YAZARLAR

Karamsar mıyım?

Bu düzenin iyi olmadığı apaçık ortada ve değişmeli. Bu düzen, "Bu düzen değişmeli" cümlesini kurarken insanın tedirgin olmayacağı bir yere evrilmeli. Bunca şuursuzluk içinde "Tımarhanede bugün" diye gülüp geçemiyor insan. Çok anlamlı ve yaratıcı bir karamsarlık insanın bütün hücrelerine yerleşiveriyor.

Yakın zamanda doktor arkadaşımla karşılaştım. Hal hatır sorduktan sonra geri dönmemek üzere yurt dışına çıkmaya hazırlandığını söyledi. Şimdi dil kursuna devam ediyormuş.
Çok değil, beş yıl önce, yurt dışında çalışmak istiyorum, deseydi muhtemelen “Deli misin? Ne işin var yurt dışında?” derdim. Şu hayatta, devrim bile yapacaksak, önce kendi topraklarımızda, kendi insanlarımızla yapmak gerekiyor, diye düşünüyorum çünkü. Bunun bugün biraz arkaik bir düşünce olduğunu kuvvetle hissediyor olsam da, öyle.
Bu sefer "Deli misin?" diyemedim. Çünkü o, çalışma koşullarından, toplumsal ve siyasal baskılardan söz etmeye başlamıştı bile. "Duymuşsundur, iki gün önce doktor arkadaşımız tutuklandı" diye de ekledi.
Biraz daha genç olsam, dil bilsem, elimden gazetecilik dışında başka bir iş gelse ben de yaşamak üzere gider miydim yurt dışına? Son zamanlarda bu soruyu kendime sorarken yakalıyorum kendimi.
Bu sorunun boşuna olmadığını biliyorum elbette. Son birkaç yıl içinde uzak yakın onlarca tanıdığım insan Avrupa ülkelerine dağıldı, oralarda hayata tutunmaya ve burada yürüttükleri faaliyetleri oralarda sürdürmeye çalışıyorlar.
İnsanın sevdiklerini, içine doğup büyüdüğü dili, ezbere gezdiği sokakları bırakıp başka bir dünyada yaşamaya alışması kolay olmasa gerek. Bu zorluk hissinin peyda olmasında çok düşünmenin de payı vardır. Çok düşününce kaygıları da artıyor insanın. Belki de insanı baştan çıkarıp yollarla revan eden şarkıların, şiirlerin zamanı geride kaldı, kim bilir.
Burada şu soru da önem kazanıyor: Gidenler mi cesur, her türlü baskıya göğüs gerip memleketinde kalanlar mı?

***

Geçenlerde bir yerde okumuştum, yurt dışına çıkan doktor sayısının 2 bin 500 civarında olduğunu. Doktorluk gibi prestijli bir mesleğe sahip olsalar da yurt dışında yaşamak, meslek icra etmek onlar için de kolay olmamalı. Bazı gazetecilerin gittikleri ülkelerde mesleklerinden uzaklaşıp dönercilik yaptığını işitiyorum. Bu, elbette çok feci.
Avrupa’ya gidenlerin küçük bir kısmı ekonomik nedenlerle gidiyor. Diğerleri, yani büyük kısmı siyasi baskılardan, tutuklanma endişesinden, ülkenin yakın zamanda huzurlu bir yer olacağına dair besledikleri umudu yitirdikleri için gidiyorlar. En azından bölge illerinden edindiğim izlenim bu şekilde. Bir istatistik yok elbette ancak sokaklarda patır patır insanların öldürüldüğü 1990’lı yıllarda bile bu kadar yoğun bir göç yoktu Avrupa ülkelerine. Siyaset bilimciler, sosyologlar daha iyi bilir elbette ama bu yoğun göçün umudunu yitirmekle ilgili olduğunu düşünüyorum.

Siyasetçilerin, akademisyenlerin, sivil toplum örgütü temsilcilerinin bu kadar kolay hapsedildiği, insanların asgari ücrete şükreder hale getirildiği, doğasını korumaya çalışan insanların bozgunculukla suçlandığı, hırsızlık yapanların “çalıyor ama çalışıyor” cümlesiyle ödüllendirildiği bir yerde insanın başına her şey gelebilir.
Gazeteci meslektaşlarımı unutmadım. Onlarca gazeteci tutuklu ve her ay 70 civarında gazeteci attığı bir twitten ya da paylaştığı bir haberden dolayı hakim karşısına çıkıyor.
Bu düzenin iyi olmadığı apaçık ortada ve değişmeli. Bu düzen, "Bu düzen değişmeli" cümlesini kurarken insanın tedirgin olmayacağı bir yere evrilmeli.

***

Karamsar cümleler kurduğumun farkındayım. Bunun nedeni muhtemelen Meclis’te bütçe görüşmeleri tartışılırken ortaya saçılan manzaradır. Koca koca insanların birbirine çemkirmesi, muhatabının her cümlesinden nem kapıp ortalığı velveleye vermesi, hatibin cümlesini ters yüz etme yüzsüzlüğü göstermekte beis görmemesi bir medeniyet yoksunluğuna işaret ediyor. İktidardakilerin ayıplarını laf kalabalığıyla örtme gayreti, giderek muhalefet partisi milletvekilini hastanelik etme cüretine ulaşmış olması yeterince dehşet uyandırıcı bir olay olmalı. Bakın mesela eski futbolcu, AK Partili Alpay Özalan'ın Meclis’te sadece kavga varken ortaya çıkması enteresan değil mi?

Şu da var: Yaşım yettiği için eski genel başkanları tanıyorum ve örneğin hiç hazzetmediğim Süleyman Demirel’in Bülent Ecevit’e sokak ağzıyla hakaret ettiğini hatırlamıyorum. Sonra ne oluyor? Sonra bir genel başkan bıçaklanıyor. Bıçaklanan genel başkan hastaneden video paylaşıyor, bıçaklanma olayından sorumlu tuttuğu iktidarın başındakini ‘erkek’ olmaya davet ediyor. Burada aklıma Eduardo Galeano geliyor. Şöyle demişti: "Irkçılık ve maçoluk aynı çeşmelerden içiyor ve benzer sözcükleri tükürüyorlar.^"
Sonra işte, büyüklerin Meclis’te sarf ettiği şiddet dolu sözler, Erzurum’da çocukların akıl almaz bir vahşilikle arkadaşlarını darp etmesi şeklinde zuhur ediyor.

***

Öte yandan, dikkat etmişsinizdir, Meclis’teki bütçe görüşmeleri bir çeşit seçim propagandası şeklinde ilerliyor. Bütün partilerin Kürt sevgisini yarıştırması da bu nedenle olmalı. Ancak bu sevgi gösterisinde bir şuursuzluk seziliyor. Kürtlere duydukları sevgiyi dillerinden düşürmeden, HDP Milletvekili İmam Taşçıer’in Kürtçe konuşmasını engelleyebiliyorlar mesela. Yine HDP Milletvekili Remziye Tosun barış talep ederek başörtüsünü Meclis’te yere attı. Kıyamet koptu, Tosun’un kurmadığı cümleler üzerinden tartışmalar yaşandı.
Kürt sevgisi yarıştırılırken "Kobanî bitti" bu arada. Olsun, Kobanî uzayda bir yer, terörist dediğin de uzaylı işgalciler zaten. Kürtlere nesi?
Bunca şuursuzluk içinde "Tımarhanede bugün" diye gülüp geçemiyor insan. Çok anlamlı ve yaratıcı bir karamsarlık insanın bütün hücrelerine yerleşiveriyor.

***

Toplumsal huzursuzluğun arşa ulaştığı şu günlerde karamsarlıktaki yaratıcılığa hâlâ inanıyorum. İnsanların sersemlemiş olsa da ferasetine güveniyorum. Burada ya da diasporada sergilenen mücadele potansiyelinin daha büyük olduğuna ve eninde sonunda bütün gücüyle ortaya çıkacağına inanacak kadar karamsarım. İflah olmaz bir romantik de olabilirim çünkü hâlâ "motorları maviliklere süreceğiz çocuklar" (Nâzım Hikmet-Nikbinlik) demek bile heyecanlandırıyor beni ve bundan asla şikayetçi değilim.
Memleketi terk eden dostlara da şunu demek isterim: Gittiğiniz yerde iyi olun, belki bir gün bir şarkının peşine takılır, mücadele ettiğiniz yerde buluşuruz.


Vecdi Erbay Kimdir?

Mardin, Şenyurt doğumlu. Üniversite eğitimini tamamlayamadı. Çeşitli dergilerde yazıları, şiirleri, öyküleri yayımlandı. On yıla yakın bir süre Özgür Gündem gazetesinin kültür sanat editörlüğünü üstlendi. Çeşitli yayınevlerinde çalıştı. Yayımlanmış iki şiir kitabı var: Kuşkular Zamanı (Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 1997), Yaz Sayıklamaları (Piya Kitaplığı, 2003). Öykü kitabı Masalın Ölümü, 2006 yılında Agora Kitaplığı'ndan çıktı. İnatçı Bir Bahar-Kürtçe ve Kürtçe Edebiyat derleme kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan 2012’de çıktı. Şiir: Görülmüştür, Türkiye Barışını Arıyor, General Electric -Halil İncesu karikatür albümü yayıma hazırladığı kitaplardan birkaçı. Diyarbakır'da yaşıyor ve Gazete Duvar bölge temsilcisi olarak çalışıyor.