Kalemi hiç bırakmayan yazar: Selim İleri
Selim İleri, 1970’lerden itibaren Türkçe yazında yer edinmiş bir yazar olup çeşitli ithamlara maruz kalsa da hayatı boyunca sadece yazmaya odaklanmış, kendinden ödün vermemiş bir yazardır...
1970’lerden günümüze uzanan bir çizgide birçok eser vermiş olan Selim İleri hayatını yazmaya adamıştır. Her dönem farklı eleştiriler alsa da kendi yazın macerasının peşini bırakmayarak özgünlüğünden ödün vermemiştir. İlkin öykü türüyle genç yaşta edebiyata atılan yazar, 1973 yılından itibaren romanlarıyla ön plana çıksa da senaryodan denemeye, denemeden antolojiye kadar Türkçe yazının birçok sahasında ürün veren, eskilerin tabiriyle velût bir kalemdir.
Selim İleri, 30 Nisan 1949’da Kadıköy’de doğmuştur. Annesi Süheyla Hanım ev hanımı, babası Hasan Hilmi Bey ise İTÜ’de öğretim üyesidir. Babasının mesleği dolayısıyla üç senelik Almanya hayatının ardından 1954 yılında İstanbul’da döndükten sonra ilkokulu bitirir. Ardından 1960 yılında Galatasaray Lisesi'nde yatılı okumaya başlar. Burada, bilhassa Fransızca kompozisyon derslerinde zorluk çektiği için önce Bakırköy Lisesi'ne, ardından Vedat Günyol ile tanışacağı Atatürk Erkek Lisesi'ne geçer. Edebiyata olan ilgisi küçük yaşlarda başlayan İleri’deki cevheri gören Fransızca öğretmeni Vedat Günyol, onu öykü yazmaya yönlendirir. Nitekim, ileriki yıllarda başında olduğu Yeni Ufuklar dergisinin kapılarını genç yazar adayına açacak, İleri bu dergide Ferit Edgü’den Cemil Meriç’e kadar pek çok yazın insanını tanıyacak, edebiyat dünyasına ilk adımını 1967 yılında “Savaş Çiçekleri” adlı öyküsüyle bu dergide atacak, yine bu dergide inceleme yazılarıyla yer alacaktır. Ancak bu noktaya kadar yazınsal izleğini şekillendiren bazı hususlara temas etmek gerekir. İlki, düzenli bir roman okuru olan annesinin, İleri’ye her zaman masal anlatması ve ona roman okumayı sevdirmesidir. Romanın öncelikle sonunu okuyan annesinin etkisiyle kendi ürünlerinin sonlarını muğlak kılmaya çalıştığını belirtir İleri. Öte yandan, küçük yaşta çeşitli gazetelerden, dergilerden kestiği yazıları kolaj yaparak “ilk dergisini” çıkaran yazarın bu tek sayılık ürünün tek ve daimî okuru da ablası olacaktır. Bununla birlikte ailesini gözlemleyen yazar herkesin kendine düşeni yaptığı mekanik bir sistem keşfedecektir. Bu minvalde evliliği olumsuz gören İleri evdeki otorite figürü olan babasına da yalan söyleme oyunu oynayarak otoriteye karşı pasif direnişi tercih edecektir. Nitekim, birçok edebiyatçı yalan/uydurma oyunundan etkilenegelmiştir. George Orwell, “Neden Yazıyorum” adlı deneme kitabında, “Yalnız bir çocuğun hikâye uydurma ve hayali kişilerle sohbet etme alışkanlığına sahiptim ve en başından beri edebi arzularımın yalnız kalma ve küçümsenme hisleriyle karıştığı kanaatindeyim” diye yazar. Benzer bir ruh haleti ve toplumsal ötelenme İleri’nin çocukluğunda da görülür. Öte yandan dokuz yaşında okuduğu Kemalettin Tuğcu, lise yıllarında okuduğu Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edip gibi yazarlardan etkilenir. Ardından Halit Ziya, Abdülhak Şinasi Hisar gibi yazarları, Kafka’yı ve varoluşçu filozofların eserlerini okur. Bu dönem okumalarına duyduğu yakınlık yetişkinlik yıllarında hazırlayacağı antolojilerin temelini atmış gibidir. Nitekim, 1981 yılında Halit Ziya’nın “Aşk-ı Memnu” romanını incelediği “Aşk-ı Memnu ya da Uzun Bir Kışın Siyah Günleri” kitabının yanı sıra 1992 yılında Abdülhak Şinasi Hisar, 1993 yılında ise Halide Edip antolojileri hazırlamıştır.
