenmesine neden olan faktörler tespit edilip gerekirse kapatılması gerekiyor. İdarenin eksik olduğu nokta şudur; bunları öngörüp hareket edilmesi gerekir. Çevreyi kirleteceği muhtemel olan uygulamalara izin verilmemesi gerekiyor. Ancak bizim sistemimizde bu yok. Bir şeyi yapıyoruz ve baktık ki çevre kirleniyor ceza kesiyoruz. ‘Kirleten öder’ mantığından çıkıp bir şeyleri en başından ihtiyatla çözmek gerekiyor. Yoksa İzmir Körfezi’nden Ege Denizi’nin diğer kıyılarına bu faciaları daha da ağır boyutları ile yaşamaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.