YAZARLAR

Kayıp özgürlük

İçeriye atılsa da Cafer Penahi’nin evet ‘vakur ve soğukkanlılıkla’ senaryolar yazıp, belki yeni bir sinema diliyle filmler, kısaca ‘başka bir sinema’ yapmaya yöneleceğine, kısaca özgürlük adına “suç” işlemeye devam edeceğine inanıyorum.

Özgürlük ve hapishane denilince “Hapiste Yatacak Olana Bazı Öğütler” şiiri aklıma gelir önce. “Dünyadan memleketinden insandan/umudun kesik değil diye/ipe çekilmeyip de/atılırsan içeriye/yatarsan on yıl on beş yıl/daha da yatacağından başka.” Nâzım Hikmet'in bu şiiri ne zaman nerede okunursa okunsun can evinden vurur insanı.

Martin Luther King’in Birmingham Hapishanesinden Mektup’unu okuyan da benzer etkiyi duyar. King 1963 yılının Nisan ayında, Alabama-Birmingham’daki dokuz günlük hapis cezası sırasında boş durmaz. Hücresindeki tek kâğıt tuvalet kağıtlarına yazarak, sürdürmekte olduğu eylemlerini “Mantıksız ve zamansız” bulan rahiplere bir bakıma çıkışır. Neden doğrudan eylem? Neden oturma eylemleri, yürüyüşler ve benzerleri yapılmalı? Müzakere daha iyi bir yol değil midir?” diye sorabilirsiniz diyecektir: “Sokrates nasıl bireylerin mitler ve yarı-doğruların boyunduruğundan kurtulup özgür bir yaratıcı analiz ve nesnel değerlendirme düzeyine çıkabilmesi için gerilim yaratmanın gerekliliğini hissettiyse, biz de toplumda, insanların önyargıların ve ırkçılığın derin karanlığından çıkıp anlayış ve kardeşliğin engin sevgisine yükselmesi için şiddete başvurmayan ısrarcı insanlara olan ihtiyacı anlamalıyız.”

Mektup dostlarınca hapishaneden kaçırıldı, daktilo edildi, “Acı deneyimlerimizden öğrendiğimiz üzere özgürlük asla baskıcının isteyerek verdiği bir şey değildir; özgürlük baskıya maruz kalanlar tarafından talep edilmelidir.(…)” diyordu. Yazdıkları özgürlüğü yaşam bayrağı yapanların pusulası oldu, “çok uzun süre ertelenen adalet, engellenen adalettir.” sözleri unutulmadı.

Amerika’da siyahların yurttaşlık haklarını savunan Martin Luther King Birmingham hapisanesine girmeden önce (sağda)

Nâzım Hikmet’in 1938’de İstanbul Tevkifhanesi’ndeyken kullandığı, çok sonra gün yüzüne çıkan dört deftere doldurduğu bitmemiş bir romanı var. “Orası" İstanbul Tevkifhanesindeki komünistleri” ve öteki tutukluları anlatıyor. Tevkifhanedeki kirli ilişkiler küçük ipuçlarıyla verilmiş.” (Sennur Sezer 17/09/2008 tarihli evrensel.net)

Nâzım Hikmet’in “Dört Hapisaneden” (İstanbul, Ankara, Çankırı ve Bursa) adlı kitapta toplanan, Sabahattin Ali’nin “Hapisane Şarkısı” başlığıyla yazdığı şiirler acı günleri üzerinedir. Kerim Korcan’ın hapishaneyi konu alan yazdıkları; oyunlaştırılan “İdamlıklar” ve filmleşen (1970) “Linç” romanı, iki kez filme alınan “Tatar Ramazan” hikayesi (1990-1992)… 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbelerinin “içeriden” görünüşünün anı/romanları. “Yıldırım Bölge Kadınlar Koğuşu/Sevgi Soysal”,   “Yaralısın/Erdal Öz”, filmleşen “Uçurtmayı Vurmasınlar/Feride Çiçekoğlu” ya da günümüze doğru, duvarlar arasına hapsedilmiş ağır yaralı, öfkeli, hüzünlü, umutlu onlarca aydınımızın ‘duvarlara inat’ yaşamlarının sarsıcı belge yazıları, kitapları… Hapishane edebiyatçıları değil onlar, direnen, başka bir edebiyatın varlığını kanıtlayan ‘tutsak yazarlar’ /ve tabii ki gazeteciler/… ’yaralıyız’ gerçekten…

Gözlerimin önünden senaryo yazarı hapishanede ama hapishanenin dışında çekilen Sürü, Düşman, Yol” gibi filmleriyle Yılmaz Güney geçiyor. Fransız Sinematek’i bugünkü yerine (Bercy) taşınmadan önce Palais de Chaillot’dayken görmüştüm, duvarında sevgili arkadaşım Jack Şalom’un konulmasını sağladığı Ağıt filmi posteri ile karşılardı ziyaretçilerini. Ve sonra Güney yer değiştiriyor, 20 yıl boyunca film yönetmesi ve senaryo yazması, evden dışarı çıkması, konuşması yasak Cafer Penahi ile.

