‘Kanun Hükmü'nde ‘endişe’ duymak!
Gerekçesi ne olursa olsun bir film festivalinin seçkisine girmiş filmi jüri önüne çıkmaktan alıkoymak, festival yönetimi adına bu tavrı göstermek, sansürden öte kendini ceza verici yerine koymaktır.
Başak Canda
Bu kadarı ancak bir Yeşilçam filminde olur, dedirtecek olay; Türkiye sinemasının en prestijli film festivali öncesinde yaşandı. Ne yazık ki bahse konu olan da bir belgesel. Nejla Demirci’nin yönettiği, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevlerinden ihraç edilen doktor Yasemin Demirci ve öğretmen Engin Karataş'ın hikâyesinin anlatıldığı Kanun Hükmü adlı belgesel film.
Belgeselin, 60.’sı düzenlenecek Antalya Film Festivali’nde yarışacak seçkiden çıkartıldığını ise Antalya Altın Portakal Film Festivali Yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu duyurdu. Boyacıoğlu yazılı açıklamada, belgesel filmde yer alan bir kişi ile ilgili yargı sürecinin devam ettiğini ve yargıya intikal etmiş bir konuda yargılama sürecinin tarafsızlığını etkilememek adına filmi seçkiden çıkarttıklarını belirtti.
Yönetmen Demirci ise "Belgeselimiz henüz yapım aşamasındayken yapımı yasaklanmış ve bu sebep ile yargıya başvurmuştuk. Nihayetinde AYM eserimi ifade özgürlüğü, bilim ve sanat özgürlüğü çerçevesinde değerlendirdi ve tarafıma tazminat ödenmesine karar verildi.” dedi. Demirci, bütün bu süreci, filmde yer alan ve yargılaması devam ettiği ileri sürülen kişinin görevine iade edildiğini de festival yönetimine bildirmesine rağmen yönetimin hukuksal dayanağı olmayan bir karar aldığını savundu.
Olaylar zincirini gözönüne getirdiğimizde insan bir an için kendini bir Yeşilçam filminin içinde buluyor. Bu nedenle alınan kararı ve yaşananları bir de Yeşilçam süzgecinden geçirmek kaçınılmaz oluyor. Siyah beyaz Türk filmlerinin en ünlü repliklerinden biridir. Hatta o kadar ünlü bir repliktir ki aynı isimle bir de film yapılmış ve o film Yeşilçam’ın en büyük jönlerinden Ayhan Işık’ı şöhrete taşımıştır: Kanun Namına.*
Bu replik genellikle filmin final sahnesine doğru hatta finalinde gelir. Filmin başından sonuna kadar akla hayale gelmez suçlar işlemiş zanlı, ya bir evde kuşatılır ya da bir kaya kovuğunda çembere alınır. Ses, o an orada kanunu, doğal olarak da devleti temsil eden polis komiserine veya jandarma komutanına aittir.
“Kanun namına aç kapıyı!”, “Kanun namına teslim ol!”, “Kaçacak yerin kalmadı!” Bu türden türevleri çoğaltılabilecek replik bir anlamda sinemayla toplum hafızasına zerk edilen ‘Devlet gücünün’ alamet-i farikasıdır. Bu replik geldikten sonra filmin heyecanına kapılmış ve kötü adamın cezasını bulmadan sıyıracağı kaygısını taşıyan ortalama seyirci rahat bir nefes alır.
Daha ilginç olansa film boyunca hırsızlık, dolandırıcılık, uyuşturucu ticareti, cinayet gibi birçok suçu gözünü kırpmadan işleyen, hukuk ve ahlâk nedir tanımayan zanlı (kötü adam) bu replikle beraber polise, jandarmaya veya devlet gücünü temsil eden yetkiliye hiçbir direnç göstermez. Kuzu kuzu teslim olur. Duruma göre utanç veya aymazlık içinde kelepçelenmesine izin verir ve adalete hesap vermenin yolunu tutar. Soyut anlamda kanuna, onun elbise giymiş en somut hâli devlete ‘kafa tutulamayacağı, tutulmaması gerektiği,’ topluma ve bireye öğretilir.
