YAZARLAR

İzmir’den Avrupa’ya açılan kapı: İzmir Evi

Dünyanın belli başlı kentlerine İzmir Evleri açılması planlanıyor. Amaç, hem kenti tanıtarak dünyaya açılımını hızlandırmak, hem de kültürel ve ekonomik düzeyde uluslararası iş birliği olanakları geliştirmek. Batı, İzmir’in yöneticilerinin, iş dünyasının, yerel halkın gözünde sadece ekonomi ve ticaret yapılacak değil, tanınacak, kendini doğru tanıtacak ve dostluklar, ağlar, ortaklıklar kurulacak bir komşu olacak.

Edip Cansever’e “Bir yanar bir söner Karşıyaka’nın ışıkları, Gün olur insanı deli eder” dedirten, Necati Cumalı’ya ise “Aşklarının tarihi bir şehrin tarihidir diyorum, İzmir için ne yazarsam sana adıyorum!” diye ilan-ı aşk ettiren, Efes’te yaşayan Antik Yunan filozoflarından Heraklit’e “Bir nehirde iki kez yıkanılmaz” sözünü felsefe tarihine not düşürten, Homeros’un doğduğu, Atatürk’e Kordon’daki Naim Palas’ta rakı ve leblebisiyle günbatımını hüzün ve gururla izlettiren şehir…

Fuar içindeki Göl Gazinosu’nda assolist Emel Sayın’a “yalnız benim için bak, yeşil yeşil”i söylettiren, Ahmet Priştina’nın güleryüzlü belediyeciliğiyle özdeşleşen, İngiliz besteci Sir Edward Elgar’a 1905 yılında dört günlük İzmir seyahatinde gezdiği Mevlevi tekkelerinden, tattığı eşsiz vişne reçellerinden, satın aldığı kilimlerden, kentin dar sokaklarındaki ışık ve gölge oyunlarından çok etkilenip “In Smyrna” (Smyrna’da) isimli muhteşem bir solo piyano bestesi yaptıran, kendine has müziği olan şehir…

19.yüzyıldan beri Osmanlı ve ardından Türkiye modernleşmesinin başlıca mekanlarından biri… Birkaç yıl öncesine kadar dünyada emlak fiyatları en hızlı yükselen ikinci şehir… Ekonomik coğrafyasında hem imkanlar hem de açmazlar sunan, 2000’li yılların başlarından itibaren neoliberal şehirciliğin yansımalarını bulduğumuz, sekülerlik-muhafazakarlık arası çatışma dinamiklerinin zaman zaman güçlendiği, ancak Tunç Soyer’in başkanlığıyla birlikte görece dindiği güzel İzmir…

Göztepe ve Karşıyaka’nın ezeli rekabetinin insanı her daim gülümsettiği, Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın bile tatil için tercih ettiği, mübadillerin ise özlemle andığı, Victor Hugo’nun Orientales adlı kitabında bir prensese benzettiği İyonya’nın incisi, giderek daha fazla kişinin emeklilik hayallerini süsleyen, beyaz yakalı beyin göçünün yeni adresi İzmir…

Bebekliğimi, çocukluğumu, ilk gençlik yıllarımı geçirdiğim İzmir ise, benim için mavi bir vosvosun radyosundan yükselen Joan Baez, Efes Antik Tiyatrosu’nda siyah gözlükleriyle Ray Charles, mavinin bin tonunun kapladığı Kordon…  

O çocukluk Karşıyaka Sahili’ndeki Özgürlük anıtından, Girne’deki Yunuslar’a, Sevinç Pastanesi önü buluşmalarına, kendine özgü kelime dağarcığına, özgün ve özgür bir yaşam tarzına, mis gibi kokan bir özgürlük alanına dek uzanıyor.

İzmir benim için siyah-beyaz bir masumiyet hatırası, zaman zaman bahar dallarında güzelleşen, zaman zaman da çarpık kentleşmeyle, kentin kıyılarının önceki dönemlerde ve merkezi yönetimin tasarrufu sonucu gökdelen işgaline uğramasıyla çirkinleşmeye başlayan kent sureti ve kucaklayıcı bir çocukluk sığınağı…

Zaten her kent, hatıraların sihir kutusu içinde yaşamaz mı? Ve her kent, çocukluktan devralınan, kendisine hep uzaktan bakılan yitik bir cennet değil midir? Özünde her kent, devasa bir evdir insana. Kimi zaman üzgündür, boynu bükük... Kimi zaman “haydi koy bir demli çay da sohbet edelim, özledim seni” dercesine hasret dolu... İnsan sevdiği kente her ayak bastığında ona ayrı bir anlam yükler. Kentler, bu anlamların bütünüdür.