Yılmaz Güney yasaklanan (1970), ancak bir yıl sonra Danıştayın şartlı izin verdiği 'Umut' filminin Türk Sinematek'te gösterimi için geldiğinde. Altan Yalçın ve Jak Şalom ile birlikte (Jak Şalom Arşivi)

Ne söyleyebilir ki ‘tutsak’ Penahi? “Sinema bir sanat olarak benim ilk önceliğim haline gelir. Saygımı gösterebilmek ve yaşadığımı hissetmek için hangi koşul altında olursa olsun film yapmaya devam etmeliyim.” diyecektir. Sonra yaşadığı günlerin kırık aynası olan, aklındaki onlarca düşüncenin senaryolarını bellek arşivinden tek tek indirmeye başlar.

Cafer Penahi’nin İran yönetimince öncesinde de “suçlu (!) filmleri” vardı. “Beyaz Balon”un senaryosunu İran sinemasına ‘insan önemli’ pencereler açan Abbas Kiarostami ile birlikte yazar. Sonraki filmi “Ayna”da (1997) Tahran sokaklarında evinin yolunu kaybetmiş küçük bir kızın hikayesine inandığımız anda, “durun, bu bir film” dememizi sağlayarak sadece başka bir bölüme geçmekle kalmaz, labirentimsi cadde-sokaklarına saklı asıl Tahran’ı bulmamıza yardımcı olur. Üçüncü filmi İslami İran'ın toplumsallığında adları silinmeye çalışılan, demir bir çemberde sıkışmış, içinden çıkmaları mümkün olmayan kadınlar üzerine filmi “Daire” (2000)… “Kanlı Altın” (2003) Tahran’ın insan yutan bir New York jungle’ına dönüşmesinin, en alttakilerden bir pizza dağıtıcısının tanık olduğu insanların yaşamının tahriki ile çıkışı olmayan, kanlı bir yola girişinin hikayesi.

Cafer Penahi 'Ayna' filminin çekiminde (1997)

Cafer Penahi’nin sinemasından yönetim hoşlanmıyordu. Araştırmacı-prof. Hamid Dabashi’nin sözleriyle, "söyleneni yapmayan- aslında söylendiği gibi yapmama konusunda başarılı bir kariyer yapan” Cafer Penahi karşı propagandayla suçlandı, tutuklandı, altı yıl hapis cezası verildi ve 20 yıl boyunca herhangi bir filmi yönetme, senaryo yazma, İranlı ya da yabancı medya ile görüşme yapması, ülkeden ayrılması yasaklandı.

Bu Bir Film Değildir  (2011)

''Bu Bir Film Değil’ yasaklı Penahi’nin bir güne sığan öfkeli, sancılı yaşamından görüntülerdi, çekmeyi arzuladığı filmini yönetmen arkadaşı Mojtaba Mirtahmasb’ın kamerasına (çoğu iPhone ile çekildi) sahne sahne anlatmasının kaydıydı.

Bir filmi nasıl çekeceğinin zoraki düşünü kurmak sonuçta bir film yapmak değildir, yine de anlattıklarını, gizlice kurguladığı görüntüleri neden başkalarıyla paylaşmasın ki? Bunu yapabilmesi için kaydı gizlemesi, bir kekin içine yerleştirdiği USB belleği İran'dan 64. Cannes Film Festivali’nde gösterimi için kaçırması gerekti.… Ama İran yetkilileri için bir taşla vuracağı ikinci kuş önlerinde durmaktadır, yönetmen Mojtaba Mirtahmasb'ın pasaportuna da el koyacaklardır.

Yazdığı/yönettiği filmi Kapalı Perdenin ilk gösterimi için Alman hükümeti ve sinema çevresinin yoğun baskısına karşın 63. Berlin Festivali’ne gidemedi, ama En İyi Senaryo ödülünü kazandı… Penahi filmini birkaç kişilik bir ekiple Hazar Denizi sahilindeki evinde çekmiştir.  Film adını köpeğiyle evine sığınan -İslami yönetim köpekleri kirli kabul etmekte, itlaf etmektedir- yaşlı senaryo yazarı-sinemacının kendini ve köpeğini gizleyebilmek için pencereleri siyah perde ile örtmesinden alır. Bir yandan hane içindekileri ya da film çekimini yönetimden gizlemek için siyah perde, diğer yandan yönetimin dünyadan gizlemek istedikleri için ‘siyah perde’… Nasıl düşünürseniz.

