YAZARLAR

Kelle koparma ya da ateşkes

Sahadaki direnç İsrail için bir bataklık çağrışımı yapıyor. Sınırdaki savaş Hizbullah’ın asıl savunma merkezlerinin henüz çok uzağında... Hamas'ta siyasi şef kim olursa olsun nihayetinde son sözü cephe söyleyecek. Sinvar’dan geriye gözü kara bir kararlılık kaldı. İsrail’in kafa koparma seansları da bu kararlılığa daha radikal katmanlar ekliyor.

İsrail yol ayrımına geliyor. Ya taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmayacak ucu açık bir savaşta ısrar edecek ya da soykırım tablosunu zafer sayıp ateşkese gidecek.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Lübnan’da Hizbullah liderlerinin tasfiye edilmesinin ardından ‘kara harekâtı’ ile sahada tam temizliği kafasına koymuştu. Şimdi Gazze’de Yahya Sinvar’ın öldürülmesini 7 Ekim’in intikamı olarak yeterli görmüyor ve sonuna kadar savaştan söz ediyor.
Golda Meir’in “Arapların İsrail korkusu ortadan kalktığı gün sonumuz gelir” sözü hala yön veriyor. ‘Korku’ İsrail’in sigortası! Genelde Arapların, özelde Filistinlilerin aldıkları her nefeste hissedecekleri bir korku. Aslında bu, gasp ettikleri topraklar ve çaldıkları evlerde oturanların kendi korkusu. Korku vahşet üretiyor.

***

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, İsrail’in Lübnan’da bulabileceği en mantıklı düşmandı. İsrail’e anladığı dilden yanıt verirken müzakereden kaçmayan ve anlaşmak için askeri caydırıcılığını kaldıraca dönüştüren bir liderdi.
Hamas Siyasi Büro Şefi Yahya Sinvar da tavizsiz ve acımasız görünmesine rağmen müzakereye açık ve pragmatik bir liderdi.
Hizbullah’ın üst düzey komuta kademesini ortadan kaldıran saldırılardan sonra açılan bahis, hareketin dağılacağı yönündeydi. Aynı mantık Hamas için de güdülüyor.
Hizbullah savunma ve hücum kapasitesini koruduğunu gösterdi. Alt kadrolar Nasrallah’ın bellettiği talimatları uyguluyor; hesapları bozan bir direnç gösteriyor. Siperdekiler Nasrallah için atıyor.
Üzerine bir dünya savaşına yetecek kadar bomba yağdırılan Gazze’nin durumu çok ağır. Ama Sinvar’ın gidişi buradaki cepheye ilave çöküş getirmedi. Belki Sinvar Filistinlilerin bir kısmının gözünde yanlış hesaplarla halkını felakete götüren bir lider olarak anılacaktı. Ölürken düşmanın hesabında olmayan ikonik bir görüntü bıraktı. Yerin üstünde Filistin halkı bedel öderken o yerin altında ölseydi sıfırlanırdı. İsrail servis ettiği görüntülerle en büyük düşmanını kahramanlaştırdı. Sinvar’a “lağım faresi” benzetmesini yapanlar kendi iddialarını çürüttü. Sinvar güneyde, İsrail’in 5 aydır altını üstüne getirdiği bölgede direnirken öldü; kaçarken, saklanırken ya da yalvarırken değil. Sinvar tipik bir siyasal İslamcı değildi. Filistin davası etrafında sol kanattakiler başta olmak üzere diğer direniş örgütleriyle etkileşimi güçlüydü. Deliliğine sığmayan tarafları vardı. Motivasyonu güçlüydü. Elbette Hamas sarsılır ama Sinvar’la birlikte yok olmaz. Hamas tek bir lidere değil kadrolara ve tabana dayalı bir hareket. Şeyh Ahmet Yasin’den Abdulaziz Rantisi’ye, Yahya Ayyaş’dan İsmail Ebu Şenab’a kadar çok etkili liderlerini kaybetti. Fakat her yeni halka öncekinden daha sert çıktı. Sinvar’ın gidişi askeri cepheyi çok etkilemez. Zaten her bölge kendi varlık yokluk savaşını yürütüyor. Yeni lider de muhtemelen ‘savaşan kadrolar’, ‘Direniş Ekseni’ ve ‘ateşkesin finansörleri’ arasındaki denge gözetilerek seçilecek. Siyasi şef kim olursa olsun nihayetinde son sözü cephe söyleyecek. Sinvar’dan geriye gözü kara bir kararlılık kaldı. İsrail’in kafa koparma seansları da bu kararlılığa daha radikal katmanlar ekliyor.

***

Sinvar’ın ölümü Netanyahu’yu soykırımcı tayfanın gözünde parlatsa da ateşkes baskısıyla karşı karşıya bırakıyor. “7 Ekim’in mimarı öldürüldüğüne göre artık savaşı bitirme zamanı” diyen müttefikler sıraya giriyor. İsrail’in hamileri, ateşkes suflesini “Hamas’sız Gazze şansı doğdu” diye verse de masayı Hamas’la kurmak zorunda olduklarını biliyorlar. Fakat Netanyahu bu sufleden etkilenmişe benzemiyor. Sonuna kadar gitmekten söz ediyor. Elinde bir çıkış haritası yok. İsrail “etnik temizlik ve tam işgal”, “askeri kontrol altında Filistin yönetimi”, “kenarından köşesinden işgal”, “geçici işgal” gibi seçenekler arasında vites attırıyor. Strateji belirsiz. Belli olan tek hedef günün sonunda ganimet kabilinden Gazze’den bir parça koparmak. Ve değişmez hedef; Hamas’ı geri dönüşü olmayacak şekilde bitirmek. Fakat işgal güçleri çekildiği an direniş saldırıya geçiyor. İsrail ordusunun “Temizledik” dediği Cebeliye Mülteci Kampı’na dönmesinin nedeni de bu. Haaretz'e konuşan üst düzey savunma yetkililerine göre, hükümet Gazze'nin büyük bölümünü kademeli olarak ilhak etmek için bastırıyor. Üç hafta önce defalarca güneye sürülmüş olan Gazze’nin kuzeyindeki 400 bin kişiye bölgeyi tamamen terk etmeleri emri verildi. Burası askeri bölge haline gelecek. Kalanlar askeri düşman ilan edilecek. Bölgeye su ve yiyeceğin girmesine izin verilmeyecek.

Gazze’den gazeteci Husam Şabat bu planla ilgili şunları aktarıyor: “İsrail işgali, Beyt Hanun, Beyt Lahya ve Cebeliye mülteci kampını da içeren bu bölgede bizi kuşattı. 1 Ekim'den bu yana tüm yiyecek, su ve tıbbi malzemelerin girişini durdurdular. Hastaneleri kapatmakla tehdit ettiler. Hastanelere yakıt girişini durdurdular ve hareket eden herkesi hedef alıyorlar.”
Sinvar öldükten sonra da Cebeliye ve Beyt Lahiya’dan gelen katliam haberleri, İsrail’in rotasının hiçbir şeyden etkilenmediğini gösteriyor. Hamas da Sinvar’sız yoluna devam ediyor.

***

Beri tarafta Nasrallah’tan sonra İsrail, Lübnan cephesini Gazze’den koparamadı. Şu ana kadar Hizbullah işgal hamlelerinin önünde durmayı başardı. Saldırıların şiddeti artıyor. Başlangıçta hedef neydi; BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 sayılı kararına göre Hizbullah’ı Litani nehrinin kuzeyine itmek. Tabii, 1701’de sivil yerleşimlerle ilgili bir kısıtlama yok. İsrail ordusu önce fiili sınırı oluşturan ateşkes hattı ile Litani arasındaki yerleşim merkezlerinin boşaltılmasını istedi. Bununla yetinmeyip geçen pazartesi Litani ile Avali nehirleri arasındaki bölgenin de tahliyesini talep etti. Yani sınırdan 48 km uzaklıktaki alanın insansızlaştırılması için bastırıyor. Bu net olarak işgal planı. Başarılı olursa ikinci aşamaya geçecektir. Muhtemelen hedef, işgali Suriye sınırına kadar uzatmak. Buradaki stratejik bağlam şu: İşgali Lübnan’ın güneydoğusundan Golan’a kadar genişlettiklerinde iki nehrin su kaynaklarına ve verimli topraklara kavuşmuş olacaklar. İkincisi Hizbullah’ın Suriye’den tedarik rotalarını kesecekler.
Fakat sahadaki direnç İsrail için bir bataklık çağrışımı yapıyor. Sınırdaki savaş Hizbullah’ın asıl savunma merkezlerinin henüz çok uzağında. Bunu Yediot Aharonot gazetesi de yazdı. İsrail birliklerine kayıplar verdirip geri çekilmelerini sağlayanlar 4-5 kişilik birimler. İsrail ordusu, Hizbullah savaşçılarının girip çıktığı yerleri tespit edip adım adım saha temizliği yaptığını söylüyor. Bu yıllarca sürebilecek bir yıpratma savaşına dönüşebilir. Bunun da ötesinde Hizbullah gidişatı etkileyecek yanıtlar vermeye başladı. Hayfa yakınlarında Golani Tugayı’nın eğitim karargahında 4 askerin öldüğü 67 askerin yaralandığı SİHA saldırısından sonra sınıra 70 km mesafede Kaysera kentinde Netanyanu’nun konutunu vurdu. İsrail sahasında istihbarat toplama, hedefleri haritalandırma, askeri taktik ve kapasite açısından şaşırtıcı bir durum. "Hizbullah’ın liderlerinin yüzde 90’ını elimine ettik", "füze-roket stokunun yüzde 60-70’ini yok ettik" dedikleri bir noktada nitelikli saldırılar geliyor. Netanyahu kuzeyde 5-10 km derinliklerden kaçan yerleşimcileri evlerine döndürmek için Lübnan’ı cehenneme çevirirken kendisi Tel Aviv’in dibindeki evinden oldu.
Hizbullah’ın el yükseltmesi İsrail’i ya ateşkese zorlayacak ya da daha fazla ateş gücü kullanmaya itecek.
Netanyahu konutuna saldırıdan Tahran’ı sorumlu tutarak ABD’yi daha güçlü bir misilleme için sıkıştırmaya çalışıyor. Hizbullah’ın üzerine tam gaz yürüyebilmek için İran’ı felç edip devreden çıkaracak bir yol arıyor. The Times’a göre İran'ın misillemesine verilecek yanıt Devrim Muhafızları’na ağır darbeler vururken, rejimi devirecek bir istikrarsızlığı da hedefliyor. Lübnan’a istedikleri ölçüde girerlerse İran da bataklık senaryosu için elinden geleni yapacaktır. Destek cepheleri açılmasın diye İran’ın başını erkenden belaya sokmak istiyorlar.
Tel Aviv’de sığınaklarda pişirilen ve Beyaz Saray’da soslanan planlar sahaya uymayabilir. Evet, ABD’nin sonsuz desteğiyle ‘kafa koparma’ operasyonları, Netanyahu’ya hedef büyütme cesareti verdi. Ama Hizbullah’ın küçümsenmemesi gerektiğini İsrailli uzmanlar da söylüyor. Mesela eski ordu sözcüsü Ronen Manelis, Netanyahu’nun konutu vurulduktan sonra “Hizbullah’ı hafife almayalım” diye uyarıyor.

***

Nasrallah direnişin Gazze'de yenilgiye uğraması halinde sıranın Lübnan'a geleceğini söylüyordu. Netanyahu ne Gazze ne de Lübnan’da ateşkese yanaşıyor. Hizbullah, Nasrallah’tan sonra ateşkes çabalarına şans vermek için bir süreliğine geri adım attığı görüntüsü verdi. Sonra İsrail’in niyet ve planları karşısında kademeli tırmandırma stratejisine geri döndü. Yeni aşamaya ‘düşmana acı çektirme stratejisi’ adı verildi. Belli ki Hizbullah şu aşamada geri çekilmeyi bir seçenek olmaktan çıkardı. Pes etmek güneyde Şiiler başta olmak üzere bütün nüfusun kırılması anlamına geliyor. Gazze’de vahşetin durması da Lübnan cephesinin caydırıcılığına kalmış gözüküyor.
İsrail, 1967 savaşında Arapların kalbine kazıdığı korkuyu canlandırmak istiyor. Herkes değil ama bir taraf korkmayı reddediyor. Bitmemiş bir savaş hakkında kalemleri kırmak için henüz erken. Net olan şey; kelle koparma üzerine kurulu bir strateji İsrail’e aradığı caydırıcılığı ve güvenliği sağlamıyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.