Kar siyahtır
28 Aralık 2011’de 17’si çocuk 34 kişinin katledildiği Roboski Katliamı’nda toprak çiçek değil, çocuk koktu; kar beyaz değil, siyahtı. Hafızamız karı dondurdu.
Türkan Elçi*
Kar siyahtır. Siyahlığı bilmek, tıpkı evin karalığını hissetmek gibi kimilerinin payına düşer. Kimilerine bu zorla pay edilir. Karın romantik imgesinden çekilip çıkarılması bir failin sebep olabileceği bir durumdur ancak. Tıpkı bazı tarihler gibi karın siyah olduğu, siyah hissettirdiği zamanlar var. Sonda söylenecek olanı başta söyleyelim: Roboski Katliamı bu imgeyi bir ulusun, bir toplumun zihninde siyaha çeviren bir felakettir. Sadece siyaha mı? Beyaz olan her şeyi karaya, kapkara olana dönüştüren bir felaket aynı zamanda.
“İncecikten bir kar yağar/Tozar Elif Elif diye” dizeleriyle bildiğimiz Toroslar’ın Karacaoğlan’ına göre kar, sevgilidir. Kimine göre de islenen camı kazağının koluyla silen, burnu cama dayalı bir çocuğun göğe bakarken kurduğu hayallerinin üzerine yağan beyazlıktır. Belki de kar, çocukluktur. Belki de hüzünle, kederle lekelenmemiş dünyayı saran beyaz heyecanlı bir saflıktır. Tarifsiz bir sabırsızlıkla “Ne zaman yağacak, acaba bu yıl yağacak mı” sorularıyla karı beklediğim çocukluk zamanlarımı hatırlıyorum. Hiç unutmam, bir gün beklediğim kar yağmıştı, beyazlığa uzanmak, dokunmak, hatta çaktırmadan dudaklarımın arasındaki serinliğin tadına bakmak için giyinip kuşanmıştım. Babaannem “Hayır! Bu kar bizim için değil, bizimki henüz yağmadı, bu kar, köpek karı” demişti. Kara dair ilk hayal kırıklığımdı diyebilirim. Pencereden dışarıyı seyrettiğimde beyaz denizde köpek sürüsü mutlu mesut koşuşturuyor, özgürce havlıyor, ağızlarındaki heyecanlı dumanlar göğe uzuyordu. Evet hakikaten kar, onlar için yağmış gibiydi. Bana köpeklerin sevincini uzaktan seyretmek kalmıştı.
Bu hayal kırıklığımın ve babaannemin masum yalanının üzerinden uzun yıllar geçti. Bugün ise keşke kar, kendini bir ülkenin ücrasında hisseden biz Kürtlere çocuksu beyaz bir saflığı ve sadece masum bir yalanı hatırlatsa, diyorum çoğu zaman. Maalesef. Yaşadığımız kişisel veya toplumsal travmalar, acılar, beynimizin yazı tahtasındaki güzel günleri, heyecanları silen bir silgiye dönüştü. Yaşadığımız topraklarda adı zulüm olan silgi, kar sevincimizi, heyecanımızı sildi günün birinde. Mutluluğumuz silinince geriye elimizde avucumuzda kara dair acı bir fotoğraf karesi kaldı. Fotoğrafta, beyaz dünyanın üzerine serili, bıyıkları henüz ince tel, ellerinde bidon, ıslak bedenlerini karın kuruttuğu çocuk ordusu vardı. Islak bedenleri kar kurutuyorsa, kar artık sevincimiz değil, kederimizdir, dedik.
Beyaz dünyanın boşluğunda- ki beyazlık masumluktur-suskun bedenleriyle ellerinde bidon, 17 çocuk peşimizden koştu hiç durmadan. Köyleri hudut, karaltıları tehdit, ölüme koşan çocuklar.
“uçaklar tanır, annemiz bize inanır,” deyip suçsuzluklarını anlatamayan çocuklar. Ve gecenin karasında tüylerimiz ürpererek “Kendini tanrının gölgesi sananlar, ıslandık, çok ıslandık, ellerimiz hudut yorgunu” diyen, kulaklarımızdan eksilmeyen seslerini dinlediğimiz çocuklar.
28 Aralık 2011’de 17’si çocuk 34 kişinin katledildiği Roboski Katliamı’nda toprak çiçek değil, çocuk koktu; kar beyaz değil, siyahtı. Hafızamız karı dondurdu. Eğer bu hayatta payınıza ücralarda yaşamak düşmüşse, ölmek ve yaşamak arasında sallanan salıncakta ölümün olduğu taraftaki karlara düşmeniz ve birer karaltı olmanız hiç de sürpriz değildir.
Suskun balıklar gibi kendi ücrasına çekilmiş Roboskili anneler, müsebbiplerinin adını yıllarca sayıklarken, kar kendi sessizliğinde onların sesini de yuttu. Cesetler karın üzerinde ayan beyan seriliyken ve sadece onları anlayan gökle konuşurlarken, suçlular karın altındaki sıcak muhkem yerlerinde gizlenmeye devam ettiler. Zulmün hükmünü muhkem kılan tarihin geleneğinde zalimlerin yüzü hep bir giz oldu. Ölüm örtüsüz, perdesiz bir sahnenin orta yerinde sergilendi her zaman. Ve susmayı tercih eden seyirciler ara ara bilindik tekerlemeler tekerlediler.
“ıslak bedenimizi kar kurutsun, üzerimizde kuşlar dönsün, dünya tekerleme tekerlesin, kuş tek kanadıyla uçmuş, dağ ortadan ikiye, yağmur söndürsün yanan elbiseyi, günahı kim yazacak kibrit tutuşturana” diyen ve peşimizden durmadan koşan ve susmaksızın konuşan ölülerdi bu sessizliği bozan.
"dev adamlarda lacivert, lacivert koyu ceket, gözlerimiz sedef kopça, eğer gelirseniz eğer, yolunuz düşerse eğer, bir gün yolunuz düşerse, kara düşmüş sedef kopça, otuz dört çarpı iki, altmış sekiz, karda kopça, Roboski’ye kar yağmış, yerden kopça toplayın."
* CHP İstanbul Milletvekili