Karanfilli yazı
Unamuno’nun şu sözlerini tekrar ettim bir kere: “Tanrım benden günün ayrıntılarını esirgeme.” Payıma öyle çileli bir ayrıntı düştü ki, mevzu ta 1945’te kurulan Saygısızlıkla Savaş Derneği’ne, Çilingir Rıza’ya, bir klima ünitesine hatta Yerçekimli Karanfil’e dek uzanıyor.
“Tanrım benden günün ayrıntılarını esirgeme.”
Haldun Taner’in 1976 yılında kaleme aldığı “Yaşayanlar ve Yaşadığını Sananlar” adlı yazısında karşılaştım meşhur Sis romanının yazarı Miguel de Unamuno’nun duasıyla. Sis’i üniversite birinci sınıfta okumuştum. Ancak romanla ilgili ayrıntıları geri çağırdığımda sisler ardındaydı her şey. O günlerde, gözlerimi satırlarda sadece gezdirdiğimle yüzleşmek zorunda kaldım.
Yüzleşmenin peşi sıra pek de hoş olmayan bir ayrıntı belirdi. “Tanrım benden günün ayrıntılarını esirgeme” cümlesini tekrar eder etmez hem de, pes! Çirkinlikte korna sesiyle yarışabilecek tuhaf bir gürültü. Sanki bir teneke parçasını duvara sürtüp duruyorlar. Tam da bu yazıyı yazmam gereken gün. Hayatımda ilk kez kabul olan duam için Unamuno’ya içten ve de sitemli bir selam yolladım.
Payıma düşen günün ayrıntısı buydu madem, çekilecekti bu çirkin sesli çile. Unamuno’nun cümlesinin devamını okudum: “O benim günlük ekmeğimdir. Onu bana ver. Biz insanlar büyük acılardan ve sevinçlerden aklımızı kaçırmıyorsak, bunları küçük olayların, küçük oyalantıların sisi içinde yaşadığımız içindir. Yaşam işte budur, bu sistir.”
Şimdi biraz sakinlemiştim. Çünkü haklıydı İspanyol yazar. Dışarıdaki, Türkiye’deki adaletsizliklerle, yolsuzluklarla boğulmamak için belki de bu sese sarılmalıydım. Ama malum, böyle çirkin bir gürültüyü kim gözleri kapalı dinleyip oyalanmak ister! O yüzden Haldun Taner’in düzyazılarına göz atmaya devam etmeye karar verdim. Ancak satırlar boş vagonlar gibi akıp geçiyordu gözümün önünden. Sonunda “İyi de neyin sesi bu be kardeşim!” diyerek isyan edip sesin merkezini keşif için pencereye çıktım. Kulaklarımı, gözlerimi iyice açtım. Günlük ekmeğimin peşindeydim. Daha az zahmetli olamazdı zaten şu ekmek. Camları açık pencerelerde gezdirdim bakışlarımı. Kim bilir kim içeride saçma sapan bir şey yapıyor da sokağa taşıyor sesi? Kuş olsa benim kadar oyalanmazdı o pencerelerle. Hepsinin ardı sessizdi. Günahlarını aldım evlerdekilerin. Çatılara diktim gözümü. Asayiş berkemal. Sorunu uzaklarda arama demişler. Şu karşı apartmana bir bakayım diye düşünürken... Bingo! O tuhaf gürültü taht kurmuş karşımda oturuyor. Tam göz hizamda. Klima ünitesinin içindeki pervane döndükçe bir yerlere sürtüyor. Komşunun perdesi açık. İçeride bir adam sağa sola yürüyerek telefonla konuşuyor. Ellerimi sallayarak dikkatini çekmeye çalışıyorum. Yok, hiç oralı değil. Israrcı bir vale gibiyim bu kez. İki kolumla daire çizerek kendimi göstermeye çalışıyorum. Adamın değil ama kedisinin dikkatini çekmeyi başarıyorum. Pencereye sıçrıyor, bakışıyoruz. Camın ardından birkaç toz, sinek yakalamaya çalışıyor. Maharetli patileri şu klimanın kumandasına bir dokunsa, diye geçiriyorum içimden. Onunla tanıştığıma memnun, adama sesimi duyuramamaktan üzgün, giriyorum içeriye.
Haldun Taner okumaya devam. Sıradaki yazı manidar. Taner, Profesör Zeki Zeren’in kurduğu Saygısızlıkla Savaş Derneği’nden bahsediyor. Bu kadar olur! Bir kurtuluş reçetesi bulur muyum diye dört göz atılıyorum satırlara. Derken acı gerçekler... “Büyük bir inançla giriştikleri bu savaştan, ne yazık ki, bir müddet sonra pes edip beyaz bayrakla çıkmak zorunda kaldılar.”
Ayrıntıları merak edip derneği araştırmaya başlıyorum. 1945’te kurulmuş. Amacı “İstanbul şehrinde ileri, medeni bir şehir topluluğu yaşayışının gerektirdiği karşılıklı saygı adabını kökleştirmek ve yaymak için çalışmak”mış. Afişini efsanevi grafik sanatçımız İhap Hulusi yapmış. Dernek kendini 1952’de feshetmiş.
Tüm bunları bilgisayar ekranından okurken, günümün ayrıntısı, “günlük ekmeğim”, çirkin ses devam ediyor fonda. Göz ucuyla dışarı bakıyorum, komşu adam telefonla konuşmaya devam ediyor. Kedisi pencerede değil.
Amma dağıldım, okuyup bitiremedim şu denemeyi! Taner’in satırlarına cumburlop yeniden. Yok artık! İşte memleketin reçetesi karşımda. Gel gör ki uygulamam imkânsız. Haldun Taner, Çilingir Rıza’dan bahsediyor. Mevzu bahis kişinin saygısızlıkla mücadelesi derneğinkine benzemiyor. Bizimki gibi ülkelerde her zaman işleyen bir usulü var Çilingir Rıza’nın. Evet, tahmin ettiniz; sopa usulü. Karşısındakine çatan kazanır!
Zaten tüm kıstırılmışlığımız, geçmez can sıkıntımız Çilingir Rızaların çoğaldığı bir yerde yaşamaktan değil mi! Kendi kanununu koyanların, kanun bilmezlerin, saygısızların kulaklarını çınlatıyorum. Köşedeki çiçekçiyi arayıp klimasever komşuma da bir demet karanfil gönderiyorum. Edip Cansever’in hatırına. Elbette “yerçekimli karanfil”.
Ufak bir notla:
Klima üniteniz sizlere ömür. Çıkardığı sesleri duymayıp onu ölüme terk ettiniz. Son görevinizi yapıp karanfilleri üzerine bırakın lütfen. “Derken karanfil elden ele.” Kedinize sevgiler.
Komşunuz
NOTLAR
Haldun Taner’in düzyazılarının derlemeleri Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanıyor. Tuncay Birkan’ın derlediği Tek İnsanın Değeri o kitaplardan biri. Yazıda bahsi geçen “Yaşayanlar ve Yaşadığını Sananlar” ve “İçerdekiler, Dışarıdakiler” adlı denemeler bu kitapta yer alıyor.
Miguel de Unamuno’nun Sis romanının Behçet Necatigil çevirisiyle Can Yayınları’ndan, Yıldız Ersoy Canpolat çevirisiyle Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan, Gökhan Aksay çevirisiyle Oldivo Kitap tarafından yayımlandığını hatırlatayım.
Edip Cansever’in Yerçekimli Karanfil’ini okumak için sebebe gerek var mı! Kitabı Yapı Kredi Yayınları basıyor.