1968 yılında o sene kaybettiği babasına ithaf ettiği ilk öykü kitabı “Cumartesi Yalnızlığı/Güz Notları” yayımlanır. Bu kitapta yatılı okulda yalnız geçirdiği cumartesi günlerinden esinlenmiştir. Yine o sene hukuk fakültesine kaydolan yazar, ikinci sınıftayken okulu bırakacaktır. Şunun altını çizmeli: Selim İleri, hayatı boyunca yazmaktan başka bir işle ilgilenmemiş, yazmaktan vazgeçmemiştir. Bu durumda, hayatını kazanmak için senaryo yazar. 1971 yılında ilk senaryosu “Cennetin Kapısı”nı yazan İleri, Halit Refiğ, Atıf Yılmaz, Zeki Ökten gibi isimlerle çalışma fırsatı elde eder. Tıpkı resim gibi sinemaya da ilgi duyar. Yayımlanan tek senaryosu olma özelliğine sahip, Ömer Kavur’un yönettiği, başrollerini Kadir İnanır ve Hümeyra’nın paylaştığı, taşraya atanan bir öğretmenle oranın yerlisi olan bir adamın aşkını konu edinen “Kırık Bir Aşk Hikâyesi” ise 1981 yılında Sinema Yazarları Derneği tarafından “en iyi senaryo” ödülüne layık görülecektir. Dönemin ifadesiyle “paralı askerlik” dışında taşra havasını pek solumamış olan yazar öykü ve romanlarında mekân olarak İstanbul’dan kopmamışsa da senaryolarında taşraya eğilmeyi tercih etmiştir. Para kazanmak için yaptığı bir diğer iş ise içine sinmese de Politika Gazetesi’nde kaleme aldığı yazılar olmuştur. 1971 yılında, Bilgi Yayınevi tarafından ikinci öykü kitabı olan “Pastırma Yazı” yayımlanır. Fazla ilgi uyandırmayan bu kitapta bireysel, toplumsalın içerisinde ele alınmıştır.
Nihayet, 1973 yılında Hürriyet Yayınları tarafından ilk romanı “Destan Gönüller” yayımlanır. Eser, çevresine uyum sağlayamadığı için insanlardan kaçarak kitaplara sığınan Yusuf’u anlatır. Bu noktada, Selim İleri’nin romancıyı ikiye ayırdığını belirtelim: İlki yaşamdan, diğeri ise eserlerden hareket eden romancıdır. Kendisini ikinci gruba dahil eder yazar. Nitekim birçok eseri Türkçe yazının klasiklerinden ilham alınarak yazılmıştır. Metinler-arasılığa kucak açan bir yazar olarak karşımıza çıkar İleri. 1975 yılına gelindiğinde ise ona ertesi sene Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandıracak “Dostlukların Son Günü”, Attîlâ İlhan editörlüğünde yayımlanır. Ancak, dönüm noktası ilk defa gittiği Bodrum’da kaleme aldığı, 1976 yılında yayımlanan “Her Gece Bodrum” olmuştur. Ardından yayımlanacak “Ölüm İlişkileri, Cehennem Kraliçesi, Bir Akşam Alacası” ile birlikte bir dörtleme teşkil edecek kitap 1977 yılında Türk Dil Kurumu Roman Ödülü’nü kazanır. Böylece, edebiyat araştırmacılarının ve akademisyenlerin “ilk dönem” olarak adlandırdığı izleğin çerçevesi oluşmuştur. İlk döneminin temel özellikleri kentli aydınların sorunlarını, yalnızlık, yabancılaşma, bunalım gibi kavramlar üzerinden odağına alması ve cinsellik temasını ön plana çıkarmasıdır. Başta Fethi Naci olmak üzere Ahmet Oktay, Murat Belge, hatta Vedat Günyol gibi birçokları tarafından bireycilikle suçlanan yazarın cinsellik vurgusunun satış kaygısından kaynaklandığı söylenir. İthamların başlıca sebebi o dönemde toplumsal sorunların doğrudan dile getirildiği eserlerin ağırlıkta olması ve erotizmin metindeki işlevinin görmezden gelinmesidir.
