Kayıp bir ülke ve üç adamın trajik ölümü

Kanafani genç yaşına rağmen önemli bir düşünce adamıydı, 1998 yılındaki görüşmelerde Filistin tarafındaki müzakereciler arasında olsaydı, Arafat beki de bu kadar büyük bir yanılgıya düşmeyecekti...

Google Haberlere Abone ol

Bundan birkaç yıl önce Kırık Saat dergisi için Gassan Kanafani hakkında bir yazı kaleme aldım, yazının girişini dün gibi hatırlıyorum. Sanırım bunun nedeni yazıyı kaleme aldığım için değil, Kanafani’nin kızının gözleri önünde trajik bir şekilde öldüğünü yazmamdı. Şöyle yazmıştım o yazıda: “8 Temmuz 1972 tarihinde, Beyrut’ta bir evin önünde arabaya konan tuzaklı bir bombanın patlaması sonucu iki kişi hayatını kaybeder. Ölenlerden biri 36 yaşında Filistin’in en önemli yazarlarından FKHC’nin sözcüsü Gassan Kanafani’dir, diğeriyse henüz 12 yaşındaki yeğeni Lamees’dir. Patlama olduğunda Kanafani’nin karısı Anni, dokuz yaşındaki oğulları Fayez ile evdedir. Küçük kızları Leyla ise evin merdivenlerinde oturmuş babasının verdiği çikolatayı yemektedir. Yaşanan hadise trajedi olarak değerlendirilir. Oysa bir çocuğun çikolata yerken gökten üzerine babasının etinin yağması bir trajediden fazlasıdır. Bu, insan aklının almadığı durum Ortadoğu cehennemini anlatan olaylardan yalnızca biridir.”

Ölmeden önce yazdığı 'Güneşteki Adamlar' romanı hem ülkesinin yaşadığı cehennemi hem de kendi kişisel yazgısını anlatan çok özel bir metindir. Romana gelmeden önce kitabın yazılma koşullarını ve ülkenin siyasi durumunu bilmek gerekiyor. Kanafani’nin yazdıklarını ülkesinin siyasi yenilgilerinden ve yaşanan derin trajedilerden bağımsız değerlendirmek yetersiz bir bakış açısı olur.

Şüphesiz Kanafani suya sabuna dokunmayan bir yazar olsaydı başına bu trajedi gelmeyecekti. O ve onun gibi yazarlar İsrail gibi düşünen uluslar için oldukça tehlikelidir. Kanafani tehlikelidir çünkü Filistin halkının mücadelesine, kurtuluş davasına sadakatle bağlı Arap kökenli bir Hıristiyan ve aynı zamanda Marksist bir entelektüeldir, hedef alınmasının başka bir nedeni de bu özelliğidir. Bütün bunların yanında gazeteci, edebiyatçı, FKHC sözcülüğü ve sanatçı kimliği sayesinde davasını geniş kitlelere duyurma imkânına sahip biridir. Nitekim İsrail istihbaratı Mossad, saldırıyı kendilerinin gerçekleştirdiklerini açıklarken Kanafani’nin yazarlığına vurgu yapılmaz, daha çok onun FKH ile ilişkisi öne çıkar. Mossad, Tel Aviv Lod Havalimanı’na yapılan saldırıya misilleme olarak Kanafani’ye bu suikastı gerçekleştirdiklerini söyler. Mossad her ne kadar bu suikastın arkasında Lod Havalimanı saldırısının olduğunu söylese de asıl gerçek bu değildir. Bu yalnızca Kanafani’yi öldürmek için İsrail istihbarat örgütünün uydurduğu bir yalandır.

