Kadın cinayetlerine görüntülerle tanıklık etmek
Emine Bulut'un katledilişini gösteren videonun yaygın dolaşıma sokulması meşru kabul edilebilir mi? Başka türlü söylersek, olaya ilişkin görüntüleri izleyerek özgül bir kamu yararının desteklenebileceği argümanını geçerli sayabilir miyiz?
Oğuzhan Taş*
Kadın cinayeti yerine, Türkiye’de kadınların erkekler tarafından katledilmesi dememiz gerekiyor belki de. Parçası olduğumuz gerçekliği, hangi ifadelerle kavramlaştırdığımız, onunla nasıl yüzleştiğimizin ve başa çıkmaya çalıştığımızın da göstergesi çünkü. Bu haliyle “kadın cinayeti” ifadesi, işaret ettiği gerçeklikte bir dönüşüm yaratamadığımız ölçüde donuklaşıp, her “yeni” örnekte giderek bir haber dili klişesine dönüşme tehlikesini barındırıyor; cinayetin faillerini, yani erkekleri ifade düzeyinde de olsa gizleyerek dilin edimsel gücünü bir ölçüde zayıflatıyor. Ne var ki faili açık eden “erkek şiddeti” ifadesi de tanık olduğumuz katliamın boyutunu kavramak bakımından yetersiz kalıyor. Sözcüklerin ve imgelerin gerçekliği temsil etmeleri, temsilin ötesinde gerçekliği sorgulayabilmeye imkan yaratabilmeleri... Bu kısa değerlendirmenin odağındaki mesele de bu aslında. Emine Bulut’un katledilişini gösteren, kızıyla birlikte karşılıklı son sözlerini duyduğumuz birkaç saniyelik video ve bunun pek çok haber mecrasında izleme butonlarıyla serbestçe dolaşıma girmesi. Bilhassa da bu görüntüleri izlemenin kadın katliamına yönelik kamuoyu tepkisini artırıp örgütleyebileceğine yönelik beklenti. Bu videonun yaygın dolaşıma sokulması bu bakımdan meşru kabul edilebilir mi? Başka türlü söylersek, olaya ilişkin görüntüleri izleyerek özgül bir kamu yararının desteklenebileceği argümanını geçerli sayabilir miyiz?
Videoyu izlemedim. Son birkaç gün içinde internetten rutin haber takibi yapan herhangi birinin bu katliam videosuyla karşılaşmama ihtimali neredeyse yok. O nedenle videoyu kasıtlı olarak izlemediğimi belirtmeliyim: Cinayetin “son dakika” videosunun, bir son dakika haberi olarak bu kadar yaygın şekilde servis edilmesindeki sansasyonellik arayışından rahatsız olduğum için. Ölümcül yara almış bir insanın yaşadığı dehşeti ve böyle bir ana asla tanıklık etmemesi gereken bir çocuğun yalvarışlarını, sansasyonel bir iştahla ve olayı soğutmadan çiğneyip yutmamız talebiyle sunan haber kuruluşlarına duyduğum ahlaki tepkiyle hareket ettim. Örneklerini daha önce de gördüğümüz bu medyatik talebin kendisinin bir şiddet edimi olduğunu, her tür mesleki normun ötesinde temel bir ortak yaşam etiğine saldırdığını düşündüğüm için. Kamu yararı beklentisiyle -yani görünürde “iyi niyet”le- yapılıyor olsa bile, görüntülerin yaygınlaşmasının doğurduğu mahremiyet ve kişilik hakkı ihlalinin kolayca paranteze alınıp, varsayımsal bir ortak amaç için feda edilebilir kılınmasından söz ediyorum. Durumun tikelliğini, tikellik vurgusunu gerekli kılan mahremiyet gereksinimini es geçerek görsel tanıklığa zorlanmamızda ve böylelikle kadın katliamlarına dair bir duyarlılık geliştirmemizin beklemesinde araçsalcı bir aklın izlerini görüyorum. Paradoksal olarak, şiddete karşı tavır geliştirebilmek için videoyu izleyerek başka bir tür şiddet edimini onaylamamız, görüntüleri izleyerek bunun katılımcısı olmamız bekleniyor. Ortak sorunlarımızla ilgili tahayyül gücümüzü harekete geçirmek için, şiddet içeren görüntülerin yaratacağı reaksiyona bel bağlamak ve bunu yaparken de başka tür ihlaller ürettiğimizi fark etmemek sanıyorum ki, kamu yararı sorunu hakkında etraflıca düşünemediğimizin de göstergesi.
Kadın katliamı görüntülerinin bu toplumsal meseleyi daha güçlü bir vurguyla gündeme getirmekte kendi başına bariz bir etki yaratabileceğini iddia etmenin başka sakıncaları da olduğunu düşünüyorum. Elimizde şoke edici, dehşete düşürücü görüntüleri, izleyicilerin dikkatini cezbedecek görsel kanıtı bulunmayan katliam vakalarının ikincilleşmesi gibi. 15 Ağustos günü katledilen Merve Kotan için açılan “mervekotanicinadalet” başlıklı Twitter hesabında Kotan’ın kardeşinin şu sözleri sanıyorum bu tür bir ikincilleşme tuzağına işaret ediyor: “Bu yüreğimizi kanatan olay, ‘ses ve görüntüleri yetkisiz kaydeden’ birileri olmadığı için akıp giden bir haber olmaktan öteye geçemedi. Kaydeden olmadı belki ama ‘yapma lütfen, yapma’ kardeşimin son sözleriydi.” Dahası görüntülerin etkisi meselesini dolayımsız bir şekilde düşünebilmek olanaklı değil. Nihayetinde hepimiz olayı kaydeden kişinin, görüntüleri yayınlayan mecraların, görüntülere eşlik eden haber dilinin, yapılan yorumların, çevremizden duyduklarımızın, kısaca gördüklerimizin nasıl bir olaya ilişkin olduğunu bize anlatan başka metinlerin dolayımıyla tanıklığa çağrılıyoruz. Mevcut pratikler içinde yaygın medyadaki kadın katliamı haberlerinin “ritüel arınma” işlevinin ötesine geçememesi bu bakımdan önemli sorun. Katliam vakaları, “Bir Kadın Cinayeti Daha...” başlığıyla sıradan bir suç kategorisine sıkıştırılıyor, katledilenler birer kurbana dönüştürülüyor, failler lanetlenip geride kalanların acılarının teşhir edilmesiyle arınma töreni sonlandırılıyor: Seyirlik bir insanlık dramı, ibret alınacak bir mesel. Suçun bireyselleştirilip eril toplumsal düzenin kutsandığı bu tür bir törensellikten, en başta kendimiz üzerine düşünmeyi gerektiren eleştirel bir kanaatin türemesi pek olanaklı gözükmüyor.
*Doç. Dr. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi