Kadın mahpus olmak zor!

Hapishanelerde uzman sosyal çalışmacı ve psikoterapist olarak çalışmış Zeynep Çukadar ile kadın mahpusların yaşadıkları, kendi deneyimleri ve ceza infaz sistemi üzerine konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

Zafer Kıraç* [email protected]

‘Gelir adaletsizliği yaşanan bu sistemi düzeltmemiz mümkün olursa suçluluğun belirli ve önemli bir kısmını çözmek konusunda önemli bir adım atmış oluruz, yalnızca sonuçla ilgilendiğimizde suçu önlememiz mümkün değil.’

Hapishanelerde infaz süreci yaşanırken erkek mahpusların önemli bir oranda kadınlardan daha fazla olması, kadınların cinsiyetlerine özgü ihtiyaçlarının ihmal edilmesine ve ayrımcılığa uğramasına neden olur. Bunu önlemek elbette mümkündür. Uluslararası birçok iyi deneyim yaşanmış, kılavuzlar ilkeler oluşturulmuştur. Yani insan hakları ve kadın hakları açısından yapılması gerekenler bellidir.

Geçen yıl burada yazdığım ‘Mahpus Kadınlar’ başlıklı yazımda etraflıca yaşanan sorunları ele almıştım. Bu vesile ile önemli bir çalışma olan ‘Dört Duvar Kadına Ne Yapar?’ isimli kitabı tekrar hatırlatmak isterim.  Çeşitli sosyolojik araştırma teknikleri kullanılarak gerçekleştirilen saha çalışması verilerinin, hapishane sosyolojisinin araçları kullanılarak yapılan değerlendirmesini içeriyor.

Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre 9702 hükümlü ve 1828 tutuklu olmak üzere toplam 11.530 kadın mahpus hapishanelerde bulunuyor.

Bugün, uzun yıllar hapishanelerde uzman sosyal çalışmacı ve psikoterapist olarak çalışmış Zeynep Çukadar ile yaptığım söyleşiyi okuyacaksınız. Bir hapishane çalışanı ve bir kadın olarak hapishane deneyimlerini, ceza infaz sistemi üzerine görüşlerini ve sayıları her geçen gün artan mahpus kadınları sordum.

Öncelikle hapishaneler konusunda bir değerlendirme yapmanı istiyorum.

Türkiye de maalesef hapishane ve sonrasındaki topluma uyum sürecine yönelik nasıl çalışılacağına dair doğru ve önemli adımlar atılmış değil. Şu an cezaevlerinde cezalandırıcı sistemle çalışılıyor. Nedir bu? Kişi cezasını alsın ve yatsın. Burada yatsın gerçek bir yatma terimi olarak değerlendirilebilir. Cezasını alsın ve özgürlüğünden mahrum kalsın, özgürlüğünden men ederek kişinin toplumdan ayrışması amaçlanır. Özgürlüğünden mahrum kaldığı yıllar ne yazık ki, yeniden toplumla bütünleşmeye yönelik hazırlık yapabildiği bir süreç değildir.

Başka önemli bir nokta ise, suçun bireysel olmadığını kabul etmek gerektiği. Suç ve suçlu, zamanında çocuğa yönelik şiddet, kadına yönelik şiddet veya istismar gibi farklı travmaların yoğun olarak yaşandığı anlara sessiz kalıp müdahale etmediğimiz hayatları yaşayan bireylerden çıkıyor daha çok. Yani dezavantajlı veya kurban olan bir süre sonra suç işlemeye başlıyor. Bunu daha detaylı olarak anlatmamız elbette mümkün, ancak burada aklıma gelen bir şeyi aktarmak istiyorum. Özge Can cinayetinde babasının kızının anısına bir park açılışında yaptığı bir konuşma beni çok etkilemişti. "Bir insanın bunu bir başka insana yapabilmesi ancak sevgisizlikle mümkün, sevgiyi, şefkati, saygıyı hissetmiş çocukların farklı bir canlıya zarar vermesi çok mümkün değil. O nedenle sevgi dolu bir toplum diliyorum" gibi bir şeyler söylemişti.

Türkiye ‘topluma kazandırma’ konusunda çok başarısız, mahpus sayılarından ve suç tekrarlarından bunu anlıyoruz. Nerede hata yapılıyor?

Ceza sistemini onarıcı bir yere taşımamız gerekli. Bu nedir? Kişinin işlediği suçun sonuçları ile yüzleşmesini, yaptıklarıyla verdiği hasarı anlamasını ve onarmasını sağlamak ve kişiyi tüm bu süreçlerde psikolojik ve sosyal yönden destekleyerek yeniden topluma kazandırmak esas amaç olmalı. Suçun oluşmasını önleyici politikaların geliştirilmesi gerekli. Suç oranı fazla olan bölgelere, çeşitli boş zaman değerlendirmesi sağlayan merkezlerin kurulması gerekir. Bu merkezlerde psikiyatristinden, sosyal çalışmacısına, beden eğitiminden resim, müzik öğretmenine sağlam ekiplerce verilen hizmetlerin sunulması gerekli. Suçu önleyemiyoruz çünkü suç çok boyutlu olan bir şey. Suç psikolojik, sosyolojik ve ekonomik bir şey. Gelir adaletsizliği yaşanan bu sistemi düzeltmemiz mümkün olursa suçluluğun belirli ve önemli bir kısmını çözmek konusunda önemli bir adım atmış oluruz, yalnızca sonuçla ilgilendiğimizde suçu önlememiz mümkün değil.