Selim İleri, bireyin dünyasını anlatırken arka planda toplumsal ve politik sorunları es geçen bir yazar değildir: Toplum eliyle bireyin gördüğü baskı insanın tekâmül etmesine imkân vermediği için köklü bir değişimden önce toplumun bu değişim için elverişli şartlara sahip olması gerektiğini vurgulamaktadır. Öte yandan heteroseksüel basmakalıptan kurtardığı cinsellik teması ise başlı başına toplumsal bir sorundur. Tabuları yıkmayı amaçlayan bir yazardır İleri. Bununla beraber bireysel tarihi toplumsal tarihte eritmeyi estetik bir biçemde başarır. Ayrıca, bireyin en derinine inmeyi de hedefler, yine bu noktada kendi yaşamından kesitleri sunmaktan çekinmez. Yazarın, “Yaşarken ve Ölürken" (1981), "Ölünceye Kadar Seninim" (1983), "Saz Caz Düğün Varyete" (1985), "Hayal ve Istırap" (1986) ve "Kafes" (1987) gibi ikinci dönem romanları ise bireyin psikolojisi göz ardı edilmeden toplumsallığın daha çok yer aldığı, buna paralel olarak politik eleştirinin dozunun arttığı romanlardır. Sonraki yıllarda ise Osmanlı’nın yıkılış döneminin ve Cumhuriyet döneminin arka planda yer aldığı metinleriyle mâzi ve tarih temalarını ön plana çıkarır. Bu sefer de geçmişe saplanıp kalmakla itham edilir. 1991 yılına gelindiğinde ise biçemsel değişikliğe gittiği “Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın” romanıyla Türkiye Yazarlar Birliği Roman Ödülü’nü kazanmıştır. 2001 yılında yayımlanan “Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak” romanıyla ise 2002 yılında Orhan Kemal Roman Ödülü’ne layık görülür. 2006 yılına vardığımızda “Fotoğrafı Sana Gönderiyorum” isimli kitabıyla yirmi yılı aşkın bir zamandan sonra öykü türünde kitap yayımlar. “Küçük Prens” çevirisi de bulunan yazarın öykü ve roman sahasındaki eserlerinin dışında “Cahide: Ölüm ve Elmas”, “Mihrî Müşfik: Ölü Bir Kelebek” isimli tiyatro oyunları, 1989 yılında yayımlanan “İstanbul Yalnızlığı”ndan itibaren “İstanbul Hatıralar Kolonyası" (2006), "İstanbul Lale ile Sümbül" (2007), "İstanbul’un Tramvayları Dan Dan!.." (2008) gibi İstanbul hakkında birçok kitabı, 1983 yılında yayımlanan “Annem İçin” eserinin ardından “Hatırlıyorum" (1984), "Evimizin Tek Istakozu" (2000), "Rüyamdaki Sofralar" (2003) gibi eserlerle süregiden anı kitapları, “Seni Çok Özledim" (1986) ile başlayıp “O Yakamoz Söner" (1987) ile devam eden, 2003 yılında yayımlanan “Uzak, Hep Uzak” ile ona Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü kazandıran eserinin de dahil olduğu deneme kitapları ile yayımlamaktan sonraları hoşnutsuzluk duyduğu erken dönem bir şiir kitabı (Ay Işığı, Özgür Yayın, 1986) ile adlarını zikretmek bu yazının boyunu aşan sayısız eseri bulunmaktadır.
Sözün özü, Selim İleri 1970’lerden itibaren Türkçe yazında yer edinmiş bir yazar olup çeşitli ithamlara maruz kalsa da hayatı boyunca sadece yazmaya odaklanmış, kendinden ödün vermemiş bir yazardır. Yazınsal yolculuğunda yabancılaşma, yalnızlık, bulantı, aşk ve cinsellik gibi temaların ardında bireyin psikolojisini irdelerken toplumsal ve politik meselelere kayıtsız kalmayan, tümden gelmek yerine tüme varmayı benimseyerek kendi yazınsal izleğinin peşinden gitmeyi tercih eden, edebiyatın pek çok sahasında ürün vermiş bir kalem olarak karşımıza çıkar.
NOT: Selim İleri hakkında bu yazıda da faydalanılan kapsamlı bir çalışma için Nesrin Mengi’nin “Selim İleri’nin Romancılığı” adlı doktora tezine (Çukurova Üniversitesi, 2009) başvurulabilir.