Aşk-ı Memnu: 'Şeytan' kadının mağduriyeti
Bihter ve Firdevs, unutulmaz replikleriyle dillerden düşmeyen, seyircinin kimi zaman onlar gibi olmaya özendiği, günlük sohbetlerde onların tavırlarından örnekler verdikleri, tacını tahtını kaybetmemiş iki karakter. Öyle ki her yıl 24 Haziran’da Bihter Ziyagil’in ölüm yıldönümü için sosyal medyada, kendiliğinden bir anma gerçekleşmekte. Aradan geçen yıllara rağmen hâlâ bir karakterin yası tutulmakta, onu bu hale getiren diğer karakterlere lanet okunmakta.
Funda Şenol Cantek - Ezgi Özcan
Okumayı seven herkes birçok unutulmaz kadın karakteri leziz bir dili ve anlatım yeteneği olan erkek yazarların kaleminden tanımıştır. Benim ilk aklıma gelenler Çalıkuşu’nun Feride’si, Yaprak Dökümü’nün Ferhunde’si, Leyla’sı, Necla’sı, Fatih-Harbiye’nin Neriman’ı, Sözde Kızlar’ın Mebrure’si ve bütün bir alemin onun yörüngesinde döndüğü, haliyle romana da adını veren Nilgün. Bu romanlardaki kadın karakterler neredeyse tümüyle tehlikeli, baştan çıkarıcı, ahlak düşkünü, her ne kadar kurnaz da olsalar “duygularının esiri olarak” hata yapmaktan kaçamayan, budalaca bir batı hayranlığına kendini kaptırmış, yazıldıkları dönemin dile pelesenk olmuş tabirleriyle monden, tango ve hafif meşrep karakterlerdir.
Lanetlenmiş fakat karşı konulmaz bir çekiciliği de olan bu kadın karakterlere iade-i itibar etmek, onları yaratıcıları olan erkek yazarların elinden çekip almakla, çalmakla mümkün olmuştu biz büyürken; yani kız kardeşlik ruhunu keşfeder, özgürleşmenin yollarını ararken. Bunu yapmak söylendiği kadar kolay olmamıştı tabii. Yetenekli bir yazarın efsunlayan üslubundan gönül gözü açık; kapılıp gitmenin bazen kaçınılmaz olduğu anlatı ırmağından da sağ çıkabilirseniz bu kadınları da yedeğinize alabiliyor, onları erkek egemen dünyanın hoyratlığına karşı sarıp sarmalayabiliyor, onlarla hemhal olabiliyor, empati kurabiliyor, hatta özdeşleşebiliyordunuz. Erkek yazarlar kendilerini iğdiş edeceklerini düşündükleri halde karşı koyamadıkları bu cazip kadınları zehirli yılana, femme fatale’e dönüştürüp cezalandırırlarken bile onlara duydukları hayranlığı gizleyemiyorlardı. Onlar olmasa hayal dünyaları ve yazarlıkları kadük kalacaktı, biliyorlardı.
Modern batı edebiyatına da damgasını vurmuş ve yerli yazarlara örnek teşkil etmiş bu tür kadın karakterler içinde en unutulmazı yerli edebiyatın Anna Karenina’sı sayılan Bihter’di. Bihter’i sadece Halid Ziya Uşaklıgil’in unutulmaz Aşk-ı Memnu romanını okuyanlar biliyorlarken, 1975 yılında Halit Refiğ tarafından çekilen birkaç bölümlük bir dizi filmin baş rollerinden birinde TRT ekranında göründüğünde her kesimden izleyicinin kayıtsız kalamayacağı ikonik bir karaktere dönüşmüştü. Bunu sağlayan biraz da henüz ilk önemli rolüyle oyunculuk alemine çalımlı bir giriş yapan Müjde Ar’dı.
34 yıl sonra yeni bir televizyon uyarlaması yapılmasa, bu kült romanın, hepsi de isabetle seçilmiş, ete kemiğe bürünmüş karakterleri eski kuşağın anılarında mezara gideceklerdi. Bu uyarlama da o kadar başarılı oldu ki 8 kez yeniden yayın akışına girebildi. Bugünlerde yeniden izlenebiliyor asıl kanalında. Ve izleyicilerinin çoğu diziyi daha önce en az bir kez baştan sona izlemiş olanlar.
