Kasvetli öykülerden bir derleme: 'Lanetli Tavşan'
Chung’un öykülerinde mutlu son yoktur. Tutunamayan kahramanları tekinsiz mekânlarda tekinsiz varlıklarla birlikteyken denizde boğulmaya çalışan birinin başkasını boğması gibi kendilerini tüketirler.
Güney Koreli yazar Bora Chung’un 2022 Uluslararası Booker Ödülü Adayı olan 'Lanetli Tavşan' isimli öykü kitabı, Sevda Kul çevirisiyle İthaki Yayınları tarafından yayımlandı. Gotik edebiyatın modern örnekleri sayılabilecek gerilim dolu anlatılar bir taraftan “mutlu son yoktur” önermesini ortaya koyarken, öbür taraftan ümitli bir teselli sızdırmakta.
Bora Chung, Yale Üniversitesi'nde Rusça ve Doğu Avrupa üzerine yüksek lisans yaptıktan sonra doktora eğitimini Indiana Üniversitesi'nde Slav edebiyatı üzerine tamamladı. Şu an Yonsei Üniversitesi'nde Rus dili ve edebiyatı dersleriyle birlikte bilim kurgu derslerini yürüten yazar, Rusça ve Lehçe eserleri Korece’ye çevirmekte. Üç romanı ve üç öykü kitabı olan yazarın dikkat çeken kitaplarından 'Lanetli Tavşan' ise Sevda Kul’un çevrisiyle İthaki Yayınları etiketiyle ilk defa Türkçede. Chung’un farklı mecralarda yayımlanan öykülerinden seçilenlerin bir araya geldiği bu “kasvetli derleme” birbirinden bağımsız on öyküden mürekkep. Öykülerin hepsi tekinsiz, gerilim dolu, esrarlı, korkutucu ve şaşırtıcı. Bu özellikleriyle kitabı Gotik edebiyatın modern bir mahsulü olarak görmek mümkün. Adını Avrupa’nın meşhur barbar kavmi Gotlardan alan bu sanat dalı, başta resim ve mimaride, ardından ise 18. yüzyılda edebiyatta ilk nüvelerini vermiş. Merceğini hayaletlere, delilere, canavarlara, karanlığa çeviren bu tür, edebiyatın asli işlevlerinden korkutma ve şaşırtma tesirlerine ağırlık vermekte. Chung’un derlemesine baktığımızda ise daha ilk öyküden bu özellikleri görmek mümkün. Kitaba adını veren ilk öykü "Lanetli Tavşan", ata mesleği olarak lanetli eşya yapan bir ailedeki dede-torun diyaloğunu konu edinmiş. Lanetli eşyaların kişisel kullanım için yapılmaması aile kuralı olsa da kural, dede tarafından bozulmuş. Zira, dürüst, çalışkan ve erdemli olan çocukluk arkadaşının hayatı hileyle iftirayla tekel olmaya çalışan bir şirket yüzünden mahvolmuş. Ancak her ne kadar şirketin başındakileri hedef alan lanetli tavşanla adalet tesis edilmiş gibi gözükse de öyküdeki şu pasaja kulak vermekte fayda var:
“Bir Japon atasözü der ki, ‘Birine lanet etmeden önce iki mezar kaz.’ Yani başkalarını lanetlerseniz sonunda mezara giren diğer kişi siz olursunuz.” (s.24)
İkinci öykü ise “Kafa” başlığını taşımakta. Öznel bir yorum yapmak gerekirse kurgu ve özgünlük açısından bir okur olarak beni en çok etkileyen öykü olduğunu söyleyebilirim. Öykü, klozetten “Anne!” diye seslenen şekilsiz bir kafanın çıkmasıyla başlıyor. Kadının klozete düşürdükleriyle var olan kafa, belli bir müddet sonra kadını rahatsız etmeye başlayınca onu iki defa öldürmeye çalışıyor. Ancak kafa, her seferinde onu klozete atacak birini bularak yaşamayı sürdürüyor. Zaman içerisinde, eksik dokularını tamamlayan kafa, kadının gençliğine dönüşüyor.
“Kadın karşısındaki genç yüze ve vücuda baktı. Rahim ya da göbek bağıyla değil, kalın bağırsak ve dışkı yoluyla kendisinden doğan bu varlık, beyaz klozetin dibindeki kara delikte saklanarak yıllarca kendisine eziyet ettikten sonra nihayet gidecekti.” (s.39)
“Soğuk Parmaklar” isimli öyküde yaptığı kaza sonucu bataklığa saplanmış arabasında uyanan bir kadın görüyoruz. Kadın gözlerini açtığında ise hayatta kalmak için sonradan fark edeceği üzere konuşan bir elin söylediklerini yapıyor. Ancak bu ses, o kadar da güvenilir değil:
“Biraz ilgili davrandı diye nereden çıktığı bile belli olma yan bir sesin peşinden bilinmeyene doğru gidiyorlar.” (s.54)
Korece, diğer anlamı “regl” olan “Bedenleşme” isimli öyküde ise âdet döngüsü bozulan bir kadının doktor tavsiyesiyle doğum kontrol hapı kullanması, doktoru dinlemeyip uzun süre kullandığı bu haplar yüzünden cinsel ilişkiye girmese dahi hamile kalması anlatılmakta. Ancak fetüsün sorunsuz doğabilmesi için doktor, “Tavukların döllenmiş ve döllenmemiş yumurtaları arasındaki farkı biliyorsunuz değil mi? Sizin durumunuzda da aynı şey geçerli” diyerek kadından çocuğuna baba bulmasını istiyor. Bunun için gazeteye ilan verilse dahi “çocuğuna baba bulamayan” kadının doğumunu yine şaşırtıcı ve ürkütücü bir son bekliyor.
Sonraki öyküler ise “Elveda Sevgilim” ve “Kapan” başlıklarını taşımakta. İlkinde “yapay arkadaş” olan robotlar üreten bir kadının “ilk göz ağrısı” olan Model-1 ile ilişkisi anlatılırken gerilim unsuru olarak teknoloji karşımıza çıkıyor. İkincisinde ise kapana yakalanmış bir tilkiyle karşılaşan adam, hayvanın kanının altın damlası olduğunu fark edince onu hapsedip, senelerce zorla yaşatarak zengin oluyor. Tilki ölünce ise mazlumun intikamı başlıyor…
“Yara İzleri” öyküsüne gelirsek, kitabın elli sayfaya yakın olan en uzun metni. Öte yandan modern zamanlarda geçmeyen iki öyküden biri. Bir canavar tarafından mağarada tutulan çocuk, delikanlılık çağına gelince bir şekilde mağaradan kaçtıktan sonra köye iniyor. Köyde de tıpkı mağarada olduğu gibi onu ahırda zincire vurmakla kalmayıp hem hayvanlarla hem de insanlarla dövüştürüyorlar. Bu yüzden oradan da kaçması gerektiğini anlayan delikanlının varoluş mücadelesini okuyoruz. Çocuğun insan-hayvan arasındaki varlığı, canavar ile köydeki insanlar üzerinden insan-hayvan çatışmasının ortaya konulması öykünün dikkat çeken özelliklerinden:
“Vahşi hayvanlar başka bir canlıyı yakaladıklarında ellerinde yalnızca iki seçenek olur; ya öldürürsün ya da öldürülürsün. Onlar tarafından öldürülme ihtimalini kaldırdıkları sürece avlarının ne hissettiklerini umursamazlar, mücadeleyi kazanmaları başlı başına tatmin olmaları için yeterli bir sebeptir.” (s.156)
Modern zamanlarda geçmeyen bir diğer öykü ise “Rüzgârın ve Kumların Hükümdarı” adında. Bu öyküde insan açgözlülüğünün sebep olduğu laneti görmekteyiz.
“Evim Güzel Evim” ve “Vuslat” öyküleri de tıpkı ilk öykü gibi hayaletlerin yer aldığı öyküler. Bu metinlerde gerçek ve hayal, insan ve hayalet arasındaki fark oldukça belirsiz, tıpkı çoğu öyküde cinsiyetlerin de zar zor ayırt edilmesi yahut belirsiz kılınması gibi.
Yazılanlara bakılırsa yazarın uzmanlık alanı olan Slav edebiyatından çokça malzeme topladığı, bilhassa da halk öykülerinden etkilendiği görülebilir. Ancak bu malzeme öykülerin fonuna çeşni katmak için sadece. Müstakil öykülere bütünsel bakıldığında bütün karakterler dünyayı olduğu gibi göremeyen, hayata özgü hıza ayak uyduramayan, bireysel ilişkilerde tutunamayan kişilerdir. Üstelik çoğu yalnız ve umutsuzdur, mutsuzluğa demir atmışlardır. “Kafa” öyküsüne bakıldığında kadın aşk evliliği yapmaz, sıradan bir hayat sürer ve bu hayat içerisinde kafanın yarattığı tedirginliği televizyon izleyerek bastırmaya çalışır, yani uyuşturur kendini. Hayatı öylesine yaşarken yaşlanır. “Elveda Sevgilim”de ise yalnızlığı kendi ürettiği bir robotla bastırmaya çalışan bir kadın görürüz. Ancak teknoloji o kadar hızlı ilerler ki birkaç sene içerisinde Model-1 yeni güncellemelere uyum sağlayamaz olur. Yalnızlığıyla baş etmek için, onun yerine yenisini koymak ister kadın:
“Oysa yapay arkadaşlar iki, üç bilemedin dört yıl sonra elden çıkarılıyor. Hâlâ düzgün çalışıyor olsak bile. Birkaç parça değişimi ya da yazılım yükseltmesiyle en az on yıl daha kullanılabileceğimiz hâlde sırf yeni model çıktı diye çöp muamelesi görüyoruz, satın alınan bu yeni modeller de iki-üç yıla kalmadan aynı şekilde çöpe dönüşüyor.” (s.97-98)
Görüldüğü gibi hız ve para tatminsizliği, tatminsizlik doyumsuzluğu, doyumsuzluk da öz-tüketimi beraberinde getirmekte. Evet, Chung’un öykülerinde mutlu son yoktur. Yalnız ve tutunamayan kahramanları tekinsiz mekânlarda tekinsiz varlıklarla birlikteyken denizde boğulmaya çalışan birinin bir başkasını boğması gibi kendilerini tüketirler. Yine de bu öykülerin katıksız bir karamsarlıkla yazılmadığını belirtiyor Chung. Başka bir deyişle, sonsözde belirttiği üzere şu ümit kırıntısına tutunan bir yazar:
“Öykülerimin böylesine tuhaf ve acımasız bir evrende tek başına mücadele veren yalnız okurlara teselli olmasını istedim.” (s.224)