Kapitalizm yaşadıkça Marksizm de yaşayacak

On yıl bile olmadan yeraltından çıktık, sosyalizmin sorunları ve Marksizmin yenilenme tartışmaları yeniden canlandı, onları okuyup düşündük, biz de işte burada, hâlâ büyük bir kavganın ortasındayız.

Google Haberlere Abone ol

Bir de şöyle diyelim: Marksizm ona her zaman gereksinim duyduğumuz bir düşünme biçimi, bir hayat hakikati olarak yaşıyor, onsuz yapmak zor. Niçin? Çünkü hem dışımızdaki dünyada hem kendi hayatımızda olup bitenleri her şeyiyle ve doğru anlamaya çalışıyoruz. İşte bunun için Marksizmden vazgeçemeyiz, yoksa biz Marksist olduğumuz için onsuz yapamıyor değiliz.

Marksizmi bir anlama, yorumlama, soyutlama edimi, bir yöntem, yetkin bir düşünme biçimi olarak içselleştirmek, bana sözgelimi yazınsal bir metin olarak bir romanı bütün öğeleriyle çözümleme, yazarın vermiş olduğu anlamları bulup yorumlama ve belki de yazarın hiç düşünmediği anlamları metnin içinden çıkarma çabasını, yani doğru ve nitelikli bir okuma biçimini tastamam yapabilme yetisi de kazandırmıştır.

Soysuzlaşmış sermaye, düzenin değişmesinden korkan teknokratlar, burjuva partilerinin yandaşları, komünizmi terk etmiş olanlar, neoliberaller, kapitalizmin kokuşmuş unsurları, tümünü sıralamaya gerek yok, kendilerini bu lanetli kapitalizmin parçası sayanlar Marksizmin çoktan öldüğünü, eskidiğini, bugünkü dünyayı anlamadığını vaaz etmekten bıkmamışlardır ya, onlara, Terry Eagleton Hocamın şahane sözünü hatırlatarak, kapitalizm var oldukça Marksizm de her zaman var olacaktır, diyelim, kapitalizm hayatımızdan ne zaman yok olup gider, belki o zaman Marksizm de kendisini yadsıyarak başka bir şeye dönüşür.

Kaldı ki biz ona böyle bir uzun ömür biçtiğimiz için yaşamıyor Marksizm. Kapitalizmin en parlak çözümleyicisi olan Marx’ın düşüncesi, kapitalizm var oldukça elbette yeniden yorumlanarak, gerektiğinde çağdaş Marksistler tarafından yenilenerek, dolguları yapılarak hayatı anlamak için eşsiz bir düşünce olarak, bugün yaşayan hiç kimsenin göremeyeceği kadar uzun ömürlü olacaktır. İnanmayanlar sonuna kadar bekleyebilir.

Marksizm bir devrim ve toplumsal değişim düşüncesi. “Marx’ın o an için incelediği konu ne olursa olsun, arka planda asıl incelediği konu her zaman –şu âna kadar gelişmiş olduğu ve hâlâ gelişmekte olan haliyle– kapitalist toplumun kendisidir.”(1) Yaşayan kapitalizmdi Marx’ın temel sorunu ve gelecek onun içinden çıkacaktı.

Kapitalizmin, dolayısıyla sermayenin yaşadığı yapısal değişiklikler, yani Marx’ın burjuvazisinin de işçi sınıfının da bugün aynıyla bulunmadığı bu dünyanın gerçekliği Marksizmin geçerliliğini ortadan kaldırmıyor. Çünkü onun kendisi bir değişim düşüncesi.