Kanafani suikastı entelektüel bir şahsiyetin İsrail devletince hedef alındığı ilk değilse bile en önemli olaydır. Çünkü İsrail-Filistin meselesi konusunda “yazdıklarıyla” bir topluma yol göstermiş birisinin öldürülmesi o dönemlerde pek de alışık olunan bir durum değildir. İsrail devletinin Filistin’e dair nasıl bir planlama yaptığı ve neden bu suikastları gerçekleştirdiği sonraki birkaç yıl içinde daha net anlaşılır. Kanafani suikastından yaklaşık üç yıl sonra İsrail-Filistin sorunun barışçıl çözümü için, içinde İbrahim Ebu-Lughod, Edward Said, Noam Chomsky, Howard Zinn, İkbal Ahmet gibi saygın entelektüeller tarafından taraflarla birtakım görüşmeler yapılır. Görüşmelerin birinde İkbal Ahmet, İsrail devletinin Arap yerleşim yerlerinin boşaltılması için zekice planlar yaptığını söyler. Fakat onu ilgilendiren İsrail’in yaptığı planlar değil, Arapların nasıl bir strateji izleyeceğidir. 1975 yılında o ve Chomsky İsrailli diplomatlarla görüştükten sonra Arafat ve kabinesi ile bir araya gelir. Ahmet, Filistinlilerle yaptıkları görüşmenin ardından yıllar sonra David Barsamian ile yaptığı bir söyleşide Filistin tarafının o günkü durumunu şu sözlerle anlatır: “Göreceğimi görmüştüm. Kendilerini İsrail’in yapabileceğinden daha beter bir şekilde mahvettiler.”(1)

Hem Kanafani’nin yazdıklarının anlaşılması hem de İsrail’in bu ve benzeri suikastlarla neyi amaçladığı Ahmet’in yukarıdaki sözlerinden daha net anlaşılıyor. Nitekim ölümünden yirmi altı yıl sonra, 1998 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nin hakemliğinde Oslo’da İsrail ve Filistin arasında barış görüşmeleri yapılırken her şey daha iyi anlaşılır. Oslo’da olanları en iyi anlatan kişi uzun yıllar Ortadoğu’da gazetecilik yapan Robert Fisk’tir. Ölmeden önce anılarını topladığı, 'Büyük Medeniyet Savaşı, Ortadoğu’nun Fethi' kitabında, Filistin tarafının akılcılıktan yoksun durumunu şu çarpıcı sözlerle hatırlatır: “Arap tarihçileri belki günün birinde liderlerinin, halklarının kaderine karar verirken hislerini daha az, mantıklarını daha çok kullanıp kullanmamaları gerektiği konusunda soru sorarlar.”(2)

Fisk, bu sözleri Yaser Arafat için söyler. Filistin’in bugünkü durumuna bakınca eleştirisinde haksız olmadığı görülüyor. İsrail ile Filistin arasındaki barış görüşmelerinde Arafat’ın üstlendiği rolün halkı için nasıl yıkıcı sonuçlar doğurduğunu uzun uzun anlatır. Arafat’ın bir ömre yayılan mücadelesinin sonunda, Filistin davasını nasıl sattığını okumak şüphesiz akla Fisk’in bahsettiği Arap tarihçileri getiriyor. Arap tarihçiler, Filistin-İsrail çatışmasının başlangıcından bugüne bir tarih yazımı oluştururken, Filistinlilerin nerelerde hata yaptıkları kadar bir davanın entelektüel birikiminin nasıl yok edildiğini de yazabilirler. Kanafani gibi entelektüellerin suikast sonucu öldürülmesi, İsrail açısından akıllıca bir hamle gibi görünüyor. 'Güneşteki Adamlar', 'Filistin’in Çocukları', 'Hayfa’ya Dönüş', 'Kamptaki Silahlar', 'Ramla’dan Haberler', 'Tatil Hediyesi', Filistin’e dair düşünce yazıları ve pek tabii ki uluslararası arenadaki etkisine bakınca İsrail için ne denli tehlikeli olduğunu anlıyoruz. Kanafani genç yaşına rağmen önemli bir düşünce adamıydı, 1998 yılındaki görüşmelerde Filistin tarafındaki müzakereciler arasında olsaydı, Arafat beki de bu kadar büyük bir yanılgıya düşmeyecek, halkı da bugünkü kadar büyük acılar çekmeyecekti. Kim bilir belki de Kudüs ve Mescid-i Aksa bugün hala korunuyor olurdu.