Kanun Hükmü belgesel filminin başına gelenleri bir de bu tarihsel ve toplumsal derinlikten okumak, yorumlamak gerekiyor. Zira yaşanan süreç bize gösteriyor ki ‘Kanuna, devlete karşı gelinemeyeceği’ fikri, bu kez sivil bir kurumdan, üstelik sinema adına kurumsallaşmış ve görece bağımsız olduğu düşünülen bir organizasyonun yetkili ağzından geliyor. İleri sürülen yargı sürecinin belgesel ve belgesele konu kişi lehine sonuçlanması ise durumu daha garabet bir hâle getiriyor. Bu tavrıyla festival yönetimi yargı kararına rağmen Bekçi Murtaza misali kendini yargı yerine koyuyor.
Bu bir yönüyle varlık nedeni toplum adına özgürlükleri genişletmesi, en azından eleştirel bir tutum alması gereken çağdaş sinemanın ve onun farklı platformlarının artık nasıl bir otosansür rolü oynadıklarını ve bu yolda alınan mesafenin boyutunu gözümüze sokuyor.
Geçmişte sinema diliyle “Kanun Namına!” denildiği anda toplumun bilinçaltında harekete geçen koşulsuz itaat günümüzde ne yazık ki filme de konu olan Kanun Hükmünde Kararnamelerle yeniden üretilerek tüm toplum katmanlarına, ya isteyerek ya korkuyla ya da Bekçi Murtaza hevesiyle uygulatılmaktadır.
Gerekçesi ne olursa olsun bir film festivalinin seçkisine girmiş filmi jüri önüne çıkmaktan alıkoymak, festival yönetimi adına bu tavrı göstermek sansürden öte kendini ceza verici yerine koymaktır. “Kanun Hükmünde Kararname adına teslim olun. Film yapmayın!” demektir.
Antalya Altın Portakal Film Festivali Yönetmeni Ahmet Boyacıoğlu’nun, tıpkı siyah beyaz filmlerdeki gibi tirat niteliğindeki açıklaması, “Kanun namına: Teslim olun! Böyle film yapamazsınız!” repliğiyle özetlenebilir.
Altın Portakal’ın tarihinde benzer bir olay daha var. 1975 yılında festival yönetimi çok daha ağır sonuçları olan bir gelişme sonrasında festivale katılan filme herhangi bir engelleyici kısıtlama getirmemiş ve film, ‘En İyi Film’ dahil beş farklı dalda ödül almıştı.
Bugün de bilinçli veya bilinçsiz yeniden tartışılır hale getirilmeye çalışılan Yılmaz Güney ve onun Endişe** adlı filminin etrafında yaşanmıştı olay. Yılmaz Güney filmin çekimi sırasında 1974’ün Eylül ayında Yumurtalık Savcısını vurmuş ve cezaevine girmişti. Tamamlanan film, 1975 Antalya Film Festivali’nde beş ödül birden aldı. Ödüllerden biri de cezaevinde bulunan Yılmaz Güney’e senaryo dalında verilmişti. Endişe’den Kanun Hükmü’ne yaşananlar sadece bir film festivalinin evrimini değil bir ülkenin geldiği ‘Endişe’ verici yeri göstermesi açısından öğreticidir. Artık hayata dair her şey gibi sinema da ‘Kanun Hükmüne göre’, ‘Kanun Namına göre’ muameleye tabi tutulmaktadır.
*Kanun Namına, senaryosunu Osman F. Seden'in yazdığı, Lütfi Ömer Akad'ın yönettiği 1952 yapımı siyah-beyaz Türk filmi. Başrollerde Ayhan Işık ve Gülistan Güzey oynadı. Gerçek bir cinayet olayından yola çıkılarak senaryosu yazılan film, Ayhan Işık'ın üne kavuşmasını sağlamıştır. Lütfi Akad'ın başyapıtları arasında kabul görür.
**Endişe, makineleşmenin başladığı dönemlerde kırsal kesimde yaşayan ağa tarafından sömürülen köylülerin yaşadığı sıkıntıları konu alır. Film bu tür olaylara eleştirel bakışla bakıyor. Töre olayları ise filmin diğer temasıdır. Film 1975 yılında düzenlenen 12. Altın Portakal Film Festivali'nde en iyi film ödülünü almıştır. Ayrıca aynı Festival'de 5 farklı dalda ödül kazanmıştır.
Kaynak: Wikipedia