Çinli kadınların 'çiçek babandır' deme vakti mi?
Bugünlerde yıllık toplantısını yapmakta olan Çin Parlamentosu'na tam da günün anlam ve önemine binaen “kadınlar çiçektir” der gibi bir öneri sunuldu. Nüfusun yaşlanmasını önlemek adına kadınlar için evlenme yaşının 20’den lise bitirme yaşı olan 18’e indirilmesi önerisi kabul edilecek gibi görünmüyor ama yine de kamuoyunda kıyamet koptu.
Ceren Ergenç
Bir ömür kadar gelen uzun bir zaman önce, Türkiye’yi AB’ye girme heyecanı sarmıştı. “Bana bu kadar Avrupalılaşma yetti gayri” deyip tası tarağı Çin’e taşırken (kadın) danışman hocam, “yolculuğun hayırlı olsun, başka bir diyarı anlamaya çalışırken en çok geldiğin yeri anlar bulacaksın kendini” demişti. İki ülke arasında geçirdiğim on küsur yıl bundan daha iyi özetlenemezdi herhalde.
Türkiye’de çikita muz sembolüyle hafızamıza kazınan ekonomik dışa açılım benzeri bir döneminde ilk defa vardığım Çin’de aralıklarla yaşadım. Bu sefer, 10 Ekim’den barış imzasını takip eden hak ihlallerine, bize yaşatılanların yorgunluğu ve kızgınlığını içimde taşıyarak geri döndüm. En son bıraktığımda neredeyse her köşebaşında olan tartışma ‘salon’larında müzakereci demokrasinin konuşulduğu, araştırmacı gazeteciliğin altın yıllarını yaşadığı bir yer olan Çin’i de bezmiş ve ürkmüş orta sınıfların ‘bırakacağım bu işleri, (...yaklaştınız ama hayır, dördüncü kuşak kahveci değil) el yapımı biracı açacağım’ dediği bir yer olarak buldum.
Asya’nın iki ucundaki bu geç modernleşmiş, yeni neoliberalleşmiş ülkelerin ne geçmişi ne bugünü tamamen benzer elbette. Ama önümüz bahar, belki birine bakarken diğerini biraz daha anlarız, hiçbir şey yapamıyorsak belki birlikte düşünürüz diye yazmaya başladım.
İlk yazının 8 Mart vesilesiyle kadın hareketine dair olmasını istedim. Çünkü artan otoriterleşme altında bir araya gelmenin olanakları kalmamışken hem Türkiye’de hem Çin’de hâlâ sesi duyulabilen hareketler kadına ve kuire dair olanlar.
MİLLİYETÇİLİK SOSLU CİNSİYETÇİLİĞE KARŞI FEMİNİST BEŞLİ
Çin’de sosyalist dönemde geleneksel kodları kırmak için iş tanımı farkı kaldırılmış, erkek işi olarak görülen işlere kadın kotası konulmuş, komünlerde ve KİT’lerde çocuk bakımı ortaklaştırılmış. Mao sonrası dönemde bu sistemik müdahalelerin adı kalıyor yadigar. Ama geleneksel cinsiyetçi kodların kırılabildiği görülmüş ya bir kere, 80’lerde Çin bir tür Duygu Asena feminizmine şahit oluyor. Kadınlar hem kamusal alanda hak hem özel alan özgürleşmesi mücadelesi veriyorlar.
1989 Tiananmen direnişinin ve 2008’de siyasi özgürlükler talep eden “Aydınlar Dilekçesi” girişiminin bastırılması, Çin’in kamusal hayatının yıldırılmasının iki mihenk taşı. Nitekim, bir Barış Akademisyenleri bildirisinin olgunlaşabilmesine daha çok var Çin ikliminde. Bugün feminist ve kuir hareket bizde de olduğu gibi neredeyse tek örgütlü muhalefet olarak kalmış durumda. Çin’de feministler Türkiye’deki feministlerin aksine, örneğin, kitlesel bir gece yürüşü örgütleyemezler. Ama kendi yaptıkları, örneğin aile içi şiddet ya da taciz hakkında flaş mob protestolarını sosyal medyada yayarak farkındalık yaratabilirler.
