Kadın sporcuya atılan tokat eril şiddetle sporda şiddetin kesişimi
Sporda şiddetin, hele de özü itibariyle şiddete dayalı spor dallarında kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin, önlenmesi için açık, net, tutarlı ve süreklilik kazandırılmış yaptırımla sonuçlanması gerekiyor. Tabii bir de zihniyetin arındırılması şart.
Uzak Doğu dövüş sanatları/sporlarıyla tanışıklığım ünlü televizyon dizisi Kung-fu ile sınırlı. 70’lerde çoğumuzu ve büyük ihtimalle yapacak başka bir şey olmadığından ekrana kilitleyen Çekirge ve Usta’dan hayat dersleri de çıkarıldı elbet. Sadece Kung-fu değil diğer dövüş tekniklerini içeren tüm spor dallarını kapsayacak şekilde zihnimde bütünleştirmiş olmalıyım o diziyle. David Carradine, öğrenciydi ve ustasına yönelttiği sorular ve gelen cevaplarla bir dövüş sanatından daha fazlasıydı diziden izleyiciye kalan. Şık ambalajıyla sunulan o zarfın, mazrufu olan hayatta kalabilme becerisi gözden kaçardı. Dövüş tekniklerini sevdirdi herkese ki arada benim gibi o derslerden dövüşmek dışında ibretler çıkaranlar da vardır. Dövüş sporlarını öyle sevimli gösterdi ki herkese bu dizi başta Hollywood olmak üzere yedinci sanatın her ülkedeki yapımcıları biraz da bu dizinin seyirciyi büyülemesinden etkilenerek belki binlerce dövüş filmiyle doldurdu beyaz camı ve beyaz perdeyi.
Toplumsal düzenin bozulduğu, adaletin olmadığı, büyük tarihsel kırılmaların yaşandığı dönemlerde ortaya çıktıkları görülüyor bu dövüş sanatlarının. Her biri farklı teknik ve felsefi alt yapıya sahip olduklarını ileri sürseler de benim gibi uzaktan bakan birisi için kişinin hayatta kalmak için karşısındakini yıldırmak, gerekirse öldürmek ve yoluna devam etmek üzere kendi adaletini tesis etmesinden ibaret. Bu spor dallarının pek çoğunda sona eklenen “do” hecesi dövüş tekniğinin felsefesini anlatıyor. Yekdiğerinden az çok farklılaşsa da her birinde o felsefe en temelde haksızlık yapmaktan kaçınmakla ilişkili. Ölümcül becerisinin farkında olmak ve gerekmedikçe kullanmamak üzerine geliştirilmiş bir düşünce bütünlüğünden söz edilebilir ve buna dayanarak kişinin kendi adaletini tesis etmesine benzetiyorum. Toplumsal düzenin adaletle sağlandığı, hukukun işlediği tarihi süreçlerde pek de öyle gerek kalmadığı zamanlar ise olimpik sporlar arasına katılarak güncellendi. İtibarı daha bir yükseldi, talibi arttı. Ve tabi ki “kanunsuzların” elinde silah olarak kullanılmaya devam ettiği de ortada.
Tae (tekme) kvan (yumruk) do (felsefe) ya da dövüş tekniklerinin düşünsel arka planı diyebileceğimiz hecelerden oluşan taekvando, Kore tarihinin karışık dönemlerinde ortaya çıkıp yüzyıllar sonra dünyaya yapılmış sporlardan birisi. Saldırmak değil kendini korumak olarak tanıtılıyor. “Hayatın ta kendisi” olarak özetleniyor öğreticileri, ustaları tarafından.