En sık yapılan –elbette temel– bir tartışma kapitalizmin yaşadığı değişiklikleri, hatta altüst oluşları Marksizmin açıklayamadığı ya da göremediği yönündedir. Geleneksel sanayi üretimi –aradan geçen yılların da üstüne– yepyeni sermaye ilişkilerine, teknolojik devrimlerle yaşanan yapısal değişikliklere, daha önce hayali kurulmamış tüketim çılgınlığına, hizmet sektöründeki oransız büyümeye, bilgi teknolojilerindeki olağanüstü değişime, finans sermayesinin kapitalizmin en büyük paydaşlarından biri olarak ortaya çıkmasına ve bu arada işçi sınıfının nicel değişimine (ama nitel değişimine değil), dolayısıyla işçi sınıfının bileşiminin değişmesine doğru evrilmişse, kimileri hiç kafa yormasın: Marx’ın kapitalizm çözümlemeleri gelecek öngörüleriyle de var olmuştu ve o öngörülerin geçerliliğini kapitalistlerin de kabul ettiğine sık sık rastlanabilir.

Üstelik kapitalizmin, evet kendisini ayakta tutmakta çok hünerli olmasına rağmen, çukurdaki ayağını hâlâ kurtaramadığından da söz etmedik. Büyüme döngüsünü bir anaforun içinde yaşamak onu fena halde asabileştiriyor ve saldırganlaşıyor. Daha çok, daha çok kâr deli eder. Artık refah rüyaları gören toplumlar da kalmadı. Sermaye aşağıdan yukarıya büyük bir hızla transfer edilirken yukarıdaki zenginlerin dünyaya daha çok sahip olup aşağıdaki milyarlarca insanın daha büyük yoksulluklara gömüldüğünü herkes acıyla görüyor. Devletler kapitalizmle tamamıyla özdeşleşirken daha despot, silahlı ve faşizan karakterler aldılar; sosyalist sistemin çöküşüyle birlikte dünya Thatcher’lara, Bush’lara, Berlusconi’lere, Merkel’lere, Erdoğan’lara kaldı.

Bu arada öte yakada kapitalistler ve kapitalist devlet dişimizi kıracak kadar sertleşti; işçi sınıfı daha örgütsüzleştirildi, Fransa’da 35 saatlik haftalık çalışma hakkını söke söke alan CGT artık o etkinlikte değil; 12 Eylül’den önce 500 bin üyesi olan DİSK’in yaklaşık 100 bin üyesi var; sol ve sosyalist güçler faşist darbelerle ve Batı’daki devletlerin otoriterleşmesiyle daha sert baskılar altına alınmaya çalışılıyor, gezegenimizin dengesini sağlayan tahterevallinin bir ucu boşalınca öteki kendi başına kalmış gibi mağrur –ama kıçüstünde oturuyor–; postmodern kültür hayattan sanata ve edebiyata aydınları da değiştirmiş görünüyor…

Bu yakadaysa çukura itiliyor gibi görünüyoruz ama arkamıza baktığımız zaman şu da görünmüyor mu: Olduğumuz yerdeyiz. Duvar 1989’da yıkılınca önünde kalakalmıştık. Sosyalizme inancımız ve Marksizme duyduğumuz güven değişmedi ama şu soru içimizi yakar gibi oldu: Şimdi ne yapacağız? Bu da Marksizmin büyük bunalım dönemi miydi? İçinde çıkamama hali, durgunluk. Bir süre… Terry Eagleton, “Ama geç 1960’ların çarpıcı düşleri ve coşkulu umutları döneminden kalanlar için bu gerileme özellikle yenilir yutulur değildi”(2) de diyor. O günlerde öyleydi. Metin Çulhaoğlu da o dönemle ilgili olarak, “Türkiye’de, Marksizmin bir bunalım yaşadığı savlarının en yaygın biçimde dillendirildiği ve herkesin bu bunalımı tartışmaya davet ettiği dönemde (özellikle 89-91 dönemecinde) doğrudan doğruya Marksizmle ilgili hiçbir konu tartışılmamıştır!”(3) 

Neyse ki çok beklemedik. On yıl bile olmadan yeraltından çıktık, orta yerde hem örgütlenme girişimleri güçlendi, sosyalizmin sorunları ve Marksizmin yenilenme tartışmaları özellikle Batı’da yeniden canlandı, onları okuyup düşündük, biz de işte burada, hâlâ büyük bir kavganın ortasındayız. Fukuyamacı tarihin sonu tezleri çarçabuk derdest edildi (Marksizmin öldüğünü savunanlar ondan da ders alsın).