Ama İzmir bir yandan da Türkiye’nin üçüncü büyük, 4,5 milyonluk nüfusuyla, 17.yüzyıldan beri önemli bir liman kenti. Hatta Osmanlı döneminde Marsilya’yla, İskenderiye’yle yarışacak denli güçlü bir ihracat pazarına sahip olan İzmir, 8500 yıllık tarihine birçok kültürü ve tarihsel, kültürel, sosyolojik, mimari, ekonomik mirası sığdırmış.

Kısa süre önce Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (PACE) tarafından Avrupa değerlerini en aktif şekilde benimseyen ve bu değerlerin yaygınlaştırılmasını üstlenen şehirlere verilen Avrupa Ödülü’nün 2022 yılı için sahibi olan İzmir, kentler ve bölgeler-arası iş birliğine yönelik yeni bir adım daha attı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer 28-29 Haziran’da Avrupa Birliği’nin idari başkenti Brüksel’de tam da Avrupa Parlamentosu binasının karşısına İzmir Evi’nin açılışını gerçekleştirdi.

Brüksel İzmir Evi açılışı

Bir süredir dünyanın belli başlı kentlerine İzmir Evleri açılması planlanıyor. Amaç, hem kenti tanıtarak dünyaya açılımını hızlandırmak, hem de kültürel ve ekonomik düzeyde uluslararası iş birliği olanakları geliştirmek. İzmir kısa süre önce Yeşil Kent Eylem Planı’nı ve İzmir Sürdürülebilir Enerji ve İklim Eylem Planı’nı tamamladı.

Kent aynı zamanda kısa süre önce dünya çapında 377 şehir arasından Avrupa Birliği'nin İklim Nötr ve Akıllı Şehirler Misyonu'na seçildi. Bu misyon çerçevesinde yenilenebilir enerjiden, akıllı binalara, atık yönetimi ve ulaştırmaya dek özel hibe ve kredi olanaklarından yararlanacak olan İzmir 2030 yılına kadar karbon salınımını sıfıra indirme hedefini yerine getirmeyi ve bu konuda diğer kentlere öncülük etmeyi planlıyor.

Dünya ekonomisinin, kentler-arası ilişkilerin, toplumsal dinamiklerin çarpıcı biçimde dönüştüğü son günlerde İzmir, küresel ölçekte öne çıkmış kentler liginde yer almak istiyor. Akdeniz havzasındaki sermaye ve kültürel birikimi bir katma değere dönüştürmeyi, stratejik yatırımları çekip, bölgesel eğilimlerin odaklandığı yeşil dönüşüm gibi ortak ideallerde Avrupa trenine katılmayı hedefliyor. Avrupa’da yeni cazibe merkezleri sürekli ortaya çıkarken, sürecin kaybedeni olmak istemiyor. Dolayısıyla Avrupa’daki hedef kitlelerine de ortak bir terminoloji üzerinden, karbon salınımını azaltma hedeflerini dile getiren, samimi, aktif ve genç bir şehir imajıyla hitap etmeye yöneliyor.

Boy boy gökdelenler inşa eden, kültür endüstrisi mekanlarını AVM’lerden ve homojen tüketim mekanlarından ibaret sanan, kentlerin iktisadi yönü kadar toplumsal mekân ve tarihi bellek olma yönünü göz ardı eden kentleşme modelleri artık kaybediyor. Kentlerin zenginliğini salt endüstriyel üretimle sınırlandıran, kentler-arası dayanışma ve etkileşimin zenginliğini ıskalayan yaklaşımlar da aynı şekilde kaybediyor.

Avrupa’da kent, kentleşme, kentlilik, çoğulculuk ve kültürel çeşitliliği doğru okuyabilmek, kentlerin birbirleriyle konuşabildiğini, hibeler yoluyla dertleşebildiğini, kentler arasında kurulan ittifak kümelerinin geleceğin ihtiyaçlarına yanıt vermede ve yerel kapasiteyi güçlendirmede kentleri dayanıklı kıldığını, kentlerin ortak projeler üzerinden birbirlerine kent sakinlerinden son havadisleri taşıyabildiğini görmekten geçiyor. Devlet-toplum-kent ilişkileri sürekli bir devinim halinde.

İzmir, merkezi hükümetle yerel siyaset arasında süregiden çatışmaların neticesinde potansiyelini gerçekleştiremediğinin ayrımına vararak bir süredir şehrin “gavurluğu”, ama özünde muhalif ve özgürlüklerini korumaya adanmış kimliği bahane edilerek cezalandırıldığı, kamu yatırımlarından hak ettiği payı alamadığı koşullar yerine Avrupa’nın reel gündemine eklemlenen çevrelerde kendi değerini ortaya koymaya, o eski şaşalı günlerine özlemle küresel bir şehir olmaya yöneliyor.

