Kayıp bir baba nasıl bulunur?
Gonçalo M. Tavares'in 'Babasını Arayan Yüzyılında Kayıp Bir Kız' adlı romanı, İmren Gökce Vaz de Carvalho çevirisiyle Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayımlandı.
Portekiz’in en önemli yazarlarından biri olan Gonçalo M. Tavares, ilk kitabını 2001 yılında yayınlar ve yazdığı ondan fazla kitapla birbirinden prestijli ödüllere layık görülür. Bütün bunların ardından 36 dilde ve yaklaşık 50 ülkede raflara giren Tavares, Türkçeye de ilk kez 2012 yılında 'Kudüs' adlı romanıyla merhaba der. Devam eden yıllarda 'Beyefendiler', 'Joseph Walser’in Makinesi ve Bir Adam: Klaus Klump', 'Teknik Çağında Dua Etmeyi Öğrenmek' adlı üç kitabı daha yayınlanır. Edebiyata olan farklı yaklaşımları ve atmosfer yaratma becerisiyle oldukça da beğeniyle karşılanır.
Geçtiğimiz günlerde Tavares’in 'Babasını Arayan Yüzyılında Kayıp Bir Kız' adlı yeni bir romanı daha Türkçeye çevrildi. İmren Gökce Vaz de Carvalho’nun çevirisine sahip olan roman diğer Tavares kitapları gibi Kırmızı Kedi Yayınları etiketine sahip.
SAVAŞ SONRASI BERLİN
Marius adlı bir adam yolda aceleyle yürürken birden bir kızla karşılaşır. 14-15 yaşlarında, Down sendromlu ve üstelik yalnız bir kızdır bu. İsmi Hanna’dır. Yolun ortasında durmuş, etrafa bakınmaktadır. Marius, kızın yanından geçip gidecekken bir an durur ve kıza yaklaşır. Hanna da ona, üzerinde çeşitli soruların yer aldığı bir kart uzatır. Marius, bu sorularla kız hakkında üç beş bir şey öğrenir ama bu onu daha büyük soru işaretlerinin ortasında bırakır. Zira Hanna’nın babası kayıptır, o da babasını aramaktadır.
Marius, Hanna’ya yardımcı olmak için onu civardaki birkaç “özel” okula götürür. Ancak yöneticiler, Hanna’nın buradaki Down sendromlulardan biri olmadığını, buradaki öğrencilerin, ödeme yapabilen anne ve babalara sahip olduğunu söyler.
Marius düşünür taşınır, en sonunda da Hanna’nın babasını bulmasına yardımcı olmak için onunla beraber Berlin’e giden bir trene biner. Berlin, II. Dünya Savaşı’ndan yeni çıkmıştır. Ortalık berbat bir haldedir. Marius ve Hanna bir vesileyle bir otele girerler. Otel odalarının numaraları yoktur ve her oda bir toplama kampının ismini taşımaktadır.
TUHAF BİR İNSAN YAPBOZU
Marius ve Hanna trene bindiklerinden itibaren bir sürü “tuhaf” insanla karşılaşırlar. Olur olmaz her yere protesto pankartları asan bir adam, otel odalarına toplama kampı isimleri veren Yahudi bir çift, bir binanın en üst katlarından birinde antika dükkânı işleten bir adam, buz dolu kapta ölü bir hayvan “bakan” bir ressam ve daha bir sürü insan...
Bütün bunlar yan yana geldiklerinde ortaya gerçekten de enteresan bir yapboz çıkar. Her şey gerçek olamayacak kadar gerçektir. Hal böyle olunca Marius’la Hanna sanki savaş sonrası Berlin’de değil de, Oz diyarı gibi fantastik bir evrende yolculuk yapıyorlarmış gibi bir hisse kapılırız. Zira onlar da kayıp babayı bulup geri dönmenin yollarını aramaktadırlar. Karşılaştıkları her insan hayata karşı başka bir yaraya, eksikliğe, korkuya sahiptir. Ve sanki babayı bulmak, ona ulaşmak bütün dertleri çözecektir.
Peki bu baba kimdir, nerededir?
HANSEL İLE GRETEL
Babanın kimliğiyle ilgili hiçbir bilgimiz yoktur. Bunu romanda tek bilen kişi Hanna’dır. O da bunu ısrarla gizler. Eğer babasının ismini söylerse gözlerinin oyulup dilinin kesileceğine inanır. Üstelik ona bunu kimin, ne amaçla ezberlettiği de belli değildir.
Marius’la Hanna nerede olduğu, yaşayıp yaşamadığı bile belli olmaya bir babayı ararken pek çok yere girip çıkarlar. Bir zaman sonra oradan oraya savrulmaya başlarlar.
Marius tam da burada -Oz Büyücüsü olmasa dahi- Hansel ile Gretel’i hatırlar. İlk günden beri Hanna’nın elinde olan Down sendromlular için üretilen davranış kartlarını trende giderken teker teker dışarıya atar. Geri dönmek için değil, belki birileri kartları takip ederek Hanna’nın izini bulur diye atar. Böylece geri dönmek de en az baba kadar belirsiz, uzak, isimsiz bir hayale dönüşür.
ESAS BABA KİM?
Tavares, “suları yaran bir Musa gibi” ilerleyen Marius’la Hanna’nın serüvenini oldukça sade bir dille anlatır. Alabildiğine basit ve süssüz cümlelerle akan sayfalar kısa bölümlerle ayrılır, kısa zaman atlamalarına sahiptir.
Beri yandan, daha serbest bir okumayla, aranan ama bir türlü bulunamayan babanın yıkılan bir ülke, bir lider, bir ülkü olduğu da düşünülebilir elbette, ancak değişmeyen tek şey vardır: O da bir sokağın ortasında elinde davranış kartlarıyla kalakalmış olan Down sendromlu bir kızdır. Peki sizce bu kız kimdir?