Kadının soyadı, sokak hayvanları, yaşama ve yaşatma hakkı
Ailenin birliğiyle de dirliğiyle de kadının soyadının hiçbir ilgisi yok halbuki. Yapılmaya çalışılan temelde erkeğin ‘aile reisliğini’ yeniden yasayla meşrulaştırmak, kadını ev içi rollere ve bakım hizmetlerine kilitlemek, ülkenin ve hayatın tapusunun erkeklerin elinde kalmasını sağlamak…
“Güvenliğiniz için annenizin kızlık soyadının 1. ve 3. harflerini giriniz…”
Annemizin kendisine bile neredeyse unutturulmuş soyadının kullanıldığı nadir alanlardan biri, online banka işlemleri. Orada da mahrem alana kilitlenmiş, yüksek gizeme büründürülmüş halde. Üstelikte 2024’te hâlâ “kızlık soyadı” gibi cinsiyetçi bir tanımlama kullanılıyor. “Evlenmeden önceki soyadı” denmiyor. Boşanmış ve/veya kendi soyadını kullanan anneler zaten kapsam dışı. Annemizin evlenmeden önceki haline ilişkin herhangi bir başka bilgi, günlük hayatta hemen hemen hiç karşımıza çıkmıyor. (Annelerin hayatları evlilikleri ve evlatlarıyla başlar.) Çıktığı bu nadir durum da başkalarının eline geçse birkaç diğer veriyle birlikte kötüye kullanılma ihtimali olan bir “güvenlik sorusu”. Annelerin eski soyadlarını mümkün mertebe sandıkta tutmaya kararlı bir sistem. Düşünsenize, kaç yakın dostunuzun annesinin evlenmeden önceki soyadını biliyorsunuz?
Tatilde günlerdir başka birkaç konuyla birlikte kafamda dönüp duran soyadı dayatması meselesine bu satırlarla girdiğim anda içeriden annemin ses geliyor.
“Kızım uyumadın mı daha sen?”
Verandadan içeri giriyorum. Annemi yatağında gece 3’te yarı oturur halde buluyorum. Pamuk saçları, 80 küsur yaşın solduramadığı hafif yanak pembeliği, epey boylu poslu bir kadınken yaş aldıkça “küçülen” narin bedeniyle çocukluğumdan hatırladığım anneannemi hatırlatıyor.
“Anneciğim eski soyadını özlüyor musun hiç?”
“Yoo…”
“Emin misin, hiç aklına gelmiyor mu?”
“Ne bileyim kızım, bin sene geçmiş. Hem özlesem ne olacak? Özlemin bir anlamı yok ki…”
Annesel gerçekçiliğin bu özetleri bazen cilt cilt kitaptan daha vurucu olabiliyor. Bu yaşında artık pek çok yakın kayıp yaşamış anneciğim. Özlemin yitip gideni geri getirmeyen bir duygu olduğunu biliyor. İnce ve faydasız sızı.
“Özlesem de geri gelmez diyorsun yani? O zaman özlüyorsun?”
“Özlemekten çok… Üzülüyorum. Koca soyadımız yok oldu gitti, kimse taşımayacak artık.”
Annem Fatma, (babamın da kullandığı yaygın adıyla Fatoş) Feride Hanım’ın beş kız evladından biri. Kendi soyadlarını taşıyacak kimse kalmamış neredeyse. Bu “soyadımız” sahiplenmesi beni duygulandırıyor.
“O zamanlar imkân olsaydı alırdım ben de kendi soyadımı da” diye ekliyor. İşte beklediğim cevap. Annem benim be!
Mecliste, korkunç Temmuz sıcaklarıyla birlikte bir başka cinnet hali yaşanıyor günler, haftalardır. İri bir tam buğday ekmeğin 45 TL olduğu (ben evde kendim pek ekmek yemediğim için sabah yazlıktan markete gönderildiğimde şaşırarak fark ettim ekmeğin bu son fiyatını, evet) emeklisinden özel okul öğretmenine toplumun büyük bir kesiminin açlık sınırının altında ücretlere mahkûm edildiği bir zamanda, başka mevzu kalmamış gibi komisyonlara art arda birbirinden ayrımcı tasarılar sokuşturuluyor. Sokak hayvanlarının katliamını “ötenazi” gibi alakasız kavramlarla meşrulaştırmaya çalışan kanlı bir yasanın komisyondan geçirilebilmesi için sabahlara kadar kavgalı dövüşlü meclis toplantıları yapılıyor. (Büyük ölçüde bir avuç kadın vekilin, toplumun bu konuda vicdanlı bir kesiminden kopan itirazı canla başla dillendirdiği konuşmalar sayesinde, karar önümüzdeki hafta başına kaldı…)
9. Yargı Paketi arasına konan, kadınların kendi soyadını kullanma hakkını gasp etmeye yönelik bir madde de Anayasa Mahkemesi’nin, evli kadınların sadece kendi soyadlarını kullanabilmesine yönelik kararı yok sayılarak, komisyondan geçirildi. Kadın hareketinin on yıllar süren çabasının kazanımlarından biri daha, gerici bir düzenlemeyle ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Ama henüz her şey bitmiş değil ve kadın hareketinden sivil toplum örgütlerine, yazarlardan meclisteki cesur ve kararlı kadın vekillere, sokakta mikrofon uzatılan kadına varan güçlü bir itiraz sesi, yükselmeye devam ediyor. Bu konuda pek çok güzel ve kapsayıcı yazı, söyleşi yayınlandı, konuşmalar yapıldı. Mesela Fidan Ataselim’in bu yazısında oldukça derli toplu, “iyi bilgi”ye ulaşabilirsiniz. Tatildeyken son anda katıldığım, Fikir Gazetesi’nin yaptığı bu geniş derlemeye de bakabilirsiniz. Konuyu sesini hiç kısmadan gündemde tutan Eşik Platform’un sosyal medya hesaplarınran takip edin, X’e “Soyadı Dayatmasına Hayır” yazın yeter, birçok zengin içerik çıkacak önünüze.
Her geçen gün erkek şiddetinin arttığı bir toplumda canlarını kurtarmaya, hayatlarını sürdürmeye ve artık koşullar elverdiğince kendilerini gerçekleştirmeye çalışırlarken, öyle bir feminist azınlık falan değil, kadınların önemli bir kısmı bu soyadı dayatmasından rahatsızlığını dile getiriyor. Hepimizin de kendi mecralarımızda bu sesi olabildiğince canlı ve gür tutmamız gerekiyor.
Kararın gerekçesi elbette ki kadınlara dair her türlü hak gaspında rastlayabileceğiniz şey: “Aile birliğini yıpratıyor.” Ailenin birliğiyle de dirliğiyle de kadının soyadının hiçbir ilgisi yok halbuki. Yapılmaya çalışılan temelde erkeğin ‘aile reisliğini’ yeniden yasayla meşrulaştırmak, kadını ev içi rollere ve bakım hizmetlerine kilitlemek, miras ve mülkiyet düzenlemeleriyle ülkenin ve hayatın tapusunun erkeklerin elinde kalmasını sağlamak… Toplumda giderek artan ve sıklıkla yaptırımsız kalan aile içi şiddet, kadına şiddet, kadın cinayetleri, çocuk istismarı, taciz ve tecavüz değil, aile birliğini kadının soyadı bozuyor öyle mi? Bu konuda yazan, konuşan pek çok kadının dediği gibi, “hadi oradan!” Ailede birlik ve esenlik eşitlikle, tüm bireylerin haklarının korunmasıyla sağlanır. Eşitsizlik ve ayrımcılıksa daima adaletsizlik ve şiddet üretir.
Hayatta bir şey de eşit olsun değil mi; yok, olamaz, mutlaka kadının daha çok uğraşması lazım. Ortada çocuk, mal mülk meseleleri de olmayıp anlaşmalı boşanıldığında da erkek “ceketini alıp gidebilirken” kadın en hafifinden günlerce pasaporttu, kimlikti, banka kartıydı, uğraşıyor. Ne lüzumu var yahu, kullanmayacağımız ad niye hayatımızın her yerine zamkla yapıştırılsın?
Bu konudaki fikirlerinizi sosyal medyada belirttiğiniz anda sağlı sollu pek çok kesimden kadın düşmanının şu çok favori sorusuyla karşılaşıyorsunuz bir de: “Feministler niye evleniyor ki zaten?” Bu konuya başka bir yazımda boydan boya girişmek isterim. Dikkat ederseniz “niye boşanıyor?” diye sorulmuyor çünkü bir kadının sesi çıkıyorsa o cepte sayılıyor. Öte yandan toplumun her kesiminde boşanmalar da hızla artıyor. Elbette bunun da sebebi yeğlenen muktedir cevabı değil. Kadınlar artık ev içi fiziksel ya da psikolojik, ekonomik her tür şiddete daha az katlandıkları, kendilerini mutlu etmeyen evlilikleri sürdürmemekte daha kararlı davrandıkları için boşanmalar da bunların doğurduğu şiddet de artıyor. Ama bunu önlemenin ya da azaltmanın yolu da cinsiyetçilik ve ayrımcılık değil, eşitlik ve adalet…
Soyadımız, benliğimizin önemli bir parçası ve istediğimiz haliyle kullanmak hakkımız. Babamın bana bir yaş hediyesi adıma ciltletilmiş bir TDK sözlüğü. Kitaplığımın en değerli eserlerinden biri, hala en çok kullandığım sözlük de o. Boş arka sayfasında çizdiğim ilk arabanın resmi, çocukken kurutulmuş yapraklarla elbise, saç vs. yaptığım kolajların desenleri var. Sözcüklerin büyülü dünyasıyla ve kendi adımla o sözlük sayesinde tanıştım. İlk şiirlerim çok erken yaşta yayınlandı ama o sözlükten itibaren adım, beni tanımlayan, değişmesini istemeyeceğim şeylerden biriydi benim için. Uğraş alanlarında “o adla tanınmış olmak”tan dolayı da değil sırf, esasında ben kendimi o adla tanıdığım için.
Azımsanmayacak sayıda kadın için, kendi soyadını taşımak bu nedenle değerli. Öte yandan aslında “buna hakkı olduğunu düşünse” bence her kadın için böyle bu. Rastladığım sokak röportajlarından birinde tatlı bir hanımefendi “ben kamudan emekli bir kadınım ama kendi işimi yapıyor olsam tabii ben de isterdim,” gibi bir cevap veriyor mesela, çok alçakgönüllüce. Yani kendini gerçekleştirmekle kendi adını taşıma hakkı arasında gayet net bir bağlantının olduğunu görüyor ve kadınlara çok küçük yaşlarda öğretilen tevazuyla “hadi ben önemli biri değilim de…” diyor. Sen de çok önemlisin, adın da öyle!
Sokak röportajlarını izleyin; “tabii ki beyimin soyadını kullanacağım” diyen çok az. Kız babalarına mikrofon uzatıldığında kafaları karışıyor, kızlarının kendi soyadını kullanmasını niye istemesin ki zaten çoğu? Tabii konu bir kahvehanede konuşulsa ya da üstüne düşünülmüş bir beyan söz konusu olsa paradoksal olarak “ezberler” daha çok devreye girebilir. Ama gün ortasında mikrofon uzatılan bir “kız babası”nın dudaklarından hakikat dökülebiliyor bir anda. “Tabii eşim isterse kendi soyadını kullanabilir… Kızım istediği soyadını kullansın,” diyor.
Yani sosyal medyada kadınların soyadı hakkını savunmalarına canla başla nefret üreten “kardeş”, büyük ihtimalle annen de kendi soyadını kullanmaya devam edebilmek istiyor.
Ekonomik ve sosyal statülerine göre ya kendi dertlerine ya da imtiyazlarına kilitlenmiş, empati damarları giderek tıkanan kitlelerin nefreti, kadınlara, LGBTİ+lara, hayvanlara yönlendiriliyor. Hayvanları sonsuz işkencelerle öldüren, kısacık hayatı gücünün yettiği herkese zehreden insanlar ferah feza ömürler yaşarken, “sokak hayvanı” tümüyle tehlikeli bir kategori haline getiriliyor. Kısırlaştırmak, aşılamak, yerinde yaşatmak seçenekleri yerine düşmanlaştırılıyor, değersizleştiriliyor, katli vacip sayılmaya çalışılıyor.
Toplum hayatımızda şefkat ve birliğin az sayıda karşılığından biri olan sokak hayvanlarını katlederseniz, herkes için hayatı soldurursunuz. Aile birliği kadına başka bir ad verilerek kurulmaz. Rızayla, birbirini seven ve eşit ilişki kurabilen, hayatı gerçekten paylaşabilen kişiler arasında kurulur. Varsa çocukların da mutluluğu bununla ilgilidir.
Erkek şiddetiyle, aile içi şiddetle, kadın cinayetleriyle, çocuk istismarıyla mücadele etmek yerine kadının soyadını gasp etmeye niyet edenlerin sevinci kursakta kalmaya mahkum. Çünkü artık “sokaktaki kadın” da uyandı.
Sokaktaki dostlarımızdan da soyadımızdan da elinizi çekin.
Zehra Çelenk Kimdir?
Senarist ve yazar. Şiirleri erken yaşlarda Türk Dili, Yeni İnsan, Mavi Derinlik, Broy gibi dergilerde yayımlandı. Üniversitede okurken çeşitli dizilerin yazım ekiplerinde yer aldı. Dizi yazarlığının yanı sıra reklam metinleri, müzik videoları, tanıtım filmleri kaleme aldı. Senaryo seminerleri verdi. Lisans ve yüksek lisansını tamamladığı Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo-Televizyon, Sinema Bölümü'nde 2007-2014 yılları arasında Televizyon Yazarlığı dersini verdi. 2007- 2008'de TRT 1'de yayınlanan Yeni Evli adlı 175 bölümlük günlük komedi dizisinin proje tasarımını, başyazarlığını ve süpervizörlüğünü yaptı. 2011'de, öykü ve senaryosunu yazdığı Hayata Beş Kala adlı dizinin yapımcılığını üstlendi. Seyyahların İzinde ve Anadolu'da Zaman gibi TV belgesellerinde de yapımcı olarak görev aldı. Öykü ve senaryosunu yazdığı, 2014'te Fox TV'de yayınlanan Ruhumun Aynası adlı dizisi, 2015'te Artemis'ten aynı adla yayımlanan ilk romanına ilham oldu. Türkiye'de bir diziden romana uyarlanan ilk eserdir. İstanbul'da yaşıyor, TV- sinema işleri ve edebiyatla uğraşıyor.
Dünyayı değiştirirken kendi yaralarını da sarmak mümkün mü 16 Ekim 2024
Doğumdan ölüme eril tahakküm ve artan şiddet 06 Ekim 2024
Kadınların mutluluğu ve mutsuzluğu 24 Eylül 2024
Melek değil katledilmiş bir kız çocuğu: Narin’e ne oldu? 10 Eylül 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI