Karanlıkların Hükümdarı: Cercas'ın 'kurmaca olmayan roman'ı
'Karanlıkların Hükümdarı'nda, 'Salamina Askerleri'nden on beş sene sonra yeniden İspanya İç Savaşı’nı mesele ediyor Cercas. Bilindiği üzere, bu romanı yazar olmaya karar verdiğinden beri planlıyormuş.
Ekim ayını bitirmeden Everest Yayınları tarafından bir Javier Cercas yapıtıyla daha buluşturulduk: 'Karanlıkların Hükümdarı'. Kitabın Türkçe çevirisi alıştığımız üzere Gökhan Aksay’a ait. Cercas, biraz da Gökhan Aksay demek oldu bizler için. Daha evvel 'Sahtekâr' (1) ve 'Işığın Hızı' (2) için kaleme aldığım yazılarda üzerinde durmuştum bunun. Ki önümüzdeki günlerde Gökhan Aksay’ın Türkçesiyle bir Cercas yapıtının daha yayımlanacağını söylememde sakınca yok: Yazarın Türkiye’deki okur kitlesince en çok beklenen kitaplarından 'Bir Anın Anatomisi'. Türkçede bir Cercas külliyatı oluşması için yıllardır emek veren Aksay’a, bu yazıda da bir okur olarak teşekkürlerimi sunmak isterim.
Javier Cercas’ı 'Salamina Askerleri'yle tanıdık. 'Sahtekâr' ise yazarın yeniden gündeme gelmesini sağladı, desem yanlış olmaz zannederim. Hatta Cercas’ı 'Sahtekâr'la birlikte keşfeden ve yazarın Türkçede yayımlanmış ilk kitabı olma özelliğini taşıyan, on dört dile çevrilmiş 'Salamina Askerleri'nden böylece haberdar olan okurların sayısı da azımsanabilecek gibi değil.
Cercas, çağdaş dünya edebiyatının kuvvetli isimlerinden biri ve uzun yıllar bulunduğu konumu koruyacağa benziyor. “Cercas tarzı” olarak niteleyebileceğimiz bir yazma stiline sahip olması, onun, İspanyol edebiyatının özgün kalemleri arasında zikredilmesini sağlıyor. “Cercas tarzı” diyerek kastettiğim şey, yazarın kişisel olanı toplumsal olana, toplumsal olanıysa evrensel olana dönüştürmesi; kişisel tarihle toplumların tarihi/kişisel bellekle toplumsal bellek arasında bir köprü kurması. Cercas’ın en kuvvetli yanı, “görme/görebilme” ve gördüğünü nasıl aktaracağını bilme kabiliyeti. Örneğin 'Sahtekâr'da, halka mal olmuş bir ismin hikâyesinin perde arkasındakileri görmüş ve “giz”i metninin en önemli öğesi haline getirerek, okuru da gerilime dahil ederek, hikâyeyi görünür ve ilgi çekici kılmıştı. 'Işığın Hızı'nda ise, halka mal olmuş bir ismi değil (yoksa tam da halka mal olmuş bir ismi mi?!), hayalleri olan bir gencin yazarlık yolundaki serüvenini anlatmış fakat bunu hem kafa karışıklıkları yaratarak hem de hikâyenin orta yerine başka bir ismi -Rodney Falk’u- yerleştirerek yapmıştı; biyografik/otobiyografik nitelikleri baskın metinlerin alışılmış ifade tarzından sıyrılarak sınırları genişletmişti. Böylece kitabı, bu tarzda kaleme alınmış, o sıkıcı atmosferde var olan metinler kervanına dahil olmadı.