Kamu yatırımları içindeki payı 2019 yılında sadece yüzde 2,8 olan İzmir, kalkınması için alternatif çıkış stratejileri arıyor. “Yunanistan’a adaları nasıl kaptırdık” gibi kısır döngü tartışmalar üzerinden gidip imar affıyla tarumar olan Ege kıyı şeridini görmezden gelen içi boş söylemler yerine, Avrupalı benzer kentlerle ortak endişeler üzerinden ilerleyerek ortak bir katma değer yaratmanın yollarını arşınlıyor.

Tarımda kooperatifçiliği destekliyor, kent çeperinde ekolojik ortak yaşam alanları yaratmaya çabalıyor, tüm sahil şeridini kapsayan projeler geliştiriyor, kentçilikte eko-tarım kavramlarını ön plana çıkarıyor.

Avrupa’nın geçen sene ihraç ettiği 33 milyon ton çöpün 14,7 milyon tonunun Türkiye tarafından alındığı gerçeğini yok saymadan, atık yönetimi ve sürdürülebilirlik konusunda AB ile ortak projeler yürütüyor.

Kent ekonomisini, kültürünü, sosyolojisini, mekân yönetimini yeniden yapılandırma sürecinde “arkadaş çevresini” çeşitlendiriyor, “dünyalı” oluyor, ülkedeki kutuplaşmanın yükünü çekip kenti fütursuzca aşındırmak yerine daha “yaşanabilir” bir kent olmaya çabalıyor. Bir yandan da ülkedeki siyasi kutuplaşma, İzmir’i, geçmişteki AB reformlarına karşıt duruşundan ayırarak, Avrupa Birliği ülkelerine ve AB normlarına daha da yakınlaştırıyor.

İzmir’in özgürlüklerine ve temel haklarına ezelden beri düşkün olan sakinlerinin şu anda Z kuşağı olarak nitelendirilen çocukları ve torunları ise, AB’ye, Avrupalılık fikrine, dünyalı olma kriterlerine çok daha açık. Siyasal ve kültürel referansları içsel ve dışsal dinamikler sonucu dönüşüyor.

Ülkedeki yaygın muhafazakâr blok karşısında “İzmirli”, sosyal mobilizasyon hakkını Avrupa’dan yana gösteriyor. Dayandığı çok kültürlü, çok katmanlı ve çok renkli geçmiş ise elindeki en büyük güç. Tabir-i caizse, İzmirliler, umudu Batı’da görüyorlar. Artık kültür savaşları yerine, İzmirliliği aşağılayan, ötekileştiren tanımlamaları üstüne yapıştırmak yerine, kültürlerin yakınlaştığı, ortaklaşmadan herkesin yararlandığı modelleri tercih ediyorlar. 

Bu güçlü damar ve İzmirlinin bu tür girişimlerle ortaya koyduğu yeni kentsel refleksler ise, modernliğe açık olan, muhataplarıyla yeşil dönüşümden, kültürel projelerden, Avrupa değerlerinden bahseden bir yeni Türkiye tasvirinin en güzel taşıyıcılarından biri oluyor. Bu Batı kâh daha iyi bir eğitim, kâh daha iyi iş olanakları, kâh daha temiz çevre, kâh yenilenebilir enerji olarak ortaya çıkıyor. Bu da yerel yöneticileri Avrupa ile ortaklaşmayı daha da artırmaya yöneltiyor. Çünkü tabandan gelen bir talep ve beklenti var.

Brüksel’de açılan İzmir Evi her ne kadar ilk bakışta turizm ve tanıtım amaçlı olsa da, tıpkı İstanbul’un 2010’da Avrupa Kültür Başkenti olduğu dönemi anımsatırcasına, toplumlar, kişiler ve kentler arası yakınlaşmanın da katalizörü olacak. Batı, İzmir’in yöneticilerinin, iş dünyasının, yerel halkın gözünde sadece ekonomi ve ticaret yapılacak değil, tanınacak, kendini doğru tanıtacak ve dostluklar, ağlar, ortaklıklar kurulacak bir komşu olacak.

Kimbilir, Kavafis’in “Yirmi yıl önce olmalı. Bir aylık aşıklardık. Sonra İzmir’e gitti sanırım, çalışmaya. Bir daha göremedik birbirimizi” diye tasvir ettiği aşığının külrengi gözleri Kordon’da bir günbatımında yeniden canlanır. İzmir, İyonya’nın olduğu gibi Avrupa’nın da incisi olur. Avrupa değerleri doğrultusunda hepimiz çok çabalarsak tüm hayaller gerçek olur.

Not: İrfan Özet’in kaleme aldığı, Tanıl Bora editörlüğünde İletişim Yayınları’ndan kısa süre önce yayımlanan “İzmir Duvarı: Laik Mahallede İktidar ve Kültür Savaşı” adlı araştırma kitabı İzmir'in duruşunu anlamak için yararlı bir kaynak. 


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.