YAZARLAR

Kapitalizmin sınırında devrimci siyaset

Amaca bağlılığın en iyi denek taşı yürüyüşün kendisidir. Pratiğe tutulacak en iyi ayna yürüyüşçülerin kendi aralarında, etkili oldukları toplumsal alan ve birimlerde ne yaptıkları, gündelik hayatı nasıl yaşadıkları, birbirleriyle nasıl ilişkilendikleri, mücadeleyi, örgütlenmeyi eylemleri hangi değer ve ilkelere göre yürüttükleridir.

Siyaset, amaçla yolu birleştirme sanatıdır.

Somut bir iktidara karşıtlık kimseyi verili düzen sınırlarının dışına çıkarmaz. Devrimci siyaset, en başta amaç ve vizyonuyla, ama aynı zamanda örgütlenmesi ve eylemiyle kendisini kurulu düzen legalitesinin(1) dışında inşa edebilir. Nihai amacın açık, duru bir anlatımla açıklanmasına ek olarak  hedeflenen “başka dünya”nın gerçekleştirilebilir bir öngörü olarak görülmesi, gösterilmesi, zihinlerde canlandırılması gerekir.

Sınırda kapitalizm koşullarında devrimcilik, sistemin “içsel ve zorunlu” sınırlarını zorlama ve aşma eylemidir.

Düzen sınırlarının dışına, bugünkü toplumun içinden çıkılacaktır. Yeni bir toplumun maddi temeli, önkoşullar, öncüller olarak bugünkü toplumda verili olmasa “başka bir dünya”yı konuşmak saçma olurdu.

Amaca bağlılık, “amaç disiplini” komünist ve devrimci hareketin varoluş nedenidir. Tarihsel deneyim, amaçtan kopuşun yıkıcı sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Avrupa’da faşizme karşı burjuva demokrasisine razı olarak nihai amaç ve devrim programlarından cayan partiler yok olup gittiler. Örnek olsun, bir dönem yüzde 40’lar civarında oy toplayan İtalyan Komünist Partisi’nin yerinde bugün yeller esiyor. İtalya’yı bugün Mussolini’nin torunu yönetiyor. Günümüz Türkiye’sinde, varoluş amacından koparak “saray” rejiminden kurtulmayı, düzen muhalefetine “kaybettirmeme”yi stratejik ilke edinmenin böyle yapanları düşürdüğü durum ortada.

Yol’a gelince. Kapitalizmden komünizme yürüyüş engellerle, engebelerle dolu uzun bir yolculuktur. Bu nedenle de, yolun nasıl katedileceği, yolculuğun nasıl geçeceği kritik önem taşımaktadır. Daha önemlisi, amaca bağlılığın en iyi denek taşı yürüyüşün kendisidir. Amacın simgesi bayrak, onu dalgalandıranların ellerinde yükseklere çekilir. Pratiğe tutulacak en iyi ayna yürüyüşçülerin kendi aralarında, etkili oldukları toplumsal alan ve birimlerde ne yaptıkları, gündelik hayatı nasıl yaşadıkları, birbirleriyle nasıl ilişkilendikleri, mücadeleyi, örgütlenmeyi eylemleri hangi değer ve ilkelere göre yürüttükleridir. “Kültürleşme” diyoruz. Bu noktaya yazının sonunda döneceğim.

PROGRAM

Rotasız bir yelkenliye hiçbir rüzgâr yardım edemez. Amaç yolunda yürüyüş için, “buradan oraya nasıl gidilir?” sorusuna yanıt veren, duruma göre “strateji”, “yol haritası”, “yol algoritması” da dediğimiz, döneme ve nesnelliğe yanıt veren bir program gerektiği açıktır. Çağın gerçekliğini kavramadan, yeniden yorumlamadan böyle bir program üretilemez. Dünün güneşi ile bugünün çamaşırlarını kurutamazsınız. Dünyayı değiştirmek isteyenler olarak en önemli sorunlarımızdan biri geçen yüzyılın eskimiş programlarıyla yol almaya çalışmak olarak özetlenebilir.  

Sınırda kapitalizm iç enerjisiyle değil, henüz kırılmamış seçeneksizlik algısıyla ayakta kalıyor. Bu algıyı kırmak için soyut sosyalizm propagandasının ötesine geçip, kapitalist düzenin sınırlarını açığa ve bilince çıkaran, kapitalist mantığa meydan okuyan bir siyaset tarzı-mücadele çizgisi kurmak gerekiyor. Bu konuyu son kitabımda birçok yönüyle çözümlemeye, “mücadele hedefleri” mantığını öne çıkarmaya çalıştım.(2) Burada, çok kısa özetleyerek geçeceğim.  