Ve, olmazsa olmazımız, milliyetçiliğin kadın kimliği üzerinden kurgulanması… Yeni kuşak, kuir dostu, patriyarka düşmanı feministlerden beş kadın, 2015 yılında toplumu ayaklanmaya teşvik suçlamasıyla kısa süreli olsa da tutuklandı. Bu tutuklama sonrası Feminist Beşli olarak anılmaya başlanan bu feministler, artık uluslararası kamuoyunun tepkisiyle mi bilinmez, kısa sürede serbest bırakıldı ama sonrasında devlet taktik değiştirdi ve feminist hareketi toplumsal dışlama yoluyla ezmeyi hedefledi. Son bir yıldır, kamuoyunu şekillendirmede ağırlığı olan Zhihu gibi platformlarda feminizmin gayri-milliyetçi ilan edildiğini görüyoruz. Ağırlıklı olarak genç, kentli, eğitimli erkeklerden oluşan saldırgan bir grup, hak temelli kadın hareketinin Çin’i Batı gözünde küçük düşürdüğü, kadınların Batı’daki (sahip olduğu varsayılan) statüsünü Çin için de istemenin 19’uncu yüzyıl sonunda Çin’e uygulanan kapitülasyonlarla aynı şey olduğu ve Batı emperyalizmine hizmet ettiği görüşünü yayıyor. Bu kampanya etkili de oluyor. Keza, “kadın-erkek eşitliğini savunuyorum, ama yok canım tabii ki feminist değilim” klişesi artık çok yaygın savunulan bir görüş.
Çin’de kamuoyu savaşları şu şekilde gerçekleşiyor. Feminist Beşli’nin yanı sıra Pekin’deki LGBTİ örgütünün kapatılmasına gelen kamuoyu tepkisini, akademide ve hak savunuculuğu çevrelerinde başlayan #BenDe ifşalarının etkisini azaltmak için sosyal medyada bir nevi Aktrollerin karşılığı diyebileceğimiz ‘5 Mao Ordusu’, “Soros tarafından desteklenen (tanıdık geliyor mu?) Çin aile yapısını bozmaya yönelik (ya şimdi?), ‘5 Sent Ordusu’ adını verdikleri Batı’nın oyununu (resim tamamlandı değil mi?)” bozmaya geliyor.
ÇİN'DE #BENDE DEMENİN ZORLUĞU
#BenDe hareketi Çin’de tüm topluma yayılamadı. Sanat çevreleri, akademi ve hak savunucuları çevrelerinde sınırlı kaldı. Sanat dünyasındaki ifşalara magazinel yaklaşıldı. Akademi belki de en sancılı olanıydı. Türkiye’de olduğu gibi Çin’de de kadın akademisyenlerin sayısı örneğin ABD akademisine kıyasla fazla ve ücret eşitliği (henüz) var ama iki ülkede de hoca merkezli hiyerarşik bir yapı hakim olduğu için ayrımcılığın, tacizin ifşa edilmesi, ifşa edenin yanında duracak bir dayanışma örülmesi çok zor.
Yıllar önce hocasının tecavüzüne uğrayıp sesini çıkaramadığı için kendini öldüren sınıf arkadaşının anısına bu olayı, #metoo hareketinden cesaret alarak, ifşa eden genç kadın akademisyene toplumsal destek geldi. Ama o sırada hakkında soruşturma açıldı ve sosyal medya kampanyasını sonlandırması karşılığında soruşturmanın kapatılacağı söylendi. Cinsel saldırı ile suçlanan hoca hakkında ise, “kariyerine zarar gelmesini önleme” gerekçesi ile bir soruşturma açılmadı. Neyse ki, bunun arkasından başka ifşalar da çıktı.
Hak örgütleri içindeki ifşalar ise bizim de akademi-hak örgütleri-gönüllü çevrelerinden alışık olduğumuz söylemlerle karşılandı: “Ama muhalefete muhalefet olmaz ki.” “Bizi eleştirerek hükümetin eline koz veriyorsunuz.” “Sizin yaptığınız aslında iktidar mücadelesi.” “İyi adamdır o, yapmış olamaz.” “Ne yapmış bir deyiverin hele, biz karar verelim taciz mi değil mi.” “Sizin yaptığınız muhafazarlık, flörtü taciz sanıyorsunuz.”
