Kadri Baran Taşkın: 'Kıyma', Anadolu insanının yozlaşmış zihniyetle kavgasını anlatıyor
Kadri Baran Taşkın'la BluTV'de izleyicilerle buluşan 'Kıyma' dizisini konuştuk. Taşkın, "'Kıyma', Anadolu insanının büyükşehirle ve onun yarattığı yozlaşmış zihniyetle olan kavgasını anlatıyor" dedi.
DUVAR - Yönetmen Kadri Beran Taşkın, 2016 yılında başlayan ve BluTV'de izleyicilerle buluşan 'Sıfır Bir’ dizisiyle çıkış yakaladı. Taşkın dizinin ardından, aynı isimli bir sinema filmi (2020) ve 'Sokağın Çocukları' (Sezon 1, 2 ve 3) adlı bir de diziye imza attı.
Geçtiğimiz günlerde BluTV’de yayına giren 'Kıyma' ise Taşkın’ın üçüncü dizisi. Önceki dizilerinde Adana’nın arka sokaklarında geçen çeşitli maceraları konu edinen Taşkın, 'Kıyma’da rotayı İstanbul’a çeviriyor ve bir grup Adanalının, İstanbul’un 'kirli' yüzüne karşı kendi yöntemleriyle başlattıkları mücadeleyi işliyor. 'Kıyma', iyi eleştirilerle yoluna devam ederken biz de Taşkın’la yeni dizisini konuştuk. Kendisine dizileri, sokakları ve kameradaki gerçeklik meselesini sorduk.
'Sıfır Bir’le başlayalım: İlk iki sezonuyla YouTube’da, devamında BluTV’de yayınlanan Sıfır Bir unutulmaz yapımlardan biri olarak hafızalarımıza kazındı ve gerek ticari[SO1] başarısı gerekse hikâye anlatma beceresiyle kendi türünün de önünü açtı. O günden bugüne dair neler söylemek istersiniz?
Suç dünyasını anlatan yapımlar dünyada ve ülkemizde her zaman vardı fakat bizim anlattığımız yerden, yani sokağın en dibinden, Adana gibi bir şehirden çıkan, lokal diye tabir edebileceğimiz bir iş yoktu. Üstelik internet dizilerinin ve internet yayıncılığının da henüz yeni yeni başladığı bir dönemde başladık ve seyirciye yeni bir tarzı, yeni bir mecrada izletmeyi başardık. Bizim yaptığımız işlerden esinlenerek başka diziler, filmler çekildi, bunlar televizyon kanallarında yayınlandı, sevildi. Bizimle birlikte yola çıkan bazı kardeşlerimiz bu kanallarda farklı projelerde oynadılar, çok da başarılı oldular.
Bir bakıma, bu ülkenin kültürüne birtakım değerler kattık. Bu durum tabii ki çok gurur verici. Geriye dönüp baktığımda ilk başladığımız zamanki çizgimizden sapmadan, bize sadık bir seyirci kitlesiyle 6. yılımıza geldik. İnsanlar hala bizi aynı şekilde kucaklıyorlar, aynı merakla bekliyorlar yeni bölümleri. Ömrümüz ve sağlığımız el verdikçe buna devam etmek istiyoruz tabii ki.
Peki 'Kıyma' nasıl ortaya çıktı? Dizinin yazım ve çekim sürecine dair konuşalım mı biraz?
'Kıyma’nın hikâyesi yine adını açıklamadığımız senaristimize ait. “Adanalılar İstanbul’a gelirse ne olur?” sorusunun cevabı aslında bu hikâye. Kültür çatışması temeline dayanıyor. Artık sayemizde bildiğiniz gibi, bizim oranın insanı sıcakkanlıdır ve sevincini de, öfkesini de açıkça belli eder. İstanbul gibi kozmopolit ve büyük bir kentte insan birçok farklılık görüyor kendi şehrine bakınca. Bizim hikâyemiz de bu durumlar üzerine kurulu. İkisi cezaevinden yeni çıkmış arkadaş ve bir de onları dışarıda bekleyen yeğenleri yeni bir hayat kurma amacı ile İstanbul’a gelip bir kebapçı açmaya karar veriyorlar ve tuttukları dükkân ilanda kendilerine gösterilenden farklı çıkınca mal sahibi ile bir tartışma yaşıyorlar. Yani sıradan bir insanın polise ihbar edeceği ya da korkup sessiz kalacağı bu durumda bizimkiler kavga etmeyi seçiyorlar ve hikâye de bu şekilde başlıyor aslında. Yani küçük şehirden gelen, helal ekmek kazanmanın peşinde olan insanların, büyükşehirde kendi yöntemleri ile hayatta kalma mücadeleleri... İnsanların izlerken hem heyecanlanıp hem de gülecekleri, samimi bir iş yapma amacıyla yola çıktık. Daha önceki yapımlarımızdan farklı bir senaryo matematiği geliştirdik. Bu konuda da başarılı olduğumuzu düşünüyorum, çünkü takipçilerimizden aldığımız dönüşler gayet iyi.
'Kıyma’nın sanıyorum diğer dizilerinizle olan en büyük farkı, başroldeki karakterlerin “temiz” bir hayat sürmeye ant içerek kolları sıvayıp bir kebapçı dükkânı açmalarında saklı. Ancak koşullar buna müsaade etmeyecek gibi görünüyor. “Diz çökerek yaşamaktansa ayakta ölmek” Kıyma’nın ve dahi hayatın temel çıkış noktası mı?