Geçtiğimiz hafta, bir taekwondo antrenörü, elemelerde kaybeden 17 yaşındaki genç kadın sporcusuna tokat attı. Sporda şiddetin, eril şiddetle kesişim yerinden giriverdi gündeme böylelikle tekvando. Hızlı akan gündem içinde bir anda parlayıp sönmüş bir kıvılcım gibi görünse de bu şiddet evet hayatın olağanlaşmasını önlememiz gereken parçalarından birisi. Rakibine yenilen genç sporcuya atılan tokat o şiddetin istisnai değil usul olduğu, minderin gerisinde yaşananların minder kenarına taştığı anlardan birisi olarak görünüyor. Antrenörün tokat anındaki pervasızlığı, vurduktan sonra yürüyüp gidiş anında sergilediği umarsızlık, bir alışkanlığın eseri gibi duruyor. Toplumsal cinsiyete dayalı bir şiddet olup olmadığı belki tartışılır ama kadına yönelik şiddetin bunca yoğun olduğu düşünülürse kadın gündeminde eril şiddet olarak yankı bulması kaçınılmaz olarak normaldir. Üstelik olayın yaşandığı gün içinde dört kadın öldürülmüş ve gün bittiğinde kadın cinayetlerinin sayısı altıya çıkmıştı ve bunlar sadece basına yansıyanlardı. Eril şiddet, en az görülen boyutu olan cinayetlerle cins kırım halini almışken görülmeyen, bilinmeyen biçimiyle o tek tokatın infial yaratması gereklidir de.
Olaya ve antrenöre tepkiler yükselince hocasından önce konuşan 17 yaşındaki genç sporcu İrem Pala her ne kadar “tokat atmasını ben istedim” dese de eril şiddet karşısında kadınların aşırı sabır gösterip şikayetçi olmayışı veya geri çekiş ile benzerliği dikkate alınmalı. Spor yaşamının olumsuz etkilenmesini istemiyor olmalı. Tıpkı çocuklarının olumsuz etkilenmemesi için şikayetini geri çekip sonra öldürülen kadınlar gibi bir tavır olabilir bu. Şiddet mağduru şikayetçi olmasa da şiddet suç olarak soruşturulmalı, kovuşturulmalı. Salt kurum içi disiplin suçu gibi görülmesi şiddetin cezasızlığını önlemez. Görüntüleri topluma yansımış bu suç savcıların soruşturma başlatması gereken konulardan. Cezasız bırakılamaz. Haberlerde, eril şiddet faillerinin her birine sağlanan korunaklı alandan antrenör de O.B. rumuzuyla tanıtılmak suretiyle yararlandırıldı. Daha önce bir sporcusu şampiyonada ikinci olduğu zaman gururla Orhan Baytekin olarak yazılmıştı oysa. Müsabakalarda bir kazanan olacağı belliyken sporcularından birisi karşılaşmayı kaybedince kendisini kaybeden antrenörün spordan ne anladığı da sorgulanmalı ayrıca. Eril şiddetin cezasız bırakılması nedeniyle kadın sporcuya şiddeti kendi içinde normalleştirme ihtimali de araştırılmalı.
Sporda şiddetin, hele de özü itibariyle şiddete dayalı spor dallarında kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin, erkek çocuklar dahil, önlenmesi için açık, net, tutarlı ve süreklilik kazandırılmış yaptırımla sonuçlanması gerekiyor. Tabii bir de zihniyetin arındırılması şart. Mademki savunma sanatı olarak tanıtılıp olimpik sporlar arasına yerleştirildi öyleyse gereği yapılırken kulüplerin, dershanelerin, takımların öğrenci ve sporcu kazanmak için verdikleri ilanlarda o sporu nasıl tanıttıklarına varıncaya kadar şiddetten arınmış ifadelerin kullanılmasına dikkat etmek yerinde olur. Örneğin tekvandonun “do”su düşman yoktur ifadesiyle anlatılırken ilanda “kimse sizle düşman olmayı göze alamaz” mottosu kullanılıyorsa orada olimpik spordan söz edilemeyeceği açıktır. Sporda şiddeti önlemeye buralardan başlarken kadın ve çocuk sporculara yönelik sporda şiddetin eril şiddetle kesişim hali de gözden uzak tutulamaz.
Berrin Sönmez Kimdir?
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.
İstifa etmek yerine cambaza baktıranlar 15 Kasım 2024
Kadın ve çocuk cinayetlerinde cezasızlık olgusunun payı 08 Kasım 2024
Kent uzlaşısına kayyım atandı 01 Kasım 2024
Meclis etki ajanlığı teklifini reddetmeli çünkü… 29 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI