Kadın, şiddet ve narsist erkeklik

Kadın öldüğünde, erkek değerlilik duygusunu geri kazanmış olur. Ortada pişmanlık yoktur. Pişmanlık sadece mahkemede duyulması gereken ve ona cezai indirim sağlayan bir kelimeden öte değildir. Artık içinde güçlü değerlilik duygusu yani onun bildiği-anladığı anlamda iyilik hali mevcuttur ama topluma pişmanım der…

Google Haberlere Abone ol

Aşkın Haskaya Suna*

Her gün öldürülen kadınlar ve sıklıkla, medyaya yansıyınca tepki verilen hayatlar! Bir kadının yaşamına biçilen değerin ancak medya ve daha çok, sosyal medyaya yansıması ile o kadının yaşamına değer veriliyor görüntüsünün olması toplumun acınası halinin yansıması gibi geliyor, bana. Hatta öyle ki sorumlu kurumlar bile; sosyal medyaya yansıması ve tepki çekmesi ile olması gereken tepkiyi veriyor oluyor, çoğu zaman gecikmiş tepki… #eminebulut … #kadınlaryasayacak #kadıncinayetlerisonbulacak …

Her gün öldürülen kadınlar var. Bu noktaya gelinceye kadar da gelişen bir süreç! Sessizlik içinde geçen bir süreç. Hem de bütün toplumun birlik olmayı başardığı nadir konulardan ve anlardan biri bu sessizlik, maalesef. Eril sistem, bu sessizliği elindeki tüm güç ile besliyor. Peki kadınlar nasıl oluyor da buna ortak oluyor? Kadınların ortaklığı (geleneklerin etkisi-baskısı, öğrenilmiş çaresizlik, eğitim… birçok alt başlık) başka bir yazının konusu olarak kenara bırakılarak, "erkekler nasıl oluyor da bu sıklıkla, bu kadar çok sayıda ölüm fermanını imzalayabiliyor?" konusunu tartışmak yerinde olur. Amaç erkeklerin faili olduğu bu şiddete haklılık bulmak değil (asla kimse ve/veya kurum tarafından yapılmamalıdır) daha çok bunun oluşum yani son yıllarda artarak devam eden eril şiddetin görünürlüğünü, bilinirliğini açığa çıkarmak ve belki bu yönlü eğitimde (okul-aile eğitiminde ve çocuk yetiştirmede) yeni yollar-kanallar açılmasına kaynak olmaktır.

Öncelikle toplumsal olarak şiddete bakış açımızın hasarlı olduğunu vurgulamak yerinde olacaktır. Şiddet, kadına yönelik olunca da, hasarlı zihniyet, zaten zahmet edip de şiddeti sorgulamıyor bile. Bu ülkede şiddet gelenekler, ailenin kendine has eğitimi (diğer ayaklardan bağımsız değil tabii), okul eğitimi, din eğitimi eliyle artan bir şekilde daha da normalleştiriliyor. Eğitimin bir parçası haline getiriliyor. Bir şeyi öğretmenin (kabul ettirmenin de) en önemli ayağı oluyor. Şiddetin sadece, fiziksel olanını bilmek ve sadece fiziksel olana tepki vermek de önemli hatalardan biri oluyor. Duygusal şiddet, ekonomik şiddet, fiziksel şiddet kadar görünmeyip ama çoğu durumda, kişiye çok fazla hasar veriyor. Kadın ölümlerine giden süreçte duygusal, ekonomik şiddetin hem fiziksel şiddetten bağımsız hem de fiziksel şiddetle birlikte sıklıkla kullanıldığına şahit oluyoruz. Kadının, erkeğin istediği sınırlarda olması için bu iki alan çok daha öncesinde başlıyor. Zihinlerde bununla ilgili yanlış ve eksik algıların olması ve görünür izi olmaması, duygusal ve ekonomik şiddetin kullanım oranını da giderek arttırıyor. Çoğu zaman fiziksel şiddetin de öncülleri olmuş oluyorlar. Şimdilik, şiddetin diğer türlerine başka bir yazı konusu olarak kısaca değinmekle yetiniyoruz.