Bu arada dünyada komünist hareketin yaptığı yanlışlar olmadı mı, elbette ama o reel yanlışlar, yeniden düşünülmeye ve geliştirilmeye açık doğası içinde Marksizmin her zaman yaşadığımız zamanı açıklamaya olanak veren yaratıcı bir düşünce olduğunu yeniden gösterdi.

Ve ne oldu: 2008 krizinden sonra kapitalizmin içinden konuşanlardan, onların üniversitelerinden, duvarların ötesinden, “Marx haklıydı” sesleri fısıldanmaya başladı. Çünkü bu ileri aşamasında yaşanan krizlerden sonra, kapitalizmin bir kez daha derin yapısına eğilmek, sorunlarını anlamak, yapısal çözümlemeler yapmak gerekiyordu. Bakıldı: Aslında Marx onları yapmıştı, şaşırtıcıydı ama Marx’ın düşünceleri 19. yüzyılda kalmamıştı, onun gelecek öngörülerini mi yaşıyorduk yoksa... Marksizmin kapitalizm eleştirisi hâlâ geçerliydi. Üzücü ama böyleydi…

Art arda gelen ve tam anlamıyla çözülemeyen krizlerden sonra sermaye tam anlamıyla hayasızlaştı, saldırganlaştı; kapitalizmin imparatorluğundaki ultra-zenginlerin bir teki bile bütün Orta Amerika ülkelerinin zenginliklerinden daha fazlasına sahipken, Türkiye’de en zengin aile toplumun en düşük gelirli yüzde 40’ının toplam gelirine sahipken; devletin silahlı güvenlik örgütleri artık yalnızca büyük sermayenin şirketlerini, madenlerini, saraylarını korurken, ırkçılık bir devlet silahı olarak körüklenirken dünyada milyarlarca, bu ülkede on milyonlarca çaresiz insan yoksulluklarıyla bile baş başa bırakılmayıp devlet şiddeti altına alınırken sosyalizm ve onun ışığı Marksizm nerede durur?

Çevremize bakalım, bu yangını sosyalistlerden başka kim söndürebilir. Buna inananlar ve bilenler geleceğin tuğlalarını üst üste koymaya devam ediyor.

1990’dan sonra gelen yıllarda Marksizmin bükülen belinin yeniden doğrultulması gerektiğini söyleyenler vardı, bugün artık o yıllar da geçildi. Marksizm yaşadığımız hayatı köşe bucak aydınlatıyor ve sürekli tartışıldıkça parlıyor. Kapitalizmin içinden çıkılması gitgide güçleşen krizleri Marksizmin eleştirisiyle anlaşılmayı gerektiriyor ve bu gereksinimi duyanların sayısı çoğalıyor.

Kaldı ki insan olan insan kendisine verilmiş olanlardan kuşku duyar: “Ya Marksizm değil de kapitalizm miadını doldurmuşsa?”

Bu söze karşı çıkmak için acele edilmesin, yaşayarak göreceğiz.


NOTLAR:  

(1) Bertell Ollman, Marksizme Sıra Dışı Bir Giriş, İngilizceden çeviren: Ayşegül Kars, Yordam Kitap, Dördüncü Basım: Haziran 2020, s. 11

(2) Terry Eagleton, Marx Neden Haklıydı?, İngilizceden çeviren: Oya Köymen, Yordam Kitap,Mayıs 2011, s. 21

(3) Metin Çulhaoğlu, Binyıl Eşiğinde Marksizm ve Türkiye Solu, Yordam Kitap, Şubat 2015, s. 89