Mücadele hedefleri, siyasal güç oluşturma, iktidar olma, toplumsal proletaryayı bu talepler için mücadeleye kazanma sürecinin programıdır.

Bu hedefleri, doğaya, çevreye, tüm canlılara dost, toplumsal ilişkileri kullanım değerleri üzerinden kuran, doğal kaynakları, genel üretici gücü yeryüzünün ortak mirası sayan bir dünya için mücadele olarak toparlayabiliriz. İklim krizine karşı acil seferberlik; bilgi ve enformasyonu, üzerindeki sermaye oligopolünü kaldırarak ortak toplumsal amaçların kontrolüne sokmak; toplumsal insanın kendi yaşamına ve zamanına hükmetmesinin yollarını yeniden açmak günümüzün öncelikli mücadele başlıkları olarak öne çıkıyor. Örnek olsun, Yapay Zeka tehdidine karşı çalışma saatlerinde köktenci düşüş, asgari yaşam gelirini mal ve hizmetlerin parasal karşılığı olarak değil, kullanım değerleri üzerinden belirlemek zamanın ruhuna uygun mücadele hedefleridir.

Bilimsel çalışmaya yasak koymak konu dışıdır. Teknolojinin insanı hiçleştiren sonuç, araç ve uygulamalarına sınırlar getirmek üzere etik ve hukuk mücadelesi yürütmek, insanlığın ortak ürünü olan genel üretici gücün (Marx) sunduğu olanakları eşitlikçi, özgürlükçü ve dayanışmacı bir dünya için harekete geçirmek ise zamanın öncelikli görevlerinden biridir.

DEVRİMCİ SİYASETİ TOPLUMSALLAŞTIRMAK

Devrimci siyasetin “madde”si toplumdur. En başta emekçi sınıflardır; aynı anlama gelmek üzere toplumsal proletaryadır. Maddesiyle ilişkilenme, kaynaşma komünist siyasetin amaç kadar önemli varoluş koşuludur. Bu bağın bugün kopmuş olması dünya komünist hareketinin günümüzdeki en önemli varoluşsal sorunlarından bir başkasını oluşturuyor.

Sermaye birikim rejimlerindeki geçiş ve dönüşümler, bilimsel teknolojik sıçramaların üretim ve emek süreçlerinde, işçi sınıfının sosyolojik dokusunda yol açtığı değişiklikler…Bunlar ve daha başka birçok etken birbirleriyle bağlantı içinde etkili olmuşlardır. Sonuç ortadadır. Günümüzde, dünyanın hiçbir yerinde reel siyasal seçenek oluşturan proleter-sosyalist nitelikli bir kitlesel hareket ya da partiden söz edemiyoruz.

Popülizm (halkçılık) ve “radikal demokrasi” bu boşluğu doldurmak üzere geliştirilen kavram ve pratiklerdir. Yirmi birinci yüzyılın başlarında küresel ölçekte ve tek tek ülkelerde bu çizgide birçok girişim, oluşum ortaya çıktı. Hiçbiri başarılı ve kalıcı olamadı. Yunanistan’daki Syriza, İspanya’daki Podemos denemeleri son derece öğreticidir.(3)

Burada bu çetrefil sorunu çözmek gibi bir iddiam yok. Yalnızca tartışma bağlamını değiştirmek üzere, kalıplaşmış kavramları da sorgulayan bir yaklaşımın ipuçlarına işaret etmek istiyorum.

Sosyalist/komünist hareketin geniş emekçi sınıflarla, aynı anlama gelmek üzere toplumsal proletaryayla yakınlaşmasında, organik bütünleşmesi anlamında “halklaşması”nda hiçbir sorun yoktur. Tersine bunun için mücadele ediyoruz.

"Popüler”lik  toplum bütününe seslenmek, onun ilgisini, kulağını, sempatisini kazanmak olarak tanımlanıyor. “Popülizm”i soyutlayıp, yerli yerine oturtmak için ise güncelin, dönemin egemen havasının peşinde sürüklenmek anlamında “eyyamcılık”, geçici çıkarları nihai amacın önüne koymak anlamında “oportünizm” gibi kavramlara başvurmak durumundayız. Bunlara, kitle kültürü ikonlarına tutunarak kitleselleşmek arayışlarını da ekleyebiliriz.

