'Kazanacak aday' kazanamadı
Muhalefet oligarşik bir iç işleyişle bize demokrasi vaat ediyordu. Bu seçim o seçim değil diye diye, aman bölünmeyelim yoksa Erdoğan kazanır diye diye Mayıs ayına geldik. Sonuç herkesin malumu.
Armağan Öztürk*
Kemal Kılıçdaroğlu şerefli mağlubiyetler serisine bir yenisini daha ekledi. Seçim yenilgisiyle sonuçlanan süreci ve bundan sonra ne olabileceğini açık yüreklilikle konuşalım. Kemal beyin istifası yaklaşık 10 yıl kadar gecikti. Genel başkanlığının ilk, bilemedin ikinci seçiminden sonra koltuğunu başka bir isme bırakması gerekiyordu. Sosyal demokrat partilerde liderler bu şekilde davranır. Ama o devam etti. Neden devam etmesin ki? Genel başkanlarının delegeleri, milletvekilleri ve belediye başkanlarını belirlediği, kendisinin belirlediği bu kişilerin de genel başkanı seçtiği bir parti düzeni vardı. Kılıçdaroğlu şüphesiz ki bir Baykal değil. Parti içi demokrasiye değer verdiği ve ön seçim yaptırdığı dönemler de oldu. Ama Muharrem İnce’nin genel başkan adaylığı süreçlerinde bir benzeri görüldüğü üzere ön seçim prensibi uygulandığında parti içi muhalefet bir türlü önlenemiyordu. Sonuçta 2019 yerel seçim başarısından aldığı güçle parti dikensiz gül bahçesine dönüştü. İl Başkanlarının genel merkez tarafından atandığı, seçimlerin kağıt üstünde yapıldığı, iki adaylı seçimlere izin verilmediği, tüm belediye başkanları ve tüm milletvekillerinin parti liderliği tarafından belirlendiği bir parti düzeni inşa edildi.
2019 sonrası süreçte bu antidemokratik yapı Erdoğan karşıtı muhalefetin nirengi noktası haline geldi. Önce partinin çizdiği sınırlar içinde yayın yapan bir yandaş medya yaratıldı. Halk TV ve benzeri medya organları Kılıçdaroğlu’nun hiçbir şekilde eleştirilmediği platformlara dönüştü. Ahaber düzeninden şikayet eden CHP liderliği kendi temennilerini hakikat rejimi olarak dayattı. Benzeri bir durum Millet İttifakı sürecinde de gerçekleşti. Kılıçdaroğlu açıkça İmamoğlu ve Yavaş’ı engelledi. Demokratik bir yarışa izin vermedi. CHP lideri dışındaki bir adayın konuşulması “AKP’ye hizmet ve hainlik” olarak değerlendirildi. Tüm ayrık otlar toplandı, alternatif tüm bakış açıları bastırıldı.
Oysa demokrasi yarışma, eşitlik ve çoğulculuk demektir. Muhalefet ise oligarşik bir iç işleyişle bize demokrasi vaat ediyordu. Bu seçim o seçim değil diye diye, aman bölünmeyelim yoksa Erdoğan kazanır diye diye Mayıs ayına geldik. Sonuç herkesin malumu. İlk seçimde meclis, ikinci seçimde cumhurbaşkanlığı kaybedildi. Peki, bu sonuç karşısında Kılıçdaroğlu kendisini sorumlu hissediyor mu? Tabii ki hayır. Millet İttifakı liderleri veya CHP’nin önde gelen siyasetçilerinde herhangi bir özeleştiri belirtisi var mı? Nerede bizde o şans? Zaten Türk siyasetinde istifa kişinin kendine yakıştırdığı siyasi mahcubiyetin bir ifadesi değil, rakibini sıkıştırmanın araçsal bir enstrümanıdır sadece.
Onlar ne düşünürse düşünsün, vaziyet açıkça ortada. Elinizden geleni yapsanız da bazen olmayınca olmuyor. Ekonomik krizin yıprattığı 21 yıllık bir iktidarı yenemedi muhalefetin ortak adayı. Millet İttifakı sinerji yaratamadı, Kılıçdaroğlu yeterli olamadı. Şunu artık herkes anlamalı. Muhalefet değişmediği müddetçe iktidar da değişmeyecek. Burada bize düşen rol ise belli. Yıllarımız böyle geçti. Olan oldu. Ama çocuklarımızın bir şansının olmasını istiyorsak muhalefetteki antidemokratik siyaseti yeniden ele almak kaçınılmaz bir zorunluluk olarak önümüzde duruyor.
* Doç. Dr. /Artvin Çoruh Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü.