Kasım beyin gecesi

Ev yapmak istediği yer gözünde kararır. Ölen kişiyle birlikte tüm hayalleri de ölür. Ve onca yer varken insan neden gidip kıraç ve gözden uzakta bir yerde intihar eder diyip bahtsızlığına yanar.

Kasım beyin gecesi
Fotoğraf: MA
Google Haberlere Abone ol

Öncelikle herkese merhabalar. Bu kış kurak geçen bir kış. Düşünün kışın ortasındayız ama hava güneşli. Hava güneşli ama kuru bir soğuk var. Poyraz rüzgarı kemiklerimizi sızlattı. Büyüklerimiz bu rüzgar estiğinde üç gün ya da yedi gün sürer derlerdi. Ama bu yıl hiç durmadı. Bende kuru soğuk var ama hava açık deyip hafta sonu ne zamandır gitmediğim Diyarbakır’a gitmeye karar verdim. Cuma günü iş çıkışı Mardin'den Diyarbakır’a doğru yol aldım. Diyarbakır’a vardığımda kara bulutların gürlemesiyle karşılaştım.

Tedirgin olsam da yağış beklemiyordum. Ama ertesi gün sanki aylardır yağmamanın hıncını alıyormuşçasına bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Kendi kendime ulan ne şansız herifsin sen dedim. Aylardır yağmayan yağmur adeta senin Diyarbakır’a gelişini bekliyormuş dedim. Çünkü bu yağmurda ne dışarı gezmeğe çıkabiliyorsun nede bir arkadaşınla görüşebiliyorsun. Bu kadar da bahtsız olunmaz diye söylenip durdum. Tek umudum yağmurun durulmasıydı. Bir müddet sonra yağmur durulmaya başladı. Bende bu anı beklediğimden hemen kendimi dışarı attım ve arkadaşımla görüşeceğimiz mekana doğru hızla yol aldım.

Arkadaşım yazardı ve son çıkan Kürtçe “Katip û Kûçik” öykü kitabını bana imzalayıp hediye etti. Uzun bir sohbetten sonra başka bir işi için izin isteyip gitti. Bende kitabından birkaç öykü okuyup öyle kalkarım diyip kitabı açıp okumaya başladım. Arkadaşım esasen şair olduğundan her öyküsü şiir tadındaydı. Bir kaç öyküsünü okurum diye açtığım kitaptan başımı kaldıramadım. Yazarın öyküleri genellikle Diyarbakır'da geçiyordu. Ve öykülerinde Diyarbakır’ın hanlarını, konaklarını ve orda yaşanmış olayları öyle akıcı bir dille okuyucusuna aktarıyordu ki bir sonraki öyküyü okumak için sabırsızlanıyordum. Öykülerinde geçen olayları okuyunca Diyarbakır'da bilmediğimiz saklı bir tarihin olduğunun farkına varıyor insan.

Dağ Kapı Meydanı'nın sadece bir meydan olmadığını, han ve konaklarının taşlarla örülmüş sıradan birer bir yapı olmadıklarını bize o yalın diliyle anlatıyor. Çoğu öyküde anlattığı mekanlarda geçen yaşanmış acı olaylar insanı efkarlandırıyor. Ama benim en çok sevdiğim Kasım Beyin Gecesi öyküsü oldu. Kasın Bey bahtsız bir adamdı ve kendimle özdeşleştirdim. Çünkü bende elimi neye atsam kuruyor ve işlerim ters gidiyor. Kasım Bey de bir gün şehirden köyüne dönecek olursa köyün dışındaki kıraç ve taşlık olan ve sadece bir Dağdağan ağacının bulundu tepelikte ev yapmayı düşünüyordu. Bunu annesine de anlatmıştı. Ve bir gece her şey alt üst oluyordu Kasım Bey için.

Gecenin bir yarısı Kasım Beyin telefonu durmadan çalar. Yarı uykulu telefonu açınca annesi ona; o kıraç ve taşlık yerde hiç kimsenin tanımadığı yabancı birinin iple kendini o dağdağan ağacına astığını söyleyip telefonu kapatıyor. Ev yapmak istediği yer gözünde kararır. Ölen kişiyle birlikte tüm hayalleri de ölür. Ve onca yer varken insan neden gidip kıraç ve gözden uzakta bir yerde intihar eder diyip bahtsızlığına yanar. Kasım Beyin bahtsızlığını okuyunca aynı ben gibi bahtsız biri dedim. Başta da anlatmıştım. Aylarca yağmayan yağmur ben Diyarbakır’a birkaç  günlüğüne geldiğimde durmak bilmemişti. Bu bahtsızlıktan dolayı en çok Kasım Bey öyküsünü sevdim. Kendimi buldum diyebilirim. 

Sonunda kitabi bitirmiştim. Ve ne hikmetse yağmurda durulmuştu. Ben de çok oturduğumdan hava soğukta olsa biraz yürümek istedim. Mekandan çıkınca aklımda öykü kitabındaki olaylar ve tabi ki Kasım Bey vardı. O düşüncelerle yürüyordum. Sonra birden bir arabanın fren sesi ve uzun korna sesiyle irkildim. Meğer aklımdaki düşüncelerden yolun ortasında yürümüş ve gelen arabayı fark etmemişim. Arabanın şoförü camdan başını uzatıp ve Diyarbakır şivesiyle bana: "Abe heyran aşıksan?" dedi. Ben de gülerek: Evet aşığım. Ben bu şehre aşığım dedim.