Bu versiyonda da Bihter rolünü Müjde Ar’ı aratmayacak maharette canlandıran Beren Saat ile Nebahat Çehre’nin canlandırdığı, kızının aşk-nefret ilişkisiyle bağlı olduğu ve neticede ona dönüşmekten kaçamadığı annesi Firdevs anlatıyı sürükleyen “şeytansı” fakat renkli karakterler. Firdevs, izleyiciye sunulduğu haliyle “yaşının kadını olmayan”, ahlaki zaafları bulunan, sadakatsiz, bencil, dünya nimetlerine düşkün, hırslı bir karakter. Bir eş ve bir anne olarak toplumsal normlara, ahlaka uygunsuz var oluşuyla kocasını ölüme, kızlarını felakete sürükleyen “geçkin” bir femme fatale. Atanmış cinsiyet rollerinin baskısı altında yaşayan her kadın kadar mutsuz fakat onlardan farklı olarak bu cendereden çıkışın, özgürleşmenin, benliğini korumanın, arzularının peşinden gitmenin yollarını arıyor. Köşkün kadın çalışanları tarafından “tavuskuşu” olarak nitelendirilmesine sebep olacak kadar gösterişli giyim kuşamı bile kadın cinselliğinin zapt-u rapt altında tutulması gereğine inanmış bir toplumun sınırlarını zorluyor. Kızlarının tercihlerini eleştirirken diline pelesenk olmuş ve onu genel geçer ahlaki kodlar doğrultusunda antipatik ve marjinal gösteren “aptallık etme” uyarısı, toplum tarafından dayatılanın aksine, arzularını, hedeflerini gerçekleştirmelerini önleyecek, özgürleşmelerine engel olacak kişilerden olaylardan kaçınmaları için yapıldığından çoğunlukla yerinde bir uyarı niteliği taşıyor. Bencil, şehvet düşkünü, çıkarcı diye işaretlediğimiz Firdevs Yöreoğlu’na soğukkanlılıkla baktığımızda, şımarıklıklarının kaynağı biraz da mensup olduğu sınıfın genç ve güzel bir kadına biçtiği arzu uyandıran fakat faziletli eşlikçi rolü olan, mutsuz evliliğini çocuklarının hatırı için sürdürmüş, aşık olduğu adamı onlardan uzak kalmamak için terk etmiş fedakar bir karakterle karşılaşıyoruz. Çocuklarını büyütüp dul kaldıktan sonra bireyselliğini sorumluluklarına kurban etmemek üzerine kurulu bir hayat planı yapması birçoğumuzun hayal edip de gerçekleştirmeye cesaret edemediğimiz bir var oluş biçimi. Böylesi bir femme fatale, yer yer kadın izleyicinin alter egosu haline dönüştüğü için de bu kadar ilgi çekiyor olsa gerek. Onsuz bir Aşk-ı Memnu düşünülemezdi.
Dizide, çoğumuzun hayatında karşılığı olan bir anne-kız çatışması sık sık karşımıza çıkar. Firdevs-Bihter ilişkisinde hesaplaşma, halleşme ve teslim olma birbiriyle sürekli yer değiştirir. Birbirlerinin varlığında biteviye kadınlıklarıyla, annelik ve eşlik rolleriyle hesaplaşırlar. Bihter, anasının kızı, Adnan Ziyagil gibi nüfuzlu, iyi huylu ve karizmatik bir adamın karısı, Behlül gibi uçarı ve çekici bir genç adamın sevgilisi, beklenti içindeki öksüz çocukların iyi kalpli üvey annesi ve kendisine alaycı bir önyargıyla yaklaşan köşk çalışanlarının hanımı olmak arasında mekik dokur, kalabalık bir köşkün kuytularında genel ahlakın temsilcisi olan her sınıftan, kültürden, cinsiyetten insanın nazarından kaçıp saklanmaya çalışır. Nefsine ve rahatına düşkün, ergenlikten kurtulamamış, kurtulması beklenmemiş, bu hali sempatiyle karşılanmış bir genç erkek olan Behlül’ün güvenilmezliği ve beklenmedikliği karşısında Bihter’in sığınabileceği tek yer, bir baba mezarıdır. O mezara babayla, yani Melih Bey’le beraber ailenin itibarlı adı, malı mülkü ve huzuru da gömülmüştür. Artık bu babanın himayesinden uzak kalan çekici, “hafifmeşrep” ve “şeytansı” kadınlar “Melih Bey takımı” olarak anılacaklardır. Babanın adı, yokluğunda kirletilmiştir. Himayeci bir erkek olarak Adnan Ziyagil’in varlığının bu kadınları temize çekmesi gerekmektedir. Bunun için bu kadınlar cemiyet hayatının kurallarına, toplumsal ahlaka uygun yaşamalı, bu uğurda benliklerini, arzularını feda etmelidirler.
Bu kurallara, normlara uygun yaşayan bir kadın olan, Fransız mürebbiyesi tarafından böyle yetiştirilen Adnan Bey’in kızı Nihal, Behlül’ün karısı olma vaadiyle ödüllendirilecektir. Böylelikle arzu, heyecan ve entrika üzerine kurulu hikaye dönüp dolaşıp nezahate, bekarete, masumiyete varır. Behlül, Nihal’in bile inandırıcı bulmadığı ehlileşme sürecini, ona eril söylemin tanıdık bir stereotipiyle özetler: “Tanıdığım bütün kadınlardan farklısın, benim için çok özelsin. Senin yanında kendimi tertemiz ve güvende hissediyorum.” Onunla yeni bir hayat kurmak için “her şeyi göze aldığını” beyan eden Bihter ise Nihal’i kendisine tercih eden Behlül’e sitem ederken bu ikiyüzlü ahlakın kısa özetini yapar: “Sen uçuşa uçuşa evlilik hazırlıkları yaparken ben ceza çekiyorum hâlâ. (…) Sen günahlarından arın diye daha nasıl batayım çamura söyle?”
Bahsedilen çamur deryası, Firdevs’in finalde Bihter’i Adnan’ın yanında kalmaya ikna etmek için son bir gayretle adeta bir vudu ayini gibi tasvir ettiği “iffetsiz kadının mukadderatını” da içermektedir: “Adnan Ziyagil’i aldatan kadın olacaksın. Playboylar günübirlik ilişki isteyecek. Çapkın geçinenlerin sohbetine meze olacaksın. İffetli geçinip de ortaya dökülmeyenler bile seni çekiştirecek. Sana saygısızlık edecekler.” Firdevs’in gözyaşları içinde ve canhıraş bir gayretle yaptığı bu uyarı, kendi hikayesine sitemli bir gönderme, kadim bir kadınlık yarasının sızısıdır aslında. Anneyle kızın en yakın oldukları anlar, aşk acısının görünür ve bunu gizlemenin elzem olduğu anlardır.
Dizideki kadın karakterler çok belirgin karşıtlıklar içinde kurulmuşlardır. Köşk’e gelecek yeni hanımı eş ve anne olarak “her bakımdan yetersiz” bulan emektar Matmazel, Bihter’in olmadığı her şeydir. Müşfik, sadık, munis, sağduyulu, becerikli, ölçülü bir kadın. Adnan Ziyagil’in aristokrat bir ailenin görmüş geçirmiş kızı olan ablası Arsen ise Firdevs Yöreoğlu’nun karşıtıdır. Ekber ve erşed bir kadındır. Şehrin kalabalığından uzakta, sanatla ve doğayla iç içe, sade bir yaşam sürer. Adeta cinsiyetsizdir. Giyim kuşamından sosyal ilişkilerine kadar otokontrollü, bir şirketi yönetebilecek donanımı olan, suskunluğunu son sözü söyleme yetkisi ve gücüne borçlu olan bir kadın.
Arsen karakteri dayanaklarını bir yandan da şimdilerde rakibi ve ikamesi MÜSİAD olan, TÜSİAD kültüründen almaktadır. Köklü bir aile olan Ziyagiller, yaşam tarzlarıyla ve tavırlarıyla Türkiye’nin parıltılı patronlar kulübüne dahildirler. Burjuva değil aristokrat denebilecek, aileden yalı, çiftlik, sağlam bir eğitim, oldukça sindirilmiş bir görgü ve kültür kalmış olan bu aile, öldürücü ve her şeyi halının altına süpürücü bir nezakete sahiptir. Örtülü ve duygusal mobbingin diğer adı olan bu nezaket biçimi, Bihter gibi ihtirasının ve tutkusunun peşinden gitmek isteyen, genç ve güzel bir kadının kocası tarafından tecavüze uğramasına engel olmamıştır.
Kendisinden neredeyse 20 yaş küçük bir kadınla evlendiği gerçeğiyle bir türlü yüzleşmek istemeyen Adnan, karısı tarafından itildikçe erkekliğinin kendisine verdiği yetkileri hatırlayıp Bihter’e tecavüz eder. Erkeklik aristokrasi dinlemez. Sevgi dolu bir babanın, başarılı, klas bir işadamının nasıl tecavüzcüye dönüştüğünü görürüz.