Toplumun şiddet karşısındaki ilk tepkisini hatırlayalım. Şiddete maruz kalana genellikle ilk olarak "Neden?" ve/veya "Neden yaptı?" gibi sorular sorulduğuna şahit oluruz. Bu sorular bize, çarpık bir zihniyeti işaret eder. Bu ve benzeri sorular sorulmaya devam edildikçe yol almak zorlaşır. Şiddete maruz bırakılanın, failin davranışından sorumlu olabileceği fikri ile birlikte şiddetin, bazı durumlarda ortaya çıkabilen olağan/normal/kaçınılmaz olduğu fikri de bu sorunun derinlerdeki anlamında gizlidir. Soruyu soranlar sıklıkla şu savunmayı yaparken "anlamaya çalışıyoruz" aslında derken, faile, uyguladığı şiddet için, haklılık arayışı içinde olduğunu, haklılık bulduğunu- buna olanak tanıdığını ve aslında kendi bilinçdışında da olayın bir parçası olduğunu göremiyor. Lütfen anlamayın, anlamaya çalışmayın, lütfen! Şiddeti bu sorularla anlamak mümkün değildir, bu ancak failin ortaklığı olur. Anlamak istiyorsak doğru soruları sormalıyız. Bunlar ne olabilir? Şiddete maruz kalanı incitmeyen, empatiyi içinde barındıran "Nasıl oldu?" sorusu gibi içerik bilgisine giden sorular olabilir. Bu kısımla ilgili de ve gerekli durumlarda, mesleki profesyonellerin içerik sorularıyla ilgilenmeleri yerinde bir tutum olur.

O halde, dayanışma-empati ile birlikte doğru soruyu sormak önemlidir. Empati yapıp, dayanışma göstermek çoğu durumda en doğru sorunun kendisidir. Empati-dayanışma soru değil ama, değil mi? Yazının burasına kadar geldiniz ve hâlâ doğru soruyu bekliyorsanız sakıncalı noktada olabilirsiniz! Niye, illa bir soru olsun ki! Değil mi? Niye? Hâlâ soruda takılı kaldınız ise bilinçdışınızda sakıncalı bir süreç varolabilir!. Tehlike çanları sizin ve çevrenizdekiler için çalıyor olabilir. Buradaki soru ile ilgili açıklamalara hâlâ takılmış olmak, merakla açıklanamayacak kadar karmaşık bir noktada diyebiliriz. Eğer derseniz ki, ‘’ama siz soru dediniz’’. Haklısınız, fakat "artık soru yok dedim" ve siz hâlâ yazının burasında takılıp, benim sizi soru ile yönlendirdiğim noktasındaysanız, burayı kurcalamak kişisel alanınız için faydalı olabilir. Yazının burası kendimiz içindi, kendimiz için bir tehlike olup olmadığının farkına varmak için. Başka hayatlar için tepki verirken, belki bazı noktalarda kendimiz de şiddete maruz kalıyor, şiddetin parçası olup göremiyor olabiliriz diyeydi.

Bir anekdot ile çok da uzaklarda olmadığını örneklemek isterim. Maruz kaldığım bir şiddet olayında, hayatımdaki çok önemli insanlardan birinin ilk tepkisi bir soru oldu? Bilin bakalım soru neydi? "Neden?" Konuşma burada bitmeliydi. Bu soru, faile destek sorusuydu, failin bunu yapmasına neden olmuş olmalıydım… "Erkek hangi koşullar altında şiddet uygulamak zorunda kalmaktaydı?", "Maruz bırakılan, buna nasıl yol açmaktaydı" diye yürütülen bir zihinsel faaliyet, hızlıca kişiyi failin tarafında konumlandırır. Ya da doğrusu hep o konumda olduğunu açık eder. Konuşma burada bitti.

İlk paragraftaki "Bir kadının yaşamına biçilen değer’’ cümlesini tartışmaya açmak, öldürülen-öldürülme riski taşıyan kadınların yaşadıklarını bir noktadan anlaşılır kılacaktır. Şiddetin, ölümle sonuçlanan şiddetin eğitimli ya da eğitimsiz erkekler tarafından yapılmış olması, derinlerde eğitimden farklı faktörlerin olduğunu- olabileceğini akla getirir.

Bir kadının yaşamının değerinin, medyadaki değeri ile görülür olduğu bir dönemden geçiyoruz. Her gün, kadınları, deyim yerindeyse göz kırpmadan öldüren bu erkeklerin ortak özellikleri neler olabilirdi, diye sorguladığımda karşıma çıkan cevabı bu yazıda aktarmak istedim. Bu erkeklerin kadınları yok ederek elde ettikleri değerlilik duygusuna vurgu yapmak yerinde olacak. Bu nedenle yazıda daha çok değerli/değersiz hissetmek noktasına dair kısmı, yani narsisistik alanı aktarmak istiyorum. Narsizm Yunan mitolojisinde yer alan Narkissos’tan ismini alır. Psikolojide bu tanımlamayı ilk kullanan Freud da tanımlamasını buradan alır. Narsizm, günlük hayatta her ne kadar "kendini sevmek- beğenmek vs…" gibi pozitif içerikli bilinse de işler hiç de öyle değil. Bu, narsistik tutumları olan kişinin kendisini iyi hissettiği, karşılarındaki diğer kişilerin ise onlarla olan ilişkiyi sıkıcı, yorucu, bıktırıcı, zaman zaman aşağılayıcı vs. hissetmek şeklinde devam eden bir süreçtir. Bir taraf rahatsız hissetse de, diğerinin kendisi için, pozitif hissediyor görünümü vardır. O kişi, güzeldir, harikadır, her şeyin en iyisini yapar-bilir vs. diye uzayıp giden bir davranış skalaları vardır. Bütün değeri kendine vermektedir, burası da tamam. Narsizmde iki kutup belirgindir, bu değerlilik ve değersizlik kutbudur. Peki değer kavramının karşılığı değersizlik nerede o zaman? Değersizlik, narsist kişinin dışındakilerdedir. İşte burada mitolojiden ve Freud’dan farklı olarak "kişinin değerli hissetme ihtiyacı" açığa çıkar ki narsistik kişilik bozukluğunun temelini de, bu oluşturur. Narsizm, öyle atfedildiği gibi yalnız kendini beğenmekle açıklanacak bir kavram olmaktan çıkmıştır. Bir kişilik yapılanması- bozukluğunu işaret etmektedir çoğu zaman! Bu konuyla ilgili Heinz Kohut- James Masterson – Otto Kernberg - Jacques Lacan gibi kuramcıları, Nesne İlişkileri Kuramını inceleyerek daha fazla bilgiye ulaşmak mümkündür.

KADINLARI ÖLDÜREN ERKEKLER TARLADA MI YETİŞİYOR?

Narsizm görünürde; kişinin kendisini değerli görmesi iken gerçekte-derinlerinde değersiz hissediyor olmasını reddetme halidir. (Yazının bu kısmından itibaren narsizm ifadesi ile narsistik kişilik bozukluğu anlatılıyor olacak ve ifade her defasında uzun yazılmayacaktır.)

Kadınları öldüren bu erkekler, tarlada mı yetişiyor da, bu kadar çok ortak noktaları var. Bu hangi tarla (kavram ironidir)! Hemen hepsinin terk edilmeye dayanamadığı, ayrıldıkları kadınların hayatlarını sürdürmelerine ve yeni bir ilişki yaşamalarına dayanamadıkları görülmekte. Onları bu sonuca-suça iten hep kadınlar olmakta, onların erkekliğine laf edildiğini iddia etmekteler. Bir kravat işi çözmektedir, mahkemede. Tam da buradan devam edelim. Bir takım ortak özellikleri olan bu erkekler, nasıl yetişiyor? Bu soruya narsistik kişilik bozukluğu nasıl oluşuyor diye cevap verelim. Konuya ana hatları ile kısaca ve güncel bir dil ile değinilecektir çünkü oldukça detaylı bir konudur. Bu erkeklerin ifadelerinden, en temel ortak özellikleri ele alındığında, narsizm kokusu geliyor.

Nasıl gelişiyor bu narsizm, bakalım! Bebek doğuyor ve dünyanın merkezindedir. Sonraları bu merkeze ona bakım veren giriyor (anne ve türevleri). Büyüme devam ederken çocuk hep iyi-güzel-başarılı işler yaptıkça onay-takdir aldığını fark ediyor. Çocuk, artık tüm enerjisini iyi-güzel-başarılı işler yapmaya harcıyor ancak o zaman onaylanacak-sevilecek ve değerli hissediyor olacak. Diğer zamanlarda kendisini değersiz hissediyor olur. Dünya artık çocuk için iki kutupludur, bu "değerli olmak-değersizlik olmak" kutbudur. Çocuk, tüm çabasını değerli hissetmek üzerine kurar. Hiçbir şey yapamadığı zamanlarda ise kendini söylemleriyle üst basamağa yükselterek ve/veya elindeki gücü kullanarak değerli hissetmeyi sürdürür. Bu kişilerin değerli hissetmesi için, değersiz olan bir diğerinin olması gerekir ki, o kişi onun değerlilik kıstası olsun. Bu sarmal 0-2 yaş aralığındaki ilişkilerle örülür. Hayatın içinde de doğru-sağlıklı beslenme kanalları yaratılmadıkça da katmerlenerek devam eder. Ergenlik ikinci bir şans dönemidir. Kimlik edinme sürecini de içine alan ergenlikte, genç sağlıklı kanallar bulursa, dışarıdan sağlıklı destek alırsa ‘narsizm’ sağlıklı kimliğe doğru geçiş yapabilir.

Bu bilgilerin paralelinde, gelelim bu ülkedeki tarlada neler oluyor? Erkek çocuk doğdu. Önce kurban kesiliyor, lokum-lokma vs. dağıtılıyor ve erkeklik kutsanıyor. Bu törenler-çabalar övgülerle birlikte, çocuğa ömrü boyunca anlatılıyor. Erkek bebeğin her yerde bezi açılıp, altı temizleniyor, pipi her yerde gösteriliyor. Bu pipi bizim övgüsü hep hissettiriliyor. Sonraları "göster oğlum pipini amcaya-dayıya-komşuya ..." seremonisi ile daha da beslenerek devam ediyor. Çocukta da "pipi çok önemli ve benim her şeyim algısı" aileden ve toplumdan doğru beslenmiş oluyor. Çocuğun hiçbir yetisi-becerisi olmasa bile penisi var algısı, yani değerlilik algısı penise yatırılmış oluyor. Çocuğa, değerli hissetmek için de bu penise çok önem vermesi gerektiği, hep birlikte hissettirilerek verilmiş oluyor. Bu ritüellerin hiçbiri kız çocuk için yapılmıyor, kız çocuk için sayıca çok küçük bir kesimde farklı kutlamalar yapılması ayrı bir durumdur. Kız çocuk sürekli korumada, korunmalı, vajen gizlenmeli vs. ile devam eden süreçte öyle ki erkek çocuklara kız kardeşlerinin koruması bile veriliyor. Erkek çocuk sürekli bir kutsanma hali yaşıyor. Bu kutsanma, ailenin devamı- geleceğisin yüklemleri ile devam ediyor. Çocuğun artık hep iyi-başarılı bir şeyler yapması bekleniyor. Aksi halde penisinin varlığı ile aldığı değerliliği hissetmesi kesintiye uğramış oluyor. Penis değerli, vajen değersizdir algısı ilk andan itibaren çocuğa verilmiş oluyor. Vajen ancak bir penis varsa değerlidir, artık bu algı gelişir. Çoğunlukla da bu noktadan dolayı, erkek çocukları geleneksel yapı ile daha uyumlu hale geliyor. Çok modern olmalarına-yüksek okul okumalarına rağmen dönüp, geleneksel-gerici tabulara uyum sağlamalarının altında, çocuklukta bilinçdışına işleyen bu süreç fazlasıyla etken oluyor… Penisinin varlığı ile kutsanan erkek çocuk, övgüleri almak için (çocuk için, görünürde övgü olsa da, bu aslında sevilmenin bir şekli olarak algılanır) sevilmek için- onay almak için hep başarılı işler yapması gerektiğini öğrenmiş oluyor. Devamında kız kardeşine göz kulak olması beklenen erkek çocuk, karısına-kızına-anasına göz kulak olarak, bu sürecin aktörü olur. Tabii bu kişiler de onun ve onun ihtiyaçları için vardır. Onu yüceltmeli, onun kuralları ile yaşamalıdır. O her şeyi bilen, tecrübe eden muktedir bir varlıktır ve sorgulanmamalıdır. Bu ve benzeri sağlıksız algı ile aileden başlayıp, okul, din ve sistem içinde beslenen erkek, sadece erkek olması ile bir harikadır artık, kendi iç dünyasında. Bu harikalığı yaşayacak ve devam ettirecek bir kadına ihtiyaç vardır. Günün birinde bu harikalığı yaşatması için bir kadını fetheder. Dikkat edin sever demiyoruz-diyemiyoruz. Fetheder. Çünkü, kadın onun harikalığını yaşatacak topraktır. Bu ülkenin edebiyatında aşk-sevgi fetih ile bu kelime ile anlatılır, ne ironi ama!!! Çünkü talan edip, dağıtacağı bir alana ihtiyacı vardır. Çünkü değerli hissetmeye ihtiyacı vardır ve bunu bir kadın üzerinden, onu değersizleştirerek yapması gerekir. Kadın, bu kişi ile olan ilişkilerindeki duygu-ilişkinin içeriği vs. üzerine sıkıntıya yani olumsuz duygulara dair, ne zaman ki ses çıkarmaya başlar, işte o zaman derinlerdeki değersizlik hisseden narsist erkek, daha net açığa çıkar.

