Jamaika’nın renkleri

The Congos’un ‘Fisherman’ şarkısı evimin salonunu doldururken, kendi kendime gülümsedim ve Jamaika’ya ışınlandım.

Jamaika’nın renkleri
Fotoğraf: Arşiv
Google Haberlere Abone ol

Bazen müzik dinlemeyi bırakırsınız ve dünya siyah beyaz bir yer haline gelir. Hayatınızı eski bir Fransız filmini izler gibi izlersiniz. Hayat akıp giderken, siz sadece gözleri açık rüya gören bir seyircisinizdir. Gerçekten orada değilsinizdir. Sizi bu karanlıktan kurtarıp size renkleri geri verecek olansa, yine ve sadece müziktir.

En azından bana olan şey buydu. Bir zamanlar içine düştüğüm siyah beyaz filmden beni çekip çıkaran ise, tuhaf bir biçimde, bir reggae albümü olmuştu. Belki de tuhaf değildi, hatta çok mantıklıydı. Ne de olsa reggae dediğimiz şey, dünyanın tüm renklerini içinde barındırır...

The Black Ark’ı hayal ediyorum şimdi. Burası, reggae müzik yapımcısı Lee “Scratch” Perry’nin Kingston, Jamaika’da yer alan stüdyosuydu. Bob Marley ve Max Romeo gibi büyük isimler de bu stüdyoda kayıtlar yapmışlardı.

“Ashanti” Roy Johnson, Cedric Myton ve onlara daha sonra katılan Watty Burnett’ten oluşan reggae vokal grubu The Congos ise 1970’lerin ikinci yarısında The Black Ark’ta Perry’nin kılavuzluğunda muazzam bir albüm kaydetmişti.

Jamaika’nın renkleri - Resim : 11977’de yayımlanan "Heart of The Congos" adındaki bu hazine, yeryüzünde kaydedilmiş belki de en güzel reggae albümlerinden biriydi. Kalp atışlarından ilham alan ritimler, ağlayan çocukların ve eve dönen balıkçıların öyküleri, insanın ruhuna nakış gibi işlenen vokaller…

Ancak plak şirketleriyle Perry arasında yaşanan anlaşmazlıklar sonucu bu albüm hiçbir zaman bir Bob Marley albümü kadar popüler olamadı. Her şey yolunda gitseydi, belki de ‘Heart of The Congos’ tüm dünyayı kasıp kavuracaktı.

 
The Congos ise zaman zaman bir araya gelerek müzik yapmaya devam etse de, bir daha asla bu albümdeki büyülü havayı yakalayamadı. Şimdilerde yeni yeni kıymeti anlaşılan "Heart of The Congos" hem grubun hem de Perry’nin başyapıtıydı.

Sonraları hayatımdaki en özel albümlerden biri haline gelecek olan bu gizli hazineye böylesine kafayı takmamdan yıllar önce bir rüya görmüştüm. Müzik dinlemeyi bıraktığım ve dünyanın siyah beyaz bir yer haline geldiği günlerde...

Rüyamda evimin zemininde yeraltına açılan bir kapı buluyordum. Aşağıya indiğimde burasının terk edilmiş bir otopark olduğunu görüyordum. Floresan lambalarla aydınlatılmış, içinde birkaç eski arabanın durduğu, tuhaf bir yer… Derken arabalardan birinin arkasından bir timsah çıkıyordu dışarıya.

Timsah bana doğru yalpalayarak ilerliyor ve tam önümde duruyordu. Korkmam gerektiğini biliyordum ama korkmuyordum. Gözlerine baktığımda, onun bana zarar vermeyeceğini anlıyordum. Aynı zamanda, onun kim olduğunu da.

Bu tuhaf yaratık, benim hayatım boyunca bastırdığım çocuksu ve vahşi benliğimdi. Toplum onu sürekli evcilleştirmeye çalışmış, bense daha da ileri giderek onu yeraltındaki bir otoparka kapatmıştım.

Timsah korku içindeydi; hantaldı, yağ bağlamıştı, mutsuzdu ve derisi toz rengindeydi. Bu haliyle gerçek bir varlık değil, olsa olsa karanlık bir gölgeydi. Onun benim karanlık yanımı temsil ettiğini anlamak için Jung olmaya gerek yoktu. Rüyamda bile biliyordum bunu. Bizim kalp atışlarımız birdi.

Sonra ne mi oldu? Gözyaşları içinde elinden tutup onu yeraltından yukarıya, evime çıkardım. Onu kanepeye oturttum ve ona bir fincan çay yaptım. Çaylarımızı içerken, bildiğimi bile bilmediğim, tuhaf bir dilde konuşmaya başladık. Onun elini tuttum. Ve sonunda, bana gülümsediğinde, gözlerimi açtım.

O gün iki şeyden emin oldum: Onu bir daha asla görmeyecektim ve yeniden müzik dinlemeye başlayabilecektim. Timsahımı özgür bırakmış, karşılığında müziğimi geri almıştım.

The Congos’un "Fisherman" şarkısı evimin salonunu doldururken, kendi kendime gülümsedim ve Jamaika’ya ışınlandım. Bunu izleyen zamanlarda, timsahımın da bir yerlerde bu şarkı eşliğinde dans ettiğini düşünmekten hep çok hoşlandım.

 

Size komik gelecek belki ama insanların böylesine güzel bir müzik yapabilmeleri beni şaşırtıyor bazen. Ve biliyorum ki, günün birinde dünya benim için yeniden siyah beyaz bir hale gelse bile, bir anda üzerime Jamaika’nın renklerinden dokunmuş bir pelerin örtülecek ve hayat devam edecek kaldığı yerden.