Devrimci saflığı korumak için steril ve marjinal bir mikro-kozmosta yaşamak, ya da kitleselleşmek için popülist, eyyamcı, oportünist olmak!  Sorunu aşmak için bu sahte ikilemi kategorik kesinlikte reddetmek gerekiyor. Kapitalist üretim biçiminin tarihsel, teorik ve pratik sınırlarının billurlaştığı bir eşikte, hem devrimci hem kitlesel olmak mümkündür. Tezimiz budur!

MERKEZ-YEREL TARTIŞMASI

Devletten partiye herhangi bir örgütlenmede, merkez- yerel, merkeziyetçilik-yerelcilik ilişki ve dengeleri hep sorun olagelmiştir.  Zaman ve mekâna bağlı somut bir ilişki olan örgütlenmenin tüm zamanlar için geçerli evrensel bir modeli yoktur. Bu sorun ancak somut koşullar bağlamında ele alınabilir.  Bu çerçevede, merkeziyetçilik-özerklik ilişkisinin komünist siyaset açısından önemli olduğunu düşündüğüm birkaç yönüne ışık tutmak istiyorum.

Birincisi kısaca şudur: Kaynakların ve ihtiyaçların optimum değerlendirilmesi, en akılcı, en etkin, bölgesel ya da kesimsel, doğal ya da tarihsel farklılıkların eşitsizleştirici etkisini en aza indirecek biçimde örgütlenmesi merkezi yönetim, merkezden bakış ve merkezi planlama gerektirmektedir.

İkincisi, somut biçimleri koşullara bağlı olmakla birlikte, kendiliğinden kitle hareketlerinden, amaçlı bilinçli çıkışlara kadar her türlü eylem ve hareketin genel amaç yolunda seferber ve koordine edilmesi, bunun için de yukarıdan bakış gerekmektedir.

Merkeziyetçiliği bu çerçevenin dışında zorlamak, “devletli komünizm” teorileri vazetmek ise, sözcüğün tam anlamıyla  bürokratik, otoriter bir yaklaşımdır.

Toplumsal tabanı olan bir siyasal güç yaratmanın, komünal örgütlenme kültürünün tohumlarını bugünden toprağa serpmenin etkili yolu, işyeri, mahalle, sokak, kahve, aile vb. toplum hücrelerinde, eşdeyişle yerelliklerde var olmaktan geçiyor. Doğrudan demokrasinin başlayıp gelişeceği yer de yerelliklerdir. Gelecek topluma ilişkin vizyonumuz bir yana, bugünkü oy seçim düzenekleri içinde bile, bir seçim bölgesinde en çok oy alan adayın vekil olacağı tümüyle barajsız dar bölge seçim sistemi, yurttaşa iradesi dışında liste olarak dayatılan bilmediği, tanımadığı adayı değil, tanıdığı, bildiği, beğendiği kişiyi seçme özgürlüğü verdiği için daha demokratiktir. Dahası var. Yerel siyasal etkinlik, komünistlerin daha bugünden toplumsal işlev ve hizmet sunarak toplumsallaşmasına olanak sunmaktadır. Latin Amerika’da ve Ortadoğu’da toplumsallaşan birçok devrimci ve sol hareketin halkın ekmek, su, temizlik vb. gereksinmelerine somut, pratik yanıtlar üreterek toplumsallaştıklarını biliyoruz.

Nihayet örgüt sorununda da yerel örgütlerin özerkliği ve dinamizmi büyük önem taşımaktadır. Bu ilke neredeyse tüm sosyalist partilerimizin tüzüklerinde yer alıyor ama uygulanmıyor. Oysa, hem örgüt üyelerinin özneleşmesi hem de bilişim çağının gerekleri yerel birimlerin özerkliğini, inisiyatifini gerektiriyor. Özerk, modüler, “ağ tipi” örgütlenme biçimlerinin bugün bu ölçüde tartışılması rastlantı değil. Modül, uzay araçlarından bildiğimiz gibi, bütüne bağlı ama tek başına devinme yeteneği olan birim anlamına geliyor. Özerk, modüler, ağ tipi örgütlenmede sorunu aşmanın ipuçları bulunuyor.

KÜLTÜRLEŞME

Kapitalist üretim ve toplumsal yaşam koşulları içinde devrimci karşı-siyaset, karşı-toplumsallık yaratabilmenin çok önemli koşullarından biri, komünizmin kendisini gündelik hayat içinde rutinler, alışkanlıklar düzeyinde en azından embriyonik biçimlerde yeniden var edebilmesi, yani kültürleşebilmesidir. Kültürü, “doğanın yarattıkları dışında insan soyunun, toplumların yarattığı yaşamla ilgili her şey” olarak anlıyoruz. Kültürleşme ise, iki ya da daha çok kültürün birbirlerinden etkilenerek değişime uğramaları oluyor. Aslında her egemen kültür karşı kültürlerin yeşereceği toprağı da hazırlıyor. Öte yandan, kültür, uzun ve evrimci süreçlerde değişen, mayalanan bir oluşumdur. Buradan bakıldığında “kültür devrimi” kavramının yerinde olup olmadığı bile tartışılabilir.

Devrimci yükseliş dönemlerinde ise kültürel başkalaşım ve etkileşim de, başka her şey gibi sıçramalı ve tempolu gelişebiliyor.

Bu söylediklerimizin fantezi olmadığını görmek için, uzağa gitmeye gerek yok. Bu topraklarda Kürt hareketinin çeyrek yüzyıl kadar bir sürede, uygarlığımızın ve sosyalist örgütlerimizin en kadim sorunlarından biri olan toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı kitlesel bir kadın devrimi gerçekleştirdiğini görmek gerekiyor. Köylüsüyle kentlisiyle, genciyle yaşlısıyla, eğitimlisiyle eğitimsiziyle Kürt kadını, yalnız içinde mücadele yürüttüğü örgütlenmelerde değil, toplumda ve siyasette hak, yetki, temsil eşitliği kazandı. Eşitlenmelerin kökleşmesinin zaman istediğini biliyor, Kürt kadın devriminin sorunsuz ilerlediğini söylemiyoruz. Ortaya çıkan sonucun örnek olma gücü taşıyan dev bir kültürleşme atılımı olduğu ise apaçıktır. Bu deneyimde üzerinde çalışılacak çok ders var.

Sosyalist mücadele ve örgütlenmenin ilk oluşumundan, komünizme dek olan sürecin temel, değişmez önceliği toplumsal kurtuluşun evrensel öznesi olarak proletaryanın ve sosyalist mücadeleye katılan bireylerin sürecin başat, kurucu aktivistleri, karar, söz, inisiyatif ve sorumluluk sahibi eyleyenleri olmasıdır! Bugünden, yaşamlarımızdan, örgütlerimizden başlayarak kültürleşme, amaca yaklaşmanın, düzen siyaset düzleminin dışına çıkmanın da en güvenli yoludur.

Devrimci siyaset yolunda olanakları, ipuçlarını, önerdiğim yaklaşım yöntemini özetlemeye çalıştığım bu yazıyı, iradenin iyimserliğine neş’enin militan enerjisine katan bir vurguyla Nazım Hikmet’in dizeleriyle bitirmek istiyorum. Şöyle:

Neş’e kavganın musikisidir.

Kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz

Neş’enin çelik ahengini duymayan adam;

Neş’e iyi şeydir vesselam.


NOTLAR:

(1) İllegalite, yalnızca “yasa dışılık” ya da “gizlilik” anlamına gelmiyor. Sözlüklerde yer alan bir anlamı daha var: Eylemini, resmi izin ve kurallara bağımlı kılmamak! Ayrıca legalite, adil olmasa da her türlü konunun çözümünü verili hukuka bağlı kılmak anlamına geliyor. Oysa devrimci bir programın önceliklerinden biri bizatihi bu hukuku değiştirmektir.

(2) Haluk Yurtsever, Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk, Yordam Kitap, İstanbul, 2023.

(3) Bu başarısızlık öyküleri için bkz: Erkin Özalp, Devrim Nasıl Yapılır? (Yordam Kitap, İstanbul, Ekim 2023).


Haluk Yurtsever Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. 1973-1976 ve 1980-1992 yılları arasında İngiltere, Sovyetler Birliği, Fransa ve Almanya’da bulundu. 1974’de İngiltere’de TKP üyesi oldu. Bir yıl Moskova’da Lenin okulunda eğitim gördü. İlki 1990’da yayımlanan Sınıf ve Parti (Dönem Yayınevi, Ankara) olmak üzere yayımlanmış 15 kitabı var. 8 ortak kitaba katkı yaptı. Son iki kitabı, Uygarlık Dönemeci 2021’de, Dünyada ve Türkiye’de Komünist Ufuk 2023’de Yordam Kitap’tan yayımlandı. Yurtsever Nisan 2024’de yine Yordam Kitap tarafından yayımlanan 15 yazarlı 100 yıl Sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin de yazarları arasında bulunuyor. Tarih, felsefe ve siyaset üzerine çalışıyor, kitap ve makaleler yazıyor. İzmir’de yaşıyor.