Karen E. Riley’in, Kanafani’nin 'Filistin’in Çocukları' isimli kitabının girişinde, Gassan Kanafani’nin Özgeçmişi Üzerine Bir Deneme yazısı yayımlanır. Riley yazısında Kanafani’nin yazarlığına değinir. Bu makalesinde Kanafani’nin bir yazarın rolünden fazlasını üstlendiği anlıyoruz. “Kanafani’nin hikâyeleri, yirminci yüzyılın neredeyse tamamı boyunca Orta Doğu ve Arap dünyasını büyük acılara boğan çatışma üzerine Filistinli bir bakış açısı sunar. Sadece Filistinlilere özgü olmasa da onlarda hem gerçek hem de sembolik bir ifade bulan on yıllarca süren yoksun bırakılma ve mücadele deneyiminin ürünü olan bu bakış açısının anlaşılması ve kabul edilmesi can alıcı bir önem taşır.”(3)

Kanafani, Filistin’in sıkışmışlığını, dört yandan kuşatılmışlığını 1963 yılında yayımladığı 'Güneşteki Adamlar' kitabıyla sarsıcı bir şekilde anlatır. Kitap bugün Arap edebiyatının en önemli eserlerinden biri olarak gösterilir. Irak’ta sürgün yaşayan üç Filistinli; Ebu Kays, Esad, Mervan kârlı iş imkânlarının olduğu Kuveyt’e kaçak yollardan gitmek için planlar yapar. Her üçünün de Filistin’i terk etmek için trajik nedenleri vardır. Kendilerini sınırdan Kuveyt’e götürecek Ebu’l–Hayzuran isminde bir şoför ayarlayıp buldukları bir su tankına girer ve yola çıkarlar. Su tankını kullanan kişi 1948 yılında patlayan bir mermi kovanı nedeniyle hadım olmuş ve hayata küsmüş biridir. “Ne zaman biri çıkıp da ‘Neden evlenmiyorsun?’ diye sorsa kasıklarının arasında debelenen acı hissini yeniden duyuyor, o göz alıcı yuvarlak ışığın altında bacakları yukarıya dikilmiş bir halde yatıyormuş gibi hissediyordu.”(4) Yolculuk iyi geçmesine rağmen Ebu’l-Hayzun sınırda kısa süreliğine alıkonur, tankın içinde bekleyen üç arkadaş yakıcı güneşin altında korkuyla arkadaşının dönmesini bekler. Üç arkadaş su tankının içinde sessiz sedasız kurtarılmayı bekler ama şoför gecikir, döndüğünde iş işten geçmiştir artık. Kavurucu güneşin altında su tankının içinde sıcaktan boğularak hayatlarını kaybetmiştir bu üç mülteci. Umut dolu başlayan yolculukları bir trajediyle sona erer. Ebu’l Hayzun’un su tankını döverek söyledikleri, bir toplumun yazgısını, neden dünyanın kendilerine sessiz kaldıklarını anlatır gibidir: “Neden tankın duvarlarına vurmadınız? Neden bir ses çıkarmadınız? Neden?”(5)

Bu üç arkadaş ülkelerini terk etmeseydi, belki de bu trajik sonla karşılaşmayacaklardı. Kanafani’nin eserlerinde Filistinlilerin sesini dünyanın duymaması kadar, halkının kendi topraklarını terk etmesinin de bu kayıtsızlıkta payı olduğunu söyler. Özellikle bunu vurgulamak ister, ona göre ne olursa olsun ucunda ölüm bile olsa toprakların terk edilmemesi Filistin davası için ilk önce yapılması gerekendir. Çünkü insanlar sahip olduğu topraklardan vazgeçtiklerinde bir daha ancak turistik amaçlı dönebileceğini bilir. 'Güneşteki Adamlar' ülkesinden ayrılanların, 'Hayfa’ya Dönüş' ise turistik amaçlı Filistin’e dönenlerin hikâyesini anlatır. Her iki kitap da bu minvalde kaleme alınmış, çuvaldızı kendine batıran sert bir kitaplardır. 'Güneşteki Adamlar'ın yazıldığı tarih ile İsrail’in Filistin’i terk etmek zorunda kalanları turistik amaçlı yurtlarına çağırması arasında yalnızca birkaç yıl vardır.

'Güneşteki Adamlar'ın anlaşılması için yazıldığı zamana değil, 20 yıl öncesine gitmek gerekiyor. İngiltere, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında mandası altında bulunan Filistin’den Yahudi devleti kurmak isteyen Siyonistler ile Araplar arasında yaşanan çatışmaları gerekçe göstererek çekilmeye karar verir. İngiltere’nin Filistin’den çekilmesinin hemen ardından, Filistin’in geleceğine dair kararı Arap ve Yahudi devletlerinin bölünmesini tavsiye eden Birleşmiş Milletler’e bırakır. İngiltere şehirlerden ayrıldıkça, Yahudiler bunu fırsata dönüştürüp Arap yerleşim yerlerini ele geçirmeye başlar. 1948 yılında İsrail kendisini ayrı bir devlet olarak tanır, geçen bir yılı aşkın sürede yaklaşık 200 bin Filistinli ülkesini terk eder, savaş bitimindeyse yaklaşık 700 bin insan mülteci durumuna düşer. Bu mültecilerin çoğu Filistin’in Batı Şeria bölgesine kaçar ve oradaki kamplarda yaşamaya başlar. Batı Şeria da Ürdün tarafından ilhak edilir, Filistinliler Ürdün yönetiminin parçası olur. Savaşın bitiminde, 150 bini aşkın insan İsrail devleti olan bölgenin sınırları içinde kalır. 1967 yılında İsrail devleti ile Ürdün, Mısır ve Suriye arasında 6 gün süren bir savaş yaşanır, savaşı İsrail kazanır ve pek çok Arap yerleşim yeri İsrail’in denetimine geçer. Bu savaşın ardından İsrail, 1948 yılında ülkesini terk eden Filistinlilerin turistik amaçlı eski yurtlarını görmelerine izin verir.

Kanafani bir gazeteci, insan hakları savunucusu, yazar ve aynı zamanda halkının haklı talepleri için mücadele eden bir devrimciydi. Dolayısıyla Kanafani’nin öldürülmesinin nedeni, halkının haklı taleplerini insani bir mecraya taşıması, Filistin meselesinin yalnızca bir örgütün, bir zümrenin, bir partinin işi olmadığını haykırmasıydı. Arap dilinin, kültürünün, edebiyatının yok olmaması için bir ülke tahayyül etti Kanafani. Yaptıklarından ve yazdıklarından ders alınması, benzer meselelerle didişen pek çok ülkenin sağduyulu aydınının önceliği olmalıdır belki de. 'Güneşteki Adamlar' başta olmak üzere bütün eserlerini bu minvalde okumak, buna göre değerlendirmek gerekir. Kitabın sonunda Ebu’l-Hayzun'un tanka vururken söylediklerine çölün kendisinden yanıt gelir, Filistin’in terk edilmişliğini, yalnızlığını, Kanafani’nin sürgünde geçen yaşamından öldürülmesine kadar geçen zamanı bu sözlerden daha iyi ne anlatabilir ki: “Neden tankın duvarlarına vurmadınız? Neden? Neden? Neden?”(6)

'Güneşteki Adamlar', bir ulusun yalnızlığının anlaşılması açısından okunması gereken önemli bir kitap.

Dipnotlar:

1. İkbal Ahmet, İmparatorluğa Meydan Okurken, David Barsamian İle Söyleşiler, Zoom Kitap Yayınları, Çev. Utku Özmakas, S. 35
2. Robert Fisk, Büyük Medeniyet Savaşı Ortadoğu’nun Fethi, İthaki Yayınları, Çev. Murat Uyurkulak, S. 343
3. Filstin’in Çocukları, Hayfa’ya Dönüş ve Diğer Hikâyeleri, Gassan Kanafani, Otonom Yayınları, Çev. Seher Özbay, S. 23.
4. Güneşteki Adamlar, Gassan Kanafani, Metis Yayınları, Çev. Mehmet Hakkı Suçin, S. 49
5. a. g. e S. 73
6. Güneşteki Adamlar, Gassan Kanafani, Metis Yayınları, Çev. Mehmet Hakkı Suçin, S. 73