'Kıyma', Anadolu insanının büyükşehirle ve onun yarattığı yozlaşmış zihniyetle olan kavgasını anlatıyor. Tabii ki bizim kahramanlarımız da sıradan insanlar değiller, hepsi atarlı, kendi doğruları olan ve geri vites yapmayan tipler. Böyle üç kafadarı İstanbul gibi bir şehre getirince birçok çatışma yaşanması kaçınılmaz tabii ki.
'HİKÂYELERİMİZDE FAZLACA BİR KURMACA YOK'
Yaptığınız dizilerin bunca başarılı olmasının en büyük sebeplerinden biri de gerçeklik meselesi. Kameranın gerçeklikle kurduğu ilişkiyi belirleyen ne? Bir yönetmen olarak buna nasıl müdahale ediyorsunuz?
Yarattığımız durumlar, anlattığımız hikâyeler zaten hepimizin yanı başında yaşanan şeyler, yani fazlaca bir kurmaca yok hikâyelerimizde. Çalıştığımız oyuncular da bu hayata yakın insanlardan oluşuyor genellikle. Ben de bu gerçekliği hem fazla süslemeden, ama akılda kalacak şekilde, doğru yerlerine değinerek anlatmaya çalışıyorum. Kamera da bunu yaparken en temel aracımız tabii ki. Bazen önemli bir detaya dikkat çekmek istiyorum yaklaşırken, bazen de seyirciye kameranın varlığını unutturmak ya da onu dışarıdan gözlem yapan birisi konumuna yerleştirmek için uzaktan çekiyorum, çevredeki insanlar bile kamerayı görmüyorlar kimi zaman. Bu benim için de bir öğrenme ve deneme yanılma süreci. Tek bir kuralı da yok.
Bir de işin oyunculuk kısmı var. Bildiğim kadarıyla dizilerinizde ana kadrodaki birkaç kişi dışında oyunculuk eğitimi alan pek kimse yok, ancak onlar da dizilerin ritmine kendilerini kısa sürede kaptırıyor ve kendi hayran kitlelerini yaratıyorlar. Bunu, “oyuncu oynamaz, yönetmen oynatır” şeklinde mi açıklamalı?
“Oyuncu oynamaz yönetmen oynatır” sözüne katılmıyorum. Bence bu iki taraflı bir süreç. Neticede iyi performans alamadığımız iyi oyuncular olduğu gibi, çok gerçek oynayıp herkesin beğenisini toplayan insanlar da var. Bilindiği gibi oyuncularımızın büyük kısmı anlattığımız dünyalara, sokak hayatına yakın kimseler. Fakat birçok insan arasından sivrilerek bizimle devam ediyorlar, yani yetenekliler aynı zamanda. Fakat karakter yaratma kısmına özellikle eğildik bu projede, kişilik tipleri, karakter analizleri gibi çalışmaları oyuncularımızla beraber yürüttük ve hikâyedeki karakterler ile gerçek hayattaki arkadaşlarımız arasında güzel bir uyum yakaladık
'BİZ GÖRDÜĞÜMÜZÜ ANLATIYORUZ'
Tarantino kendisine yöneltilen şiddet eleştirilerine, “Bir aptalın filmi izledikten sonra ne yapacağını durup düşünmek zorunda kalırsanız hiçbir şey yapamazsınız,” şeklinde yanıt veriyor. Peki siz yapımlarınıza yöneltilen şiddet ve argo dil kullanımı eleştirilerine dair neler söylemek istersiniz?
Biz 'Sıfır Bir’i ilk yapmaya başladığımız zaman bu kadar geniş bir kesimin bizi takip edeceğini, çocukların, ana babaların izleyeceğini tahmin edemiyorduk. Kendimiz gibi düşünen insanlar izler zannediyorduk sadece. Fakat ne kadar büyük bir kesime ulaşabildiğimizi fark ettikten sonra da artık büyük bir sorumluluk yükleniyor insanın üzerine. Bu sorumluluktan kaçıp kaçmamak bir tercih. Yine de ben bu tarz eleştirileri samimi bulmuyorum, gerçekten rahatsız olanlar toplumun neden bu halde olduğunu sorgulasınlar, sanatçıları rahat bıraksınlar. Biz gördüğümüzü anlatıyoruz.
En merak edilen konulardan biri de kamera arkası. Yaşadığınız unutulmaz olaylardan birini bizimle paylaşır mısınız?
Özellikle 'Sıfır Bir’in ilk zamanlarında hem çekim yaptığımız yerler hem de oyuncu arkadaşlarımız anlattığımız dünyanın birer parçası oldukları için dizi ile gerçeğin birbirine girdiği komik anlar çok yaşanıyordu, çatışma sahnelerinde polislerin seti basması, halkın gerçek zannedip kaçması gibi.
Yeni bir sinema filmi gelecek mi peki? Masanızda neler var şu sıra?
İlk etapta dizi projelerimizi devam ettireceğiz, fakat zaten sürekli farklı neler yapabiliriz diye kafa patlatıyoruz, bizim ne yapacağımız belli olmuyor...