Cafer Penahi 'Kapalı Perde' filmini 2013 yılı Berlinali'ne götüremedi. Filmin gösterildiği sinemanın önüne 'Burada olmalıydım' yazan Penahi maketleri konuldu

Cafer Penahi Taksi Tahran”ı çekerken gizlenmedi, ama bir film çektiğini de doğal olarak ilan etmedi. “Taksi Tahran” “en zor en imkânsız zamanda dahi” (Güney) film yapılabileceğini, neden film yapmak zorunda olduğunu gösterdiği gibi, diğer filmlerine de göndermelerde bulunuyor. Örneğin 1997 yılında çektiği “Ayna” filmine. Trafik kazası geçiren, yasalara göre eşine hiçbir şey kalmayacağı ve öleceği sanısıyla Cafer Penahi’ye vasiyetini videoya kaydetmesini isteyen yaralı adam ile “Daire”ye, bir voleybol maçını izlemeye stadyuma gitttiği için tutuklanan ve 108 gün salıverilmediği için açlık grevine giren genç kız-Ghoncheh Ghavami’nin yaşadıkları ile “Offside/Ofsayt” (2006) filmine… Cafer Penahi maç için giden Ghavami ve arkadaşları için avukatına sorar:

- Peki maçı izleyebilmişler mi?

- Hayır. Stadyumun girişinde durdurmuşlar. Tutuklanan ve salıverilmeyen Ghavami 10 gündür açlık grevi yapıyor…”

Belki alışılmışın dışında, kameranın otomobil konsoluna gizlenmesiyle çekilen “Taksi Tahran” filmi Penahi’nin ustası Abbas Kiarostami’nin Tahran sokaklarında arabasına aldığı yolcularla kadınlar üzerindeki baskıyı, bir arabanın içinde gözler önüne seren “Ten/10” filmini akla getiriyor. Onun da denetimle başı dertteydi ve otomobil konsoluna gizlenen kamera yöntemini 2002 yılında ilk o denemişti.

“Ten filmini çekerken bazen arka koltukta oturmayı tercih ediyordum, hemen hemen hiç müdahale etmedim. (…)”

Taksi Tahran film afişi - Cafer Penahi

Her ikisi de “çevre (!) rahatsızlığı” vermeden çekim yapmak istiyordu. Her ikisi de kurmaca ile gerçeği örtüştürmeyi denedi. Her ikisi de yönetmen olduğunu hatırlayıp kişilerini yönlendirmedi. Her ikisinde de yol bilmeyen şoför yönetmendi…

Ama Penahi’nin başlattığı ‘ölüm/infaz” konusunu daha görünür ve etkili biçimde, bir taksi-otomobil kullanmasa da tutuklanan, hapsedilen, film çekmesi yasaklanan Muhammed  Resulov 70. Berlin film Festivali ‘en iyi film’ ödüllü filmi  “Şeytan Yoktur”da izleyicinin karşısına getirecektir. Çekim hazırlığı yaptığı günlerde ‘ölüm cezaları’ 225 kişiye ulaşmıştır. Öncesinde İran rejimini eleştirmekten öte, çürümüşlüğünü yüzüne vuran Dürüst Bir Adam” filmi (İnatçı Bir Adam adıyla oynadı) nedeniyle yurt dışına çıkışı yasaklanmıştır. Nedeni de çok açıktır, özgün adı ’tortu/lerd’ anlamına gelen yozlaşmış/rüşvet yaygını düzende suyun üstünde kalmak için her şeyini kaybetmek pahasına direnen Rıza’nın son derece gerçekçi hikayesini anlatmıştır. 

Muhammed Resulov, kısa, dört hikâyeden oluşan ve İslami faşizmin en zalim uygulamalarından ölüm cezasını, hem devletin karşıtlarını yok etme politikası hem de bunda rol alan emir kullarını hedef alan Şeytan Yoktur ile rejimin ayağına batan kıymık olmayı sürdürür. * Kaldı ki “Şeytan Yoktur” ve “Hoşçakal (2011), El Yazmaları Yanmaz (2013), Dürüst Bir Adam (2017), tüm bu filmler İran’da gösterilmemiştir.

Muhammed Resulov - Şeytan Yoktur (2020) 

Penahi “Taksi Tahran” filminde,  Resulov’dan altı yıl önce taksisine binen biri kadın (öğretmen), diğeri erkek (serbest çalışan) iki kişinin tartışmasında ‘ölüm/infaz-idam’ın yaygın uygulamasını haber vermişti.

Erkek: - Şayet bu ülkenin hükümdarı olsaydım diğerlerine gözdağı vermek için bir ikisini asardım. (…) Bir iki tanesini sallandırırsan diğerleri de hizaya gelir.

Kadın- Asmak mı? Peki sonra ne olacak? (…) insanları öldürmek asla bir çözüm değildir. Bence sorunların köküne bakmalıyız… Hiçbirimiz suçlu olarak doğmayız…

Sonuçta film izleyiciye görünen İran’dan, haberlerde öğrendiklerinden çok daha farklı ve daha fazla şey söyler (The Guardian).  Cafer Penahi film yapmayı sürdürür, hikayesi kesişen/İran’da kadın olmanın göstergelerini temsil eden üç kadını anlatan, yine otomobilinin direksiyonundan kopmadan çektiği “Üç Hayat” 2018’de Cannes'da en iyi senaryo ödülünü kazanır...

Temmuz ayı ortasında bir protestoya katıldıktan sonra tutuklanan sinemacılar Muhammed Resulov ve Mustafa El Ahmed ile ilgili bilgi almak için Evin cezaevine gittikten sonra ‘hukuksuz bir kaçırma’ eylemi ile karşılan Cafer Penahi, on iki yıl önce hakkında verilen karar uyarınca bu kez ev hapsinde değil, ne acı ki 6 yıl dört duvarlı bir hapishanede yatacak…

Cafer Penahi - Hayat (2018)

İranlı 600’ü aşkın sinemacı ve aktivist tarafından imzalanan –Rıza Oylum’un 17 Temmuz günü verdiği bilgiyle- bildiride yer alan engellenen özgürlükler, yolsuzluklar, hırsızlık ve baskılarla ilgili öfkeli açıklama gözlerin bir kez daha Penahi’ye dönmesine neden olmuştu…

Tabii ki bunu söylemek hoş değil ama, içeriye atılsa da Penahi’nin evet ‘vakur ve soğukkanlılıkla’ senaryolar yazıp, belki yeni bir sinema diliyle filmler, kısaca ‘başka bir sinema’ yapmaya yöneleceğine, kısaca özgürlük adına “suç” işlemeye devam edeceğine inanıyorum.

Yine de Ataol Behramoğlu’nun dizelerini hatırlatırım:

“İnsana yaraşan özgürlüktür diyenler bizleriz,

Dışarda hapiste olmaktansa içerde özgür olmayı yeğleriz."

———————————————,

İran Usulü Yoğurt Çorbası

Aynı coğrafyadayız, iki ülkenin yemekleri küçük farklar olsa da benziyor. İşte et ve yoğurt ile yapılan bir çorba tarifi…

Dana kuşbaşı et (200-250 gram)

Sıvı yağ (4 çorba kaşığı)

Soğan (1 adet, doğranmış)

Pırasa (iki adet, doğranmış)

Ispanak (300 gram)

Pirinç (5 yemek kaşığı)

Maydanoz (iki üç dal, doğranmış)

Karabiber (üç dört tane)

Tuz (bir tatlı kaşığı)

Su (5 su bardağı)

Yoğurt (1,5 su bardağı

Tencerede yağ ile kuşbaşını yenilebilir oluncaya dek kavurun.

Soğan, pırasayı ekleyerek, ardından doğranmış ıspanaklarla kavurmaya devam edin. Pirinci ayrı bir kapta diri kalacak şekilde haşlayın.  Su, tuz, karabiber ve pirinç eklenmiş tüm karışımı 30 dakika kadar pişirin. Ayrı bir kapta çırptığınız yoğurdu ekleyin, bir taşım sonra maydanoz serperek servis yapın.


Oğuz Makal Kimdir?

Sinema alanında ilk doktora yapan öğretim üyesi. 1997 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde profesör oldu. Yemek ile sinema arasındaki ilişki yeni ilgi odağı, bu alanın filmlerini ve toplumsal-kültürel tanıklıklarını kitaplaştırmak için araştırmaya devam ediyor. Sinema Tarihi, Film Kuramı, Türk Sineması, Sinema ve Diğer Sanatlar, Sinema ve Tarihi İlişkisi gibi dersler veren, tezler yöneten Makal, Uluslararası İzmir Film Festivalini kurdu, 2001 yılına dek on bir yıl yönetti… Kısa, uzun, belgesel filmler yaptı, son yıllardaki birkaç belgeseli: El Cezeri, Eğitmenler, İstanbul’da Bir Gizli Bahçe-Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi, Uzak ve Yakın, Suriye Mutfağı İstanbul’da, Merdiveni Arayan Adam. Bazı kitapları ise: Sinemada Yedinci Adam, 1895-1950/İzmir Sinemaları Tarihi, Fransız Sineması, Beyazperde ve Sahnede Nazım Hikmet, Sinemada Tarihin Görüntüsü, Yönetmenleri ve Filmleriyle Gülmenin Sineması.