KENTLİ ORTA SINIFLARIN FEMİNİZMLE SINAVI
Bütün bu saldırılar olurken, başka tür bir feminizm orta sınıfları sarıp sarmalamakta: Çocuk da yaparım kariyer de feminizmi. Yapısal eşitsizliklere değinmeyip devletin ve özel sermayenin omuzlarından eşit işe eşit ücret, ebeveynlik izni, anaokulu gibi kurumsal çözüm yükümlülüğünü alan bu yaklaşım Türkiye’de de tartışılan Sınırlarını Zorla adlı kitaptan esinleniyor. Bu kitabın önerileri, Çin’de ekonomik bağımsızlığını kazanmış, tek çocuk politikasının aslında kendisini özgürleştirdiğini fark etmiş orta sınıf kentli kadının kendini özdeşleştirdiği bir konum oldu.
Bahsettiğim, evli ve çocuklu orta sınıf kadınlar tabii ki. Türkiye’de “evde kalmış” denilen eğitimli, kentli, orta sınıf bekar kadının Çin’deki adı “artık kadın”. Geçtiğimiz haftalarda Türkçe Twitter dünyasının içine düştüğü evli kadından feminist olur mu sarmalının kenarından geçerek ekleyeyim, bu “tek taşını kendi almış” kadınların bekarlığı seçmiş olmasının nedenleri geleneksel evlilik yaşantısında kadından beklenenlerin kariyerlerini ya da özgürlüklerini kısıtlayacak olmasından, paralel yürüttükleri bir eşcinsel yaşantıya kadar değişebiliyor. Bahsettiğimiz örgütlü bir topluluk değil, ama norm dışılığı güçlü taşıyışlarında ortaklaşıyorlar.
“Artık” ya da değil, kadınlar açılım döneminde sistematik olarak üretim ve varlık süreçlerinden dışlanıyorlar. Örneğin emlak piyasası odaklı bir ekonomide eş ya da kız kardeşlerin adları tapulara yazılmıyor. Böyle olunca, en ‘depolitize’ öfkeler bile devleti korkutuyor.
Bu tür bir öfke tam da 8 Mart’ta patladı. Bugünlerde yıllık toplantısını yapmakta olan Çin parlamentosuna tam da günün anlam ve önemine binaen “kadınlar çiçektir” der gibi bir öneri sunuldu. Nüfusun yaşlanmasını önlemek adına kadınlar için evlenme yaşının 20’den lise bitirme yaşı olan 18’e indirilmesi önerisi kabul edilecek gibi görünmüyor ama yine de kamuoyunda kıyamet koptu. Eğitim almayı iyi bir anne olabilmek için ön hazırlık sayan/sayması istenen Koreli ve Japon (ve yeni Türkiyeli?) gelenekçi orta sınıf kadınların aksine erken yaşta evlenip hemen çocuk yapmasına rağmen çalışmayı bırakmayan Çinli orta sınıf kadınlar en sonunda devletin bedenleri üzerindeki planlarına isyan etti.
Bu isyan uzun süredir alttan alta kaynamaktaydı. Şöyle ki, ekonomik büyümeyi garantilemek adına nüfus büyüme hızını yavaşlatmak için 80’lerde her ailenin yalnızca bir çocuk sahibi olabilmesi kısıtlamasını getiren Çin devleti kırk yıl sonra nüfusun hızlı yaşlanmasını durdurabilmek için her ailenin iki çocuk yapmasını teşvik etmeye başladı. Çin’in Devlet Başkanı Xi Jinping, karakteri gereği ‘milletimden en az üç çocuk bekliyorum’ diye parmaklarıyla göstere göstere meydanlara çıkacak biri gibi durmuyor ama o günler de gelir belki, bilinmez. Çünkü teşvikin yürürlüğe konmasının üzerinden üç yıl geçmesine rağmen, ikinci çocuğu yapanların sayısı bir türlü istenen seviyeye ulaşmıyor. Çok çocuklu aile yapısından zorla uzaklaştırılan Çin toplumu, bu sefer aile planlamalarına zorla yeni çocuklar eklenmesine sessiz ama kararlı bir direniş gösteriyor. Çünkü, ikinci çocuğu teşvik etmek için eğitim desteği, babalık izni gibi yapısal iyileştirmeler değil, evlilik yaşının düşürülmesi, erken hamileliğin hamasi kampanyalarla özendirilmesi gibi yöntemler deneniyor.
