Kapalı iktisat, açık soygun
Düşüncede - sanatta bayağılık, iş aleminde, gündelik hayatta çeşit çeşit, cins cins, boy boy tosuncuk icraatlarıyla kendini gösteriyor. Ortaçağ düzeninden; kapalı iktisattan öte geçilemiyor.
Kültürel etkinlik programları, davetleri düzenleyip yasal ve özel pasaportla insan kaçakçılığı organizasyonları düzenleniyor. Cesaretlerinden ve servet arzusundan başka hiçbir sermayesi, neredeyse hiçbir eğitimi, birikimi olmayan gencecik insanlar, hayallerinin peşinden gidiyor; küçücük apartman dairesinden ya da ofisten, uluslararası ölçekte kripto - sanal işler çevirip, milyar dolarları aşan gerçek para toplayabiliyorlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın henüz 1950’lerde icat ettiği İspritizma Cemiyeti’ni, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü çoktan aşmış vaziyette işler. Güya günah, mekruh olan şeytani zeka, almış yürümüş, kasabadan kente, taşradan metropollere, yurdun her yanına, hayatın her alanına yayılmış gibi görünüyor.
Şeytani zeka, son derece önemli ve her şeye karşın hala büyük eksiklik!
Cesur gençlerin dijital platformlarda hayalleri gerçek kılıyormuş gibi atraksiyonları, ortaçağ işi define, simya, gözbağcılık işlerinin güncellenmesinden pek öteye gitmiyor… Şerif Mardin’in dediği gibi hayal gücümüz sansürlü, hala. Öyle olduğu için de taşra usulü hilebazlıkla iş çevirmeye çalışıyor herkes.
HAYAL GÜCÜ, YARATICILIK VE ÖZGÜRLÜK
İslami İlimler Araştırma Vakfı, 17 / 18 Kasım 2000 tarihlerinde uluslararası bir sempozyum düzenlemişti İstanbul’da: Modernleşme, İslam Dünyası ve Türkiye. Şerif Mardin orada gündeme getirmişti hayal gücüyle şeytani zeka, “uçmak” olarak nitelediği yaratıcılık ilişkisini.
Sempozyum başlığındaki modernleşme, İslam ve Türkiye sorunsallarını üç eksen üzerinden yorumluyordu Mardin.
* Kamu Hukuku: Yönetenlerle toplum güçleri arasında müzakere, tartışma, uzlaşma sonucu devlet – yurttaş ilişkilerinin; yükümlülük, hak ve özgürlüklerin tanımlanması. Başka bir ifadeyle “sivil toplum”un doğuşu. Yerel yönetim ve özerk kurumlarla hak arama mücadelesinden gelen ortak kolektif bilinç. Bunların sonucunda Mardin, “bizde hemen hemen hiç bilinmeyen bir nokta” diye özel olarak vurgulayarak “her iki tarafın da –yönetenler ve yönetilenlerin- saygı gösterdiği bir kamu hukuku ortaya çıkmıştır” diyor.
* Kamusal Alan: Habermas’ın kavramlaştırdığı “kamusal alan”, Batı’da 18. yüzyılda belirir. Yönetim katına sakıncalı görünebilecek düşüncelerin doğuşuna, tartışılmasına olanak sağlayan ortamın kendini kabul ettirmesiyle doğar kamusal bilinç ve kamusal alan. Bu da devlet - iktidar kaynakları dışında ekonomik gelişmelerden yararlanan insanların, kendi düşünce çevrelerini, iletişim mekanlarını, kurumlarını, kanallarını oluşturmasından geçer. Dernekler, lokaller, kahvehaneler, basın, yayın, bilim – sanat kurumları, etkinlikleriyle beslenen “eleştirel düşünce”, kamusal alanda doğar ve onu yaşatır, dinamikleştirir.
“Türkiye her ne kadar fabrika işletiyor, üniversite kuruyor, kitap basıyorsa da bu eleştirel yapılanmadan yoksun kalmıştır” vurgusunu yapıyor Mardin, 2000 yılında.
* “Uçmak” ya da Özgür – Yaratıcı Düşünce: Mardin yaratıcı düşünceyi, zihnin sansürden kurtulmasını, “şeytani düşünce”nin meşruiyeti üzerinden temellendiriyor. Yine Batı’da romantizm, şeytanın yıkıcı anlamda baştan çıkarıcılığın ötesinde, sınır ötesine geçişi de getiren yaratıcılığının keşfi ve onaylanmasına işaret ediyor: “Türkiye’de, İslam’da, Osmanlı’da ‘şeytan’ vardır, fakat ‘şeytaniliğin yaratıcılığı’ fikri olmadığı gibi, bunu düşünmek bile günahtır. Batı’daki ‘demon’ kavramıysa, yıkıcılığıyla birlikte - bu sayede diyelim - özgün bir anlayışı yaratabilen, insanın iki taraflılığını bir suç olarak değil, bir özgünlük kaynağı olarak tanımlayan bir anlayıştır.”
Faust gibi bir klasikte kendini gösteren şeytanla pazarlık, doğru – yanlış, iyi – kötü, hayır – şer ikilemlerinin alışılmasını, iç içeliğini getirir. Bu, kapitalist sitemi biçimlendirecek girişimciliğin; endüstriden düşünsel sanatsal tüm üretim alanlarına uzanan yıkıcı yaratıcılığın da temelidir.
Baudelaire ve Rimbaud gibi “lanetlenmiş" şairleri anan Mardin, “kötü ile uğraştıkları zaman bunu bir suç olarak algılamamış olmaları ve daha da önemlisi bayağılığa düşmemiş olmaları”na dikkat çeker. Bizde bu anlamda “uçan” yazarın olmayışını “kendi kendini sansürden” kaynaklandığını belirtir.
Tanpınar’ın ifadesiyle, idealizm ile bayağılık arasında gidip gelmeye mahkumiyettir bu.
***
Düşüncede - sanatta bayağılık, iş aleminde, gündelik hayatta çeşit çeşit, cins cins, boy boy tosuncuk icraatlarıyla kendini gösteriyor.
Ortaçağ düzeninden; kapalı iktisattan öte geçilemiyor.