Kadınlar ve tanrıçalar
Geç Hitit zenginlerinin, ailelerini ve kendilerini anıtlaştırdığı kabartmalar üzerinde tasvir edilen her bir belirteç cinsiyetler arasında keskin bir ayrım ile kullanılıyordu.
Antik toplumlarda kadın ve tanrıça kavramları bu yazıya sığmayacak kadar geniş bir külliyata sahiptir. Hem yazılı hem de görsel kaynakların değerlendirilmesi pek çok çalışmada detaylı olarak ele alınmış, bölgesel ve kronolojik olarak sınırlandırılmıştır. Bu yazıda Mezopotamya ve Anadolu’da MÖ II ve I. binyılda ‘kadınlık’ kavramının dünyevi ve ilahi boyutunu,ataerkil sistemin bölgeleri ve çağları aşan ideolojisinin günümüzde dahi nasıl yankılandığını anlatmaya çalışacağım. Binlerce yıl önce yazılan kanun metinleri, anlatılan mitleri ve anıtsal sanat aracılığıyla aktarılan aile, eş, anne rollerinin insan olan kadın ve tapınım gören tanrıça nezdinde nasıl kesiştiğine dair küçük bir not olarak görülmesi dileğiyle!..
KADIN VE TANRIÇA KİMLİKLERİ ARASINDAKİ SINIRLAR
Toplumsal alanda kabul gören iki cinsiyet mevcut. Yasalarla, gelenek ve görenek ile belleğimize kazınmış/kazındırılmış kadınlık ve erkeklik olguları sosyokültürel normların iki cinsiyet üzerinden inşa edilmesine neden oldu.
İnsanın doğayı, yaradılışı anlamak adına yarattığı mitlerin merkezine, idealize ettikleri kadınlık ve erkeklik mefhumlarıyla koydu. Yahut, bu mitleri yaratan rahip sınıfı ve “kahraman erkek kral” kimliğinin iddiasına göre, dünyada var olan sosyo-kültürel yapı, öteki dünyanın emirleri/yansımasıdır.
Antik toplumlarda yazılı ve görsel kaynaklar erkekler tarafından üretilir. Sarah B. Pomeroy, Antik Yunan yazılı belgelerinde geçen tanrıça kimliklerinin toplumsal alanda kadın kimliğine karşılık gelmediğinin üzerinde durur. Ancak Yakın Doğu için durum farklıdır. Tanrıçaları konu alan hikayeler, yazılı belgelerde görülen kadın imgeleri ile paralellik gösterir. Görsel sanat repertuarında da kadın ve tanrıçaların erkek veya tanrı tasvirlerinin yanındaki duruş pozisyonları, ayna gibi güzellik, kadınlık teması içinde temsil edilmesi ve tasvirdeki kıyafet detayları gibi pek çok noktada kimliklerin kesişimi söz konusudur.
‘Kadın olmak’ toplumsal alanda belirli sorumluluk ve görevler ile tanımlanır. Tanrıça ve kadın kimlikleri, idealize edilmiş kimliklerdir ve özellikle elit kadınla tanrıçaların karakterleri ile özdeştirilir. Alt tabakadaki kadınlar olan köleler ve seks işçileri ise yazılı belgelerde olmaması gereken özellikleri taşıyan kadınlar olarak ele alınır. Örneğin, “köle kızı gibi durmadan değirmen mi çevireceksin?” gibi sözlü atışmaların olduğu belgeler mevcuttur. Geç Hititlerde tasvir edilen kadın imgelerine baktığımızda mezar anıtı yapılmaya hak kazanan kadınları görmekteyiz. Bu kadınlar, kıyafetlerindeki süslemelerle zenginlikleri ve güzellikleri ile temsil edilir. Ayrıca ellerinde bulunan iğ-öreke, ayna ve lir gibi semboller becerileri ile ‘ideal kadın’ olma özellikleri propaganda edilir. Ayrıca, güzel, onurlu, iyi bir eş ve anne olan kadınların özellikleri tanrıçaların anlatıldığı hikayelerde de görülür ve her iki kimlik karşılaştırıldığında erkek aklının yarattığı ‘diğer cinsiyetin’ özellikleri ortak payda da birleşir. Kimliklerin bu kesişimleri görsel sanatta karakterlerin duruşu, sahne içindeki rolü, taşıdığı belirteçler ve kıyafetler ile tespit edilir. Yazılı belgeler ise her iki kimlik arasındaki kesişimlerinin çarpıcı yanlarını bize sunar.