Tasarının medyaya düşmesini takip eden ilk yarım saat içinde Çin Twitter’ı Weibo’da, “Nedir bu, devletin çocuk yapma makineleri miyiz biz?!” şeklindeki öfke kaynayıp taşmıştı bile. Tabii ben daha bu yazının sonuna gelmeden, bu etiketler sansür yetkilileri tarafından Weibo’dan kaldırıldı. E, demiştik; devletler kadınların öfkesinden korkar.
Kaygılar genç kadınların eğitimlerinin yarım kalacak olması, genç çiftlerin doğacak çocuklarının eğitimini karşılayacak maddi imkanlarının henüz olmayacak olması gibi konulara yoğunlaşıyor. Bunların yanı sıra, ikinci çocuk teşviki zorlamaya dönüştükçe işverenlerin genç kadınlara, “sevgilin var mı?”, “ne zaman evleneceksiniz?”, “sen çocuk yaparsın o zaman”, “evli misin?”, “zaten çocuğun mu var?”, “sen ikinci çocuğu da yaparsın o zaman?” kısır döngüsüyle yaklaşıp iş görüşmelerini bitirdikleri, ya da kadınları stajyerlik gibi güvencesiz kontratlara zorlandıkları, zaten kadınların daha az maaş aldığı plaza beyaz yakalıları camiasında hamileliğin iş sözleşmesinin katakulliye getirip feshedilme nedeni olduğu hikayeleri artarak dolaşıma giriyor
Örneğin, Çin’de gazetecilik mesleğini kadınlar neredeyse tamamıyla terk etmiş durumda. Bir de bunun üzerine devletin başlattığı söylemsel kampanyaları ekleyin; Metrolarda, duraklarda, muhtarın düzenlediği etkinliklerde, her yerde, “Kadının asıl vazifesi anneliktir”, “Bir kadın için annelikten daha kutsal bir misyon olabilir mi?”…
8 MART'IN ÇİN'DE GEÇİRDİĞİ DÖNÜŞÜMLER
Kadınlığın tanımlanmasındaki bu değişiklikler 8 Mart'ın anlamına da yansıyor. Mao sonrası dönemde Uluslararası Emekçi Kadınlar Günü’nden Kadınlar Günü’ne dönüşen gün için resmi olarak kullanılan sözcük aşağılayıcı anlamlar kazandı. Böylece, 8 Mart’a Tanrıçalar Günü denmesi, 7 Mart’ın üniversite kampüslerinde Kızlar Günü olarak kutlanması gibi alternatifler geliştirildi. Tanrıçalar Günü ‘kadınların şımartılacağı ya da kendini şımartacağı’ bir gün olarak tanımlanıp mutfak robotu satışlarını arttırırken, Kızlar Günü erkek öğrencilerin sevgililerine gül vermesi gereken ikinci bir gün görevi görüyor.
Feminist Beşli ve #BenDe kampanyalarının başarısının ardından feminizmin fazla radikal bir ideoloji olduğu, erkekleri mağdur etmeye çalıştığı, ‘makul ve makbul’ kadınların olsa olsa eşitlikçi olacağı söylemi kamuoyunda da yaygınlık kazanmıştı. Orta sınıf kentli kadınların devlete ve erkek egemen kamusal alana “yeter artık, çiçek babandır” diyeceği nokta bu ikinci çocuk dayatmasıyla geliyor olabilir. Türkiye’de de örneğin 8 Mart gece yürüyüşüne katılanları ahlaksız kadın ilan ederek feminizm kavramının içi boşaltılmaya çalışılıyor. Ama feminizmin gücü tam da Çin örneğinde olduğu gibi, kadının yaşantısının içinden çıkıyor olmasında.