Kadının sınırları ve ayna: Petrunya

Türkçeye ‘Onun Adı Petrunya’ olarak çevrilen ‘God Exists, Her name is Petrunya’ ya da ‘Tanrı vardır, adı Petrunya’dır’ bu coğrafya için de bir ayna. Tanrıya, onun gerçekten bir cinsiyetinin olmasına ihtiyaç var mı bilinmez ama film çok aşina olduğumuz kavramlar üzerine gidiyor; Kadının sınırını ve sınıfını bilmesi...

Google Haberlere Abone ol

Hikayenin kahramanı çarşafın altından çıkmak istemeyen, annesinin aleni olarak hiçbir şeyini beğenmediğini beyan ettiği, 32’sinde, ‘şişman’, bir iş bulabilmek için ‘iyi’ giyinip yaşını küçültmesi gereken işsiz bir tarihçi. Bir kadın, Petrunya.

Film böyle başlıyor. Kutsal bir günde. Petrunya teyzesinin ayarladığı, sonrasında tacize uğrayıp aşağılanacağı iş görüşmesine giderken elinde haçlar, kutsal kitaplar ve cübbeleriyle bir dini töreni yerine getiren papaz ve cemaati ile karşılaşıyor. Geçip gidiyor. Her zamankinden daha ağır geri dönüyor olay mahalline.

Döndüğünde törenin kutsal haç çıkarma bölümüne geçilmiş. Papaz köprüden haçı dualar eşliğinde atacak ve herkes peşine düşecek haçın. Bulup çıkaransa bir yıl sonraki törene dek haçın sahibi olarak bolluk bereket ve iyi şansa sahip olacak.

- Hey nehrin öteki tarafındaki kıza bak!

- Belki de İsa’dır

Haç suya düşüyor, tüm kalabalık nehre dalıp çılgınlar gibi haçı arıyor. Petrunya nehrin öteki tarafından, taciz edildiği mülakat için giydiği çiçekli elbisesiyle o soğuk ocak gününde nehre atlıyor ve haçı bulup çıkarıyor.

Sonrası tam bir kıyamet. Petrunya kutsal haçın ilk kadın sahibi. Hikaye gerçek bir hikayeden uyarlama, yıl 2018, yer Makedonya.

KUTSAL HAÇ VE KADININ SINIRI

Erkeklerce linç edilip, saldırıya uğruyor. Lanetleniyor. Kutsal bir nesneye bir kadının sahip olması mümkün değil. Bu bir yerlerde yazılı olmasa da dini bir kural ve

kasabanın emniyet amiri de bunu kanun olarak alıp kızı ve kutsal haçı aramaya başlıyor tüm kasabada. Haçı bir kadına ‘çaldıran’ kızgın bir grup ‘erkek’ cinsiyete sahip gencin görüntüleri tüm TV’lerde. Toplum böylesi kutsal bir törenin bir kadın tarafından lekelenişini asla kabullenemiyor.

Sadece törenin gerçekleştiği o küçük kasabada da değil üstelik evde de aynı görüş hakim. Kasabanın küçük bir kopyası ev. Nihayetinde polis gelip alıyor kahramanımızı. Karakolda saatlerce bekletilirken çok basit bir sorunun dahi cevabı verilmiyor Petrunya’ya: “Tutuklu muyum?”

Bir kadının penceresinden erkeklerin dünyasını izliyoruz. Behçet Aysan’ın da dediği gibi;

“yok başka bir cehennem

yaşıyorsunuz işte...”

Bir erkek dururken,

bir erkeğin yerine,

inanabiliyor musunuz bir kadın!

Böyle böyle geçiyor film, metrobüs, otobüs, taksi, okul, iş, toplantılar. Ünvanlar böyle böyle dağılıyor. Böyle böyle dağılıyor pozisyonlar, masalar, işler, maaşlar.

Kadın diye bir varlık var ve bir de onun üzerinde her türlü hak ve hükme sahip, onun yapamayacağı milyonlarca şeyin sahibi ve üstü bir ırk. Erkek!.. Herkes sınıfını ve sınırını bilmeli.

ERKEĞİN DİNİ

Peder de orada. Savcı geliyor. Yazılı hiçbir kanun yok bir kadının haçı çıkaramayacağına dair ama hukuk sistemini de ayağa kaldıran bir skandal var ortada. Hukukun, yargının, adaletin, bilimin, bir kez daha dini normların birkaç adım gerisinde el pençe divan duruşunu izliyoruz perdede. Soma katliamı sonrası sokaklarda gezinen cübbeli sarıklı ‘din alimleri’ canlanıyor gözümde...

Filmin giriş sahnesi bir dini tören. Erkeklere... Erkeklerce... Başından sonuna bu böyle. Hikayenin merkezindeki haç çıkarma töreni ise zirveye taşıyor her şeyi. Bir kadının böylesi bir dini törene katılması ve hatta bir kutsal nesneye sahip olması düşünülebilir şey değil onca erkeğin arasında. Hangisinde mümkün ki zaten erkekler dururken.

‘Evlen, senin de bir yuvan olsun yavrum.’

Filmin ana göndermelerinden biri de bu. Evlilik ve Petrunya’nın (32) yaşının geçmişliği, evde kalmışlığı. Baskın bir anne karakteri de cabası. Bir de ben senin iyiliğini istiyorumlar. Öyle ya evlenip bir erkeğin kanatlarının altına girinceye kadar pek tabii bir yuva kurulamıyor hiçbir coğrafyada.

Parayı verenin hep düdüğü kendine hak gördüğü coğrafyalar...

Baştan sona ciddi bir psikolojik şiddetin hakim olduğu iş görüşmesi, konfeksiyonda paydos zilinin çalıp atölyenin boşalmasıyla fiziksel tacize evriliyor. ‘Sana nasıl yardımcı olabilirim bu çirkinliğinle’ diye de devam ediyor bu taciz. Filmin genelinde de hakim bu ‘hal’.

Elalem ne der!’

Filmin ve tüm kadınların kilit cümlelerinden biri sanırım bu, anne karakterince dillendiriliyor. Genelde de zaten hep anne tarafından dillendirilmiyor mu? Hep kadın tarafından. Kadının kadına reva gördüğünü, kadının kendine reva gördüğünü, kadının toplumun o yazısız normlarını nasıl üzerine bir hırka gibi geçirdiğini, nasıl kendini bir takım kuralların sınırları içine hapsettiğini, kabullendiğini izliyoruz. Bu bir başkaldırı filmi değil, bir ayna.

YA TANRI KADINSA?

Bir gazeteci görüyoruz baştan sona. Bilinçsizce yapılmış bir hareketi (suya atlayıp haçı çıkarma) bir kadın hareketine dönüştürmek için paralıyor kendini. Bir çekimi şöyle kapatıyor muhabirimiz, bir süre önce telefonda kocasıyla kızını okuldan alma kavgası verdikten sonra;

“Peki ya tanrı kadınsa... 2018 Makedonya’sından bildiriyorum. Makedonya’ya sonsuz derler, belki de sonsuz bir Ortaçağ karanlığına gömülüp kaldığındandır.”

Bu bir başkaldırı filmi değil, bir ayna; neyin içinde olduğunu bir de dışarıdan görmek isteyenlere. Sınırları çizilmiş kadınlığın dışarıdan bir görünümü. Hikaye de hemen hepimizin hikayesi.