Evlilik-aile kavramları ve bunun çerçevesinde şekillenen anne ve eş rolleri, kadınlar ve tanrıçalar için Antik Yakın Doğu toplumunun kanun metinlerinde, mitolojik hikayelerinde ya da bir kadını tanımlayan belgelerinde sıklıkla karşımıza çıkar. Kadına, bulunduğu toplum tarafından atanan roller arasında kuşkusuz en önemli görev bekaretini koruyarak usullere uygun olarak evlenmekti.
MÖ I. binyıla ait bir belgede annesine mektup göndermek isteyen Lidingira adındaki erkek; “... Annem çok neşeli bir insandır, üzeri süslerle kaplıdır... doğruca ve saygıyla kayınpederinin evine gitti. Hanımı olan tanrıçanın önünde alçakgönüllülükle durur, İnanna’nın evine nasıl bakacağını bilir, tanrıçasının emirlerine karşı gelmez, enerjiktir (ve ) işlerini bitirir. Sevecen (ve) naziktir. Bereketli hasat gibi ikinci mahsülü verir... parlaktır altın (ve) gümüş gibi... güneş gibidir... annem türküleri ve duaları neşeyle doldurur ... bir prenses bir bereket şarkısıdır... güzel kokar ... iyi bir ... veren parfümlü yağ gibidir ...” sözleri ile ulağına annesini tarif eder. Özetle, dindar, ev işlerinde becerikli, annelik görevlerini yerine getiren, “bekaretine sahip çıkmış ve doğru bir şekilde evlenmiş” bir kadın olarak annesini tanımlar. Bu ithamlar kadınlık kavramlarının ana çerçevesini çizmektedir.
Anne ve eş rolleri mitolojide de yerini alır. Tanrı ve tanrıçaların hikayelerinin anlatıldığı öğretiler niteliğinde olan mitler söz konusu dönemde toplumsal alanda idealize edilmiş rol ve sorumlulukları beyan ederek bir noktada toplumsal cinsiyet rollerinin kurumsallaşmasında araç olur. Evlilik, annelik ve eş olma durumunun anlatıldığı Enki ve Ninlil’in hikayesine bakıldığında; Tanrıça Ninlil’in kadınlığın kenarında ergen bir bakire olarak tasvir edilmesi ve daha sonra evlendirilip ideal eş olarak anlatılması günümüzde dahi toplumsal alanda kabul görülen olgularla süslüdür. Hikayeye baktığımızda Enki, öncelikle Ninlil’in annesinden izin almak zorundadır. Bu izin isteme sürecinde Tanrıça Ninlil ve annesine vereceği düğün hediyeleri dile getirilir. Bu durum, Yakın Doğu’da evlilik süreçlerinin bir yansımasıdır.
Toplumsal alanda da çeyiz, nişan törenlerinde damadın ödediği para gibi uygulamalar görülür. Hikayenin sonunda annesi Ninlil’e nasıl bir kadın olması gerektiğine dair öğütler verir;
“Enlil’in en sevdiği eş olabilir misin? sana tatlı konuşur mu? ... çekici olmayı ve zevk vermeyi unutma, bunu uzun süre sürdürün... tepelerde sevişin ve çocuklarınız olsun... eve girdikten sonra bolluk önünüzde, neşe yanınızda olsun ...”
Bu metinde ve devamında kadınların eş olarak aile içindeki önemli görevleri erkeği cinsel olarak tatmin etmek ve doğum yapmak çarpıcı bir şekilde aktarılır. Bu anlatıda anne rolündeki Tanrıça Ninhursag’ın kızına verdiği öğütlerle örnek anne olarak gösterildiğini belirtmek gerekir. Anne ve çocuk ilişkisi, annenin çocuğunu büyütürken her aşamada emeği oldukça önem arz eder. Bir başka hikaye de Tanrıça Nisaba/ Nunbaršegunu, kızı Ninlil’i, Enki’nin çapkınlığından korumak için verdiği nasihatin içeriğinde görülür. Onurunu koruması için Enki’ye güvenmemesi gerektiğini, Enki’nin ona ‘sahip’ olup, daha sonra onunla ilgilenmeyeceğini belirtir. Tüm bunları yaparken, hikayenin katibi “annesi ona ihsan verdi (öğüt)” şeklinde not düşer. Kadın ve bekaret konusu Antik Mezopotamya toplumunda hem yasalarla hem de dini öğretilerle sıkça anılır, evlilikte kadının bakire olması beklenirdi.
BEKARET CEZA YAPTIRIMINDA BELİRLEYİCİ BİR KRİTERDİ
Ataerkil sistem/devlet sistemi, oluşturduğu kanunlarla aileyi denetlemek ve kendine uygun koşullara getirmek için kadın özelinden cinsel suçlara odaklanır. Bu kanunlarda kadınların tecavüze uğraması, zina yapması da sosyal statüye göre -özgür veya köle kadın bağlamında- çeşitli ceza yaptırımlarına sahipti. Buna ek olarak kadının bakire olup olmaması da ceza yaptırımında belirleyici bir kriterdi.
Örneğin, evli bir kadının, evlilik dışı cinsel ilişkiye girmesi kadının ölümüyle sonuçlanırdı. Bakire ve özgür bir kadına tecavüz etmek erkeğin öldürülmesiyle; köle ve bakire bir kadına tecavüz ise para cezasıyla karşılık bulurdu. Aile içi ensest ilişkilerde de eğer yeni evlenmiş bir kadın, kayınpederi tarafından tecavüze uğradıysa ve henüz eşiyle beraber olmadıysa kayınpeder cezalandırılır, kadın ise ailesinin evine geri gönderilirdi. Ancak eşiyle beraber olmuş ise kayınpeder, oğlunun eşine karşı işlediği bu suçla ölüm cezasına mahkum edilirdi. Bir babanın kızına tecavüz etmesi durumunda, baba şehirden kovularak cezalandırılırdı. Ancak bir oğul annesine tecavüz ettiği durumda her ikisinin de öldürülmesiyle sonuçlanırdı. Tüm bu yaptırımlar devletin en küçük birimi olarak aile kurumunun korunmasını amaçlar ve bunu kadın bedeni ve cinselliği üzerinden inşa ederdi.
Kadın kimliğinin hem dünyevi hem de ilahi boyuttaki annelik ve eş olma durumu görsel sanat aracılığıyla da kamusal alanda propaganda edilir. MÖ 13’üncü yüzyılda Yazılıkaya Açık Hava Tapınağı’nda tanrı ve tanrıçalara başkanlık yapan kutsal aileye göz atalım.
KADININ EN ÖNEMLİ GÖREVİ ÇOCUK DOĞURMAKTI
Sahnenin başında Fırtına Tanrısı ve eşi Tanrıça Hepat tasviri görülür. Hepat’ın arkasında oğulları Şarruma ve kızları Allanzu ve Kunzisalli bulunmaktadır. Kadın kimliğinin yazılı belgelerdeki tasvirinde en önemli görevi çocuk doğurmaktır. Çocukların bakımı ve örnek birer erkek ya da kadın olarak yetiştirilmesi annenin en önemli görevidir. Buna ek olarak eşinin cinsel tatmini ve bakımı da yadsınamaz. Geç Hitit toplumunda kadın, erkek ve çocuk tasvirlerinin bulunduğu kabartmalara bakıldığında da anne, çocuğun himayesinde onunla temas halinde tasvir edilmiştir.
Bu kabartmaların başka örneklerinde, anne ve kız çocuğunun koşut giyimi, erkek çocuklarının da baba ile benzer giyimi göze çarpar. Bu tasvirler bir bireyin yaşamı boyunca rolü, kimliği ve statüsünün sadece biyolojik değil aynı zamanda, bağlı olduğu kültürel yapı tarafından nasıl şekillendiğinin de örnekleridir. Bu kabartmalarda kadının erkeğe göre daha zayıf ve küçük tasvir edilmesi, zanaatkarın, beden ölçüsü olarak sanatsal gerçekliğe yaklaşma arzusundan ziyade ikonografide ana figürün daha belirgin gösterilmeye çalışılmasıyla ilişkilidir. Süslü, zengin, gösterişli kıyafetler, takılar, eşinin karşısında çocuğunu kanatları altına alan, duruşu ve oturuşu ile bir zarafet örneği olan kadın tasvirleri Geç Hitit toplumunun kadın kimliği hakkındaki idealize edilmiş gerçekliklerinin de aynasıdır.
Geç Hititlerde tasvir edilen kadınların büyük bir bölümünün mezar anıtları aracılığıyla temsil edildiğini belirtmiştik. Demir Çağı’nda kadının ölümünden sonra mezar anıtının yapılması yukarıda belirttiğimiz bu erdemlere sahip olmasıyla ilişkilidir. Babil Kraliçesi Adap-Guppi kendi mezar anıtında, annelik görevini ne kadar iyi yerine getirdiği ile anılmaktadır. Kadınlar, anıtların üzerinde yazı varsa annelik veya eş sıfatıyla anılırlar. Örneğin, Karkamış’ta bulunan bir mezar anıtı, bir kült görevlisinin eşi olarak anılan bir kadına aittir. Heykelli Uzun Duvar’da da anıtı yapılan Wasti adındaki kadın, yine II. Suhi’nin sevgili kadını/eşi olarak kamusal alanda anılmaktadır.
Antik dönem sanatı, sanatçının dışavurumundan ziyade devlet ideolojisi ile şekillenen ve buna hizmet eden bir alandı. Görsel sanatlarda idealize edilmiş her bir kimlik ise yine bu amaca hizmet edip, toplumu kolektif bir kimlik etrafında toplamayı hedefliyordu. Bu görsel ve yazılı kaynakların toplumun her kesimini temsil ettiği söylenemez. Devletin en küçük birimi olarak ailenin, yaşadığı bölgedeki mikro kültürel yapı, iç dinamikleri, gelenek-görenekleri devletin ideolojik aygıtlarında yansıtılmaz. Devlet, kendi yaratmaya çalıştığı toplumu propaganda eder, yasalarla sınırlar ve uygulamaya çalışır. Bu nedenle yukarıda bahsettiğimiz her bir imgenin devlet ideolojisi ile paralel olduğunu ve soylu aileleri yansıttığını belirtmeden geçmeyelim.
Geç Hitit zenginlerinin, ailelerini ve kendilerini anıtlaştırdığı bu kabartmalar üzerinde tasvir edilen her bir belirteç ise -erkeklerde silahlar ve kadınlarda iğ-öreke, ayna- cinsiyetler arasında keskin bir ayrım ile kullanılıyordu. Bir kadının elinde silah, bir erkeğin elinde ise ayna belirteci henüz tespit edilemedi. Kadına ait herhangi bir eşyanın erkeğe atfedilmesi Hitit metinlerinde o erkeği aşağılamak için kullanılan ifadelerdi. “Kadın gibi başörtüsü taksın! etek giydirilsin!” ifadeleri aslında günümüzde dahi kullanılan cümleler değil mi?
*Doktorant