Psiko-sosyal destek personeli olması gerektiği gibi mi?

Sosyal hizmet uzmanlarının ve psikologların çalışmalarını planlı bir şekilde yürütmeleri gerek. Türkiye’de şu an için yeterli sayıda psiko-sosyal servislerde çalışan meslek elemanları yok. Ve daha da önemlisi bu servisin henüz yeterince öneminin anlaşılmış olduğu da söylenemez. Halen cezaevinde infazın gerçekleşmesi cezaevinin birincil görevi gibi düşünülüyor oysa cezaevinin varlık sebebinin kişiyi yeniden topluma entegre etme süreçlerinde ara mekan olması olmalıdır.

Özgür bir kadın olarak hapsedilmiş kadınlarla çalıştın, nasıl bir duyguydu? Kadın mahpusluk nasıl bir durum onca yıllık birikiminle baktığında?

Aslına bakarsan cezaevlerinde çalıştığım süreç içinde kendimi çok özgür hissettiğimi söylersem çok doğru olmaz. Cezaevinde olmak cezaevinde olmaktır. İster bir çalışan olun ister bir mahkum. Genel itibari ile sizin yaşamınızdan da çok şey alıyor. Kapalı bir ortamda çalışmak, sizi de dış dünyadan koparan bir şey. Kalın ve yüksek duvarlar size, "Buraya giriş ve çıkış zordur" der ve sizde o ruhun içinde hapsolursunuz.

Sanıyorum meslek hayatım boyunca en keyif alarak çalıştığım grup mahpus kadınlar oldu. Kadın kapalı cezaevinde yaşadığım deneyimlediğim şeyleri hayatımın başka bir anında yeniden deneyimleyebileceğime inanmıyorum. Gelişmeye son derece açık, dolayısı ile değişime çok açık olan bir grup. Öğretici, keyifli ve elbette travmatik olduğunu söyleyebilirim. Ancak enteresan bir şekilde çok güçlü bir grup.

Yabancı uyruklu mahpus kadınlarla da çalıştın, yaşadıkları problemler neler?

Ayrımcılık, adalete erişimde kendilerini ifade edebilme zorlukları, yani dil engeli. Ailelerinden uzakta infaz süreçlerini yaşıyorlar. Dolayısı ile sosyal destek sistemleri yanlarında değil, cezaevine giren bir yabancı mahpusun aileleriyle yeniden görüşebilmesi için en az bir yıllık bir süreç yaşanıyor. Çocuklu olanlar var mesela, onların durumları daha da katmerleniyor.  Kendilerini anlatmak ve sistemi anlayana kadar geçirdikleri süreçte neler yaşadıklarını hayal etmeniz bile yeterli, büyük bir bilinmezlik yaşıyorlar. Bildiğiniz gibi bilinmezlik kaygı üretir, psikolojik olarak son derece yoran bir süreç yaşıyorlar. Yoksulluk ve yoksunluk yaşıyor bu grup. En temel ihtiyaçlarına ulaşmak onlar için oldukça güçleşiyor. Mesela ped, şampuan, sabun, çamaşır suyu gibi, en temel de kullanmanız gereken ürünler. Bunların en azından devlet tarafından kadınların özel bir grup olduğu düşünülerek karşılanması gerek.

Kadınların çocuklu ve bebekli olanları var, yani anne mahpuslar ve anneleriyle kalan mahpus bebekler. Özellikle çocuk nasıl etkileniyor bu durumdan?

Çocuk, annenin bir anlamda suçunun infazına ortak oluyor diyebilirim. Çocukların kreşe gidebilmesi için verdiğim mücadeleyi anımsıyorum. Çocukların özellikle dış dünya ile bağ kurması gerekli, bu çocuğun ileride yaşayacağı travmalar düşünülerek müdahale edilmesi gereken önemli bir konu. Bu çocukların doğa ile bağı kesilmiş durumda, bir ağaç görmüyor, oyun sahası yok, bir parkı yok, oyuncağı yok. Elbette cezaevinin yapısı da küçük çocukların büyümesi veya olabilecek kazalara düşmelere yönelik yeterince önlemlerin alındığı mekansal özellikler taşımıyor. O nedenle çocuklu anneler için farklı bir cezaevi modelinin tasarlanması gerektiğini düşünüyorum. Eğitim haklarından faydalanmaları gerek, en azından kreş ve anaokulu çocukların dünyayı tanımaları için önemli. Bu çocukların gelişim evreleri göz önünde bulundurulduğunda motor kas gelişimleri, zihinsel becerilerin gelişebilmesi için, kitaplar, oyun alanları önemli.

Kapalı kurumlar şiddet üretir deriz hep. Şiddetten kastım mahpusların birbirleriyle yaşadıkları ya da personelin mahpuslarla yaşadıkları.

Fiziksel şiddetin gerçekleştiğinde görülmemesi çok mümkün değil ancak duygusal ve psikolojik şiddet, uygulayan ve maruz kalan kişi için çok da fark edilebilen bir şiddet türü değil. Ancak mahkumlar içinde birbirlerine fiziksel şiddet zaman zaman gördüğümüz problemlerdendi. Buna yönelik iletişim nasıl kurulmalı konusunda eğitimler verdik mahkumlar için. Çalışanlara yönelik de bu tarz eğitimler verilmesi gerektiği düşünüyorum. Kötü muamelenin yalnızca fiziksel olmadığı düşünülerek çalışan personele de bu eğitimlerin verilmesi gerekli. Çalıştığım süreç içinde gözlemlediğim, çalışanların çalışma süreçlerinde tükenmişlik yaşadıkları ve kendi yaşamlarında da baş edemedikleri sorunların olduğu.

Hiç ziyaretçisi gelmeyen kadınları sorsam...

Bu grup oldukça zorluk yaşayan bir grup. İçinde yabancı uyrukluların neredeyse tamamı var. Ancak bu gruptakiler biraz daha dezavantajlılar. Cezaevinde ziyaretçiniz varsa sahibiniz vardır ve bu hem cezaevi yönetimi hem de orda kalan mahkumlar tarafından ne kadar değerli olduğunuzun bir göstergesi olarak görülebilir. Eğer bu yoksa bir nevi yalnızsınız demektir. 

Hiç parası gelmeyen kadınlar ne yapar, nasıl karşılar kantin, telefon gibi ihtiyaçlarını?

Bazıları çalışıyor ve karşılığında çok ufak bir gelir elde ediyorlar. Elbette bu paralar çok yeterli değil. Ancak yine de elde ettikleri para ile kantinden ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Eğer çalışmıyorsa da öyle sanıyorum ki dayanışarak bu süreci atlatıyorlar. Bazıları kaldıkları koğuşun temizliğini üstleniyor böylelikle temel ihtiyaçları koğuşta kalanlar tarafından karşılanıyor. Parasızlık, yoksulluk insanın özsaygısını son derece yaralayan bir durum diye düşünüyorum çünkü koğuş içinde yerinizi de belirleyen bir konu bu. Bu sebeple alınan kararlarda gösterdiğiniz varlıktan tutunda yaşadığınız sorunlarda kendinizi savunmanız gerektiği yerlere kadar bir sorun. Örneğin bir sorun yaşıyorsunuz veya koğuşunuzda birinin haksızlık yaşadığını düşünüyorsunuz, eğer böyle bir durumunuz varsa elbette gerçek fikrinizi söylemeniz veya içinizden gelen tepkiyi göstermeniz zor olacaktır.

Son olarak, hapishanelerdeki kadınlar adalete yeterince erişebiliyor mu?

Ben kadınların adalete yeterince eriştiklerini düşünmüyorum ancak bunun elbette yalnızca kadınlar için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Hukukun eril bir dil üzerinden kendini oluşturduğu ve erkek deneyimleri düşünülerek yazıldığı gerçeği var. Bu bağlamda suç esasen sosyoekonomik yani sınıfsal da bir mesele. Hal böyle olunca kadının dezavantajlı halinin orda da katmerlendiğini görüyoruz. Mesela kadın cinayetleri davalarında meşru savunma gibi kavramlar eril deneyimler ve eril dil üzerinden şekillenir. Burada insan öldürme suçu işlemiş birinin ceza almasını tartışmıyorum, ancak bir gerçek var ki o da kadınlar haklarında koruma kararı çıkarsa da koruma verilse de şiddetle yüzleştiğinde çoğu kadın bunu çaresizlikle işliyor. Bu ve buna benzer olaylarda kadınların daha çok mecburiyetlerin sonucunda suç işledikleri düşünülmelidir diye düşünüyorum. En azından kadın suçluluğunu belki bu eril hukuk sistemi içinde feminist perspektiften değerlendirmekte fayda var eşitliğinin sağlanabilmesi adına.

 ***

Hapishanelerde ‘özel ihtiyacı olan mahpus’ grupları var, kadın, çocuk, engelli, yaşlı, yabancı, LGBTİ+ mahpuslar. Ruh sağlığı bakımı ihtiyacı olanlar. Ölümcül hastalığı bulunan mahpuslar...

Suçla ilişkilenmiş olabilirler, ancak insan hakları hepsi için var olmaya devam eder. Hepsinin ruhsal ve bedensel sağlığı önemlidir. Mahpuslara özel durumları ve ihtiyaçları gözetilerek yaklaşılması önemlidir, uluslararası sözleşmeler gereği zorunluluktur.

*İnsan Hakları Çalışanı