Kitapta yer almayan evlilik içi tecavüz vakasının, Türkiye televizyonlarının gelmiş geçmiş en popüler dizisine dönüşmüş kitap uyarlamasında konu edilmesi çok büyük bir mevzu elbet. Lakin taciz-tecavüz vakalarının –hele de evlilik içiyse- kurgularda kullanılması hassasiyet isteyen bir konu. Hele ülkemizde... Hele de Bihter gibi kocasını aldatan bir kadın karakter üzerinden gerçekleştiğinde. Çünkü aldatan kadının “şeytanlığı” ve “hak edilmiş” bir “ceza”yı gerektirirken, diğer yandan da zaten evli olması sebebiyle yaşananın bir tecavüz sayılmaması telkiniyle karşı karşıya kalırız. Adnan’ı aldattığı için zaten vicdan azabı çeken Bihter, her şeyin üzerine bir de, normalde asla şirazesinden çıkmayacak müşfik kocasını tecavüzcüye dönüştürdüğü için suçluluk hisseder. “Sakın kendini suçlu hissetme. Sen mükemmel bir adamsın” sözlerini duyarız ağzından.
Bihter’le Behlül’ün serada sevişmelerine şahit olan, evin küçükhanımına saplantılı bir aşkla bağlı olan uşak Beşir, çok sevdiği, adeta taptığı Adnan Bey’in eşine tecavüz etmesine tanık olsa yine aynı şekilde dehşete kapılır mıydı? Bunu da ortaya çıkarmak için kanıt avına başlar mıydı? Bihter-Behlül ilişkisini açığa çıkarmak için köşkün dört köşesini dikizler miydi? Sanmıyoruz... Bunun üzerini örter, beyinin haysiyetini lekelememek için ölene kadar ağzını açmazdı. Kol kırılır yen içinde kalırdı. Ancak konu Bihter olunca, bu kocasını yeğeniyle aldatacak kadar yoldan çıkmış, şehvet düşkünü kadının iyi yürekli ve saygın Ziyagil Ailesi’nin adını daha fazla kirletmesine izin vermemesi gerekir.
Tıpkı romanların büyülü dünyasından olduğu gibi, dizi evreninin sizi tutsak eden anlatı evreninden bir süreliğine kopabilmek mümkün olduğunda, Beşir’in sadece ve sadece gerçeği ortaya çıkarmak çabası içinde olmadığı anlaşılır. Kısa sürede ürpertici bir ‘stalker’a dönüşen mazbut şoför Beşir, izleyiciye tehlikeli olarak gösterilen karakterlerden daha tehlikeli hale gelir.Hastalıklı bir röntgenciliği seyirci nezdinde haklılaştıran Beşir’i de, akranı Nihal’in sahip olduklarına ve Beşir’in Nihal’e aşkına haset duyan ve her fırsatta Nihal’e iğneleyici laflar söyleyen köşkün emektarı Süleyman Efendi’nin kızı Cemile’yi ve onun sırdaşı, köşk çalışanı Nesrin’i de harekete geçirenin bilinç düzeyinde olmasa da, bilinç dışında yer etmiş bir sınıf kini olduğu söylenebilir. Alt kattakilerin üst kattakilere yönelik eleştirileri, kınayan ve ahlaki sorgulama içeren yargıları, asla bir arada var olamayacağına inanılan servet ile faziletin çatışması olarak da okunabilir. Fakat bu çatışma genelde kadınlar arasında dile dökülür. Eril tahakkümün ajanı olarak kadınlar, düzeni bozan hemcinslerini ifşa ederek ve yanlışlarını işaret ederek kendi konumlarını garantiye alırlar. Alt kattakilerin amiri ve “başlarındaki akil erkek” konumundaki vekilharç Süleyman Efendi ise genellikle kadın işverenlerini çekiştiren çalışanları her seferinde ve bıktırıcı bir inatla dirayete, akl-ı selime ve koşulsuz itaate davet eder. Süleyman Efendi’nin velinimeti olduğunu sık sık vurguladığı patronunun hatırına halının altına süpürmeye çalıştıkları, temizlikçi kadınlar tarafından görünür hale getirilir.
Bihter ve Firdevs, unutulmaz replikleriyle dillerden düşmeyen, seyircinin kimi zaman onlar gibi olmaya özendiği, günlük sohbetlerde onların tavırlarından örnekler verdikleri, tacını tahtını kaybetmemiş iki karakter. Öyle ki her yıl 24 Haziran’da Bihter Ziyagil’in ölüm yıldönümü için sosyal medyada, kendiliğinden bir anma gerçekleşmekte. Aradan geçen yıllara rağmen hâlâ bir karakterin yası tutulmakta, onu bu hale getiren diğer karakterlere lanet okunmakta. Böylelikle, sonu trajik bile olsa ihtiraslarının, isteklerinin ve duygularının peşinden koşacak kadar cesur olmasının hakkı, seyirci tarafından teslim ediliyor, tıpkı bizim yaptığımız gibi yaratıcısından çalınarak sahipleniliyor belki de.