“Cercas tarzı” kavramının içini doldururken, görme ve aktarma kabiliyetinin yanına, Cercas metinlerinde “leitmotiv” haline gelen meseleleri de eklemek gerek. En başta da kurmaca-gerçeklik ilişkisini. Cercas, bu ilişkiyi didikleyen, onunla uğraşmayı seven yazarlardan; çoğu zaman uçlarda geziyor ve kurmacanın sınırlarını zorluyor. Anı, otobiyografi, biyografi, “otokurmaca” vs. hangi türe dahil edilirse edilsin, tam da bu nedenle onun kimi yapıtları için “kurgu dışı” yahut “kurgusal/kurmaca olmayan roman” tabiri kullanılmakta. 'Karanlıkların Hükümdarı' bu yapıtların başında geliyor çünkü bizzat Cercas tarafından “kurmaca olmayan roman” şeklinde tanımlanmakta. Bir röportajında, kitabını niçin “kurmaca olmayan roman” olarak tanımladığı sorulduğunda, yalnızca şöyle diyor: Niçin “kurmaca olmayan” olmasın? (3)
GERÇEKLİK-KURMACA İLİŞKİSİNDE 'CERCAS TARZI'
'Karanlıkların Hükümdarı'nda, 'Salamina Askerleri'nden on beş sene sonra yeniden İspanya İç Savaşı’nı mesele ediyor Cercas. Bilindiği üzere, bu romanı yazar olmaya karar verdiğinden beri planlıyormuş. Peki, yine “Cercas tarzı”yla mı? Elbette. Cercas, 'Karanlıkların Hükümdarı'nda, kişisel tarihini toplumsal tarihle kavuşturmayı bir defa daha başarıyor ve ailesinin geçmişindeki karanlıklardan ilhamla, annesinin amcası Manuel Mena’nın hikâyesini bu defa “kendisi” anlatmak istiyor. Çünkü çocukluğundan beri, farklı zaman ve mekânlarda, farklı aile üyelerinden dinlemiş onun hikâyesini -muhtemelen hikâyenin farklı varyasyonlarını da-. Şimdi söz sırası Cercas’ta ve Cercas tarzında.
Koyu bir Frankocu olan Manuel Mena, henüz 19 yaşında yitirmiş yaşamını. Ebro Çatışması’nda, İç Savaş’ın sonlarına yakın. Aslında bu bilgi bile hikâyesini dikkate değer kılıyor; genç yaşına sığdırdıkları sebebiyle, senelerce ailenin “kahraman subayı” olarak anıldığı tahmin edilebilir. Cercas’ın bu hikâyeyi kendince anlatmaya karar veriş sürecini anlattığı satırlar da dikkate değer. Mena’nın hikâyesi için “efsane” kelimesini kullanmayı tercih ediyor yazar. Anlatıla anlatıla “efsaneleşmiş” olduğunun vurgusu olarak yorumlanabilir bu. Öte yandan, hikâyede abartılan unsurlar olduğuna ve bazı eksiklerin anlatan kişi tarafından doldurulduğuna işaret ettiğini söylemek mümkün. Nihayetinde, benzer çıkarımlara varacağımıza inanıyorum.
“Onun hikâyesini, daha doğrusu o efsaneyi çocukluğumdan bu yana defalarca anlattılar bana. Öyle ki, yazar olmadan önce, onun hakkında bir kitap yazmam gerektiğini düşünürdüm. Ama yazar olur olmaz, Manuel Mena’nın, aileden kalan sorunlu mirasın mükemmel bir temsilcisi olduğunu düşündüğüm için, bu fikri ıskartaya çıkardım. Onun hikâyesini anlatarak yalnızca onun değil, aynı zamanda bana fazlasıyla utanç veren ailemin siyasal geçmişinin de sorumluluğunu üstlenmiş olacaktım; öyle hissediyordum.” (4)
Bu satırların devamında gerçeklik-kurmaca ilişkisine değiniyor Cercas. Mena’nın hikâyesindeki boşlukları doldururken gerçekliğe sıkı sıkıya bağlı mı kalmalıydı, yoksa gerçeklikle kurmacayı harmanlamalı mıydı? Bir üçüncü seçenek olarak: Sonunda herkesin gerçek olduğunu düşüneceği fakat gerçekten büsbütün bağımsız bir kurmaca mı yaratmalıydı? Gerçeklik meselesi, bana “Çağımızın Don Quijote”si tanımlamasıyla hakkında söz söylediğim 'Sahtekâr'daki cümlelerini hatırlattı. “Kurmaca bir hayat” yaşayan Enric Marco’nun “gerçek” hikâyesini anlattığı kitabında şöyle diyordu Cercas: “Ya gerçeklik? Gerçeklik, Marco’nun biyografisini soğanın kabuğu misali kat kat soyarken keşfettiğim üzere, bu yalan silsilesinin doğrularla yoğrulmuş olduğudur.” (5) Enric Marco’nun geçmişini kurmacadan arındırma niyetiyle yola çıkıp, kendi tabiriyle, bir soğanın kabuğunu soyar gibi yapmıştır bunu. Yahut 'Işığın Hızı'nda aynı meseleyi farklı bir yöntemle ele almıştır. Başkişi konumundaki anlatıcıya, henüz kitabın başında, “yalancı bir hayat” sürdürdüğünü söyletmiştir, “sahici olanından gerçek olsa da gözlerden uzak bir hayat”. Ve -anlatıcı- ünlü bir yazar olduğunda, yazmayı arzuladığı Rodney’in hikâyesini hakkıyla anlatabilmesi için, hikâyede karanlık kalan kısımları aydınlatmak zorunda olduğunu düşünmüştür.
Aslında 'Karanlıklar Hükümdarı'nı yazmaya karar verişini anlattığı satırlar da 'Sahtekâr'a götürdü beni. Hatırlamakta fayda var:
“Bu kitabı yazmak istemiyordum. Neden yazmak istemediğimi de tam olarak bilmiyordum (...) Sonunda bu kitabı unutamamış olsam da, bu süre boyunca başka iki kitap yazdım. Aslına bakarsanız, o iki kitabı yazarken, bir anlamda bu kitabı da yazıyordum. Belki de, bir anlamda, bu kitap beni yazıyordu.” (6)
GÜVENİLMEZ EFSANELER, GÜVENİLİR GERÇEKLER
Cercas, 'Salamina Askerleri' ve 'Sahtekâr'da, İspanya’nın geçmişine ayna tuttu, ülkenin sürüklendiği kaosu araştırdı; 'Karanlıkların Hükümdarı'nın gayesi ise yalnızca benzer bir araştırma değil, aynı zamanda yazarın ailesinin ve Mena’nın dokunaklı anılarını aktarmak. Her ne kadar kendisini metne dahil ederek kurguya bir kapı aralasa da, bu aktarım için mutlaka kurgunun ötesine geçmek gerekiyor. Manuel Mena hakkında bulabileceği her şeyi bulmaya adıyor kendini. Bunun kolay bir iş olduğunu söylemek mümkün değil. Mena’nın askerlik yaşamının ilk anılarından son anılarına değin hayal ediyor Cercas. Hayal ederek var ediyor.
Sağcılar, solcular; Frankocular, Cumhuriyetçiler; Falanjizm, idealizm… Cercas’ın diğer metinlerinden alışık olduğumuz terimler, “Karanlıkların Hükümdarı”nda da yer alıyor. Türkçe çevirisinin yayımlanacağını haber verdiğim “Bir Anın Anatomisi”nin konusu da yine İspanya tarihinden: 1981 yılındaki darbe girişimi. Yazarın külliyatına hâkim okurlar Cercas’ın aynı meselelerin etrafında dönüp durduğunu, İspanya’nın belleğini -özellikle İç Savaş’ı- dert edindiğini, dolayısıyla benzer metinler ortaya koyduğunu düşünebilir belki. Fakat bu noktada, Cercas’a özgünlüğünü verenin, benzer meseleleri farklı zarflarla sunması olduğunu yineleyebilirim. Kitabın savaşa dönük yüzüne gelirsek… Gencecik insanların savaş uğruna yitirilmesi elbette her zaman çok acı. O zamandan bu zamana değişen bir şey yok; gerçek gün gibi ortada ve herkes için aynı, onu görmek söz konusu olduğunda sağcı yahut solcu olmanın bir anlamı yok. Öte yandan, Cercas ve Mena ilişkisinde karşıt görüşlerin çarpıştığını görüyoruz. Cercas, ailesinin Mena’yı bir kahraman olarak anlattığını, dolayısıyla “Frankocu” olduklarını söylüyor. Bu durumda, Mena’nın, ailenin Frankoculuğunun simgesi olduğunu söyleyebiliriz. Cercas bu durumu kendisi için bir utanç, bir yük olarak görmüş; aslında “yazarak” omuzlarındaki yükü hafiflettiğini de söyleyebiliriz.
Birkaç yerde karşılaştığım bir anekdotu paylaşmam yerinde olur. Yazar ve film yapımcısı David Trueba ile arkadaşı Cercas arasında -Mena hakkında konuşurlarken- şöyle bir diyalog geçmiş: Trueba, “ailesinin kahramanının bir Frankocu olduğu gerçeğini gizlemek için, Salamina Askerleri’nde Cumhuriyetçi bir kahraman icat ettiğini” söylüyor. Cercas ise cevap verirken, savunmacı bir tavırla, onun “daha çok bir Falanjist’e benzediğini” söylüyor.
“Manolo Amca vatan için ölmedi, anne. Seni, babaannen Carolina’yı, senin aileni savunmak için ölmedi. (…) Kendi çıkarlarını savunduğu yanılsamasını yaratarak kandırdılar onu. Aslında ötekilerin çıkarlarını savunuyordu. Hayatını kendi çıkarları için ortaya koyduğunu sanıyor ama aslında diğerlerinin çıkarları için tehlikeye atıyordu.” (7)
Son olarak, yazar-metin-okur üçgeni sınırlarında bir yorum getirirsek, 'Karanlıkların Hükümdarı'yla birlikte Cercas’ın, okuruna her ülkenin, her toplumun, her ailenin -dolayısıyla her bireyin- geçmişiyle problemleri olduğunu hatırlattığı ve okurunu, bu bağı unutursa, aynı hataları tekrar tekrar yapma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu konusunda uyardığı sonucuna varabiliriz. Bir anlamda, hem yaşayarak hatırlıyoruz hem de hatırlayarak yaşatıyoruz.
Efsaneler güvenilmezdir fakat gerçekler güvenilirdir. Güvenilir oldukları kadar acımasızdırlar da: Manuel Mena, bir hiç uğruna yaşamını yitirdi.
Notlar
- “Çağımızın Don Quijote’si: Sahtekâr”, bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/kitap/2020/09/10/cagimizin-don-quijotesi-sahtekar
- “Javier Cercas külliyatına nitelikli bir katkı: Işığın Hızı”, bkz. https://www.gazeteduvar.com.tr/javier-cercas-kulliyatina-nitelikli-bir-katki-isigin-hizi-haber-1509940
- Bkz. https://www.npr.org/2020/01/18/797229989/javier-cercas-on-lord-of-all-the-dead
- Karanlıkların Hükümdarı, Javier Cercas, çev. Gökhan Aksay, Everest Yayınları, 2021, s. 12.
- Sahtekâr, Javier Cercas, çev. Gökhan Aksay, Everest Yayınları, 2020, s. 105.
- Sahtekâr, Javier Cercas, çev. Gökhan Aksay, Everest Yayınları, 2020, s. 11.
- Karanlıkların Hükümdarı, Javier Cercas, çev. Gökhan Aksay, Everest Yayınları, 2021, s. 261.