Narsist erkek terk edilemez, eksikleri ifade edilemez (çünkü ona göre eksikliği yoktur, eksiklik ancak karşıdaki kişide olur), ayrılma teklifi edilemez! Ancak o yapabilir bunları, ancak o isterse olur, bütün bunlar. Terk eder, ayrılır ama yine de o kadını, kadının hayatını izlemeye devam eder. Ne zaman değersizlik duygusuna düşse, bu kadının hayatını kurcalayarak, onu zorlayarak, aşağılayarak, bu duygusunu telafi etmeye çalışır. Öyle ki öldürerek de değerliliğini geri almış olur. Bir kadın nasıl olur da, gidip başka bir adamla bir hayat sürebilir! Bu onu öldürür. Değersizlik onu öldürür. O zaman diğerini değersizliğe düşürme çabalarına girer. Bu noktada pek çok tehdit devreye girer. Tehditlerle bunu başaramazsa, diğerini-yani kadını bu birliktelikten ayrılmaya ikna edemezse, o muhteşem penisin ona bahşettiği değerlilik duygusu değersizlik duygusuna evrilir. Medyanın ve toplumun cinnet anı dediği ise; gayet planlı-programlı bir cinai öfke anıdır. Önceki tehditler- ikna süreçleri bunun planlı programlı olmasının ön sürecidir. Hele ki kadınla buluşmaya gidişte öldürücü alet taşımak tam bir plan dahilindedir. Kadın öldüğünde, erkek değerlilik duygusunu geri kazanmış olur. Ortada pişmanlık yoktur. Pişmanlık sadece mahkemede duyulması gereken ve ona cezai indirim sağlayan bir kelimeden öte değildir. Artık içinde güçlü değerlilik duygusu yani onun bildiği-anladığı anlamda iyilik hali mevcuttur ama topluma pişmanım der…

Kadınları öldüren bu erkeklerin, patolojilerinin-süreçlerinin bir yönü olan-olabilecek olan narsizmi analiz etmek amaçlı yazılan bu yazı, onlara asla ama asla haklılık kazandırmak amaçlı yazılmamıştır. Patoloji olması, haklılık kazandıran değil, cezayı indiren değil tedavi olması gereken, sadece bir noktadır (Bireysel tedaviden ziyade toplumsal iyileştirme çalışmaları yapılabilir). Narsistler gayet bilinçli olarak yaparlar her işlerini ve temel algıları kendilerini değerli hissetmektir. Bilirler ki değersizlik onları yakıp kavurur.

Kadın cinayetlerinin tek nedeni burada aktarılan narsizm değildir. Pek çok farklı nedeni (sosyolojik-politik-dinsel- ekonomik-kişisel ve psikiyatrik…) vardır. Bu yazıda ancak narsizme yer verilmiştir. Ayrıca narsizm erkeklerle-erkeklikle sınırlı değildir, cinsiyet fark etmeksizin gelişebilir ancak erkeklerde görülme sıklığının fazlalığı dikkat çekicidir. Son olarak narsizmin gelişmesi, var olması penisin varlığı ve kutsanması ile de sınırlı değildir.

*Uzm. Klnk. Psikolog/Psikoterapist