Kemer sıkmanın ekonomi politiği ve 2024 seçimleri
İktidarın kemer sıkma programına yapılacak muhalefetin kim tarafından ve hangi söylem ve programla hayata geçirileceği giderek daha önemli hale geliyor. Zira aksi halde, Fatih Yaşlı’nın işaret ettiği ‘sağın alternatifi olarak sağ’ döngüsü ve bu kısır döngünün aldığı yeni biçimler, 2024 seçimlerini şekillendirecek.
Türkiye seçim konjonktürüne henüz girmedi.
Altılı Masa’yı oluşturan iki büyük parti (CHP ve İYİP) halen iç işleriyle meşgul, diğer bileşenleri de TBMM’nin açılmasıyla yeni seçilen vekillerinin Meclis’e alışmasıyla zaman geçiriyorlar muhtemelen. Ekonomi yönetiminin adım adım sertleşerek uygulamaya başladığı kemer sıkma politikalarına karşı Altılı Masa’dan güçlü bir itiraz var mı diye baktığımızda, itiraz yerine sessiz onaylama olduğunu görüyoruz. Sosyal medyada seçim öncesinde çok sesi çıkan ekonomi yorumcuları, şu anda iktidarın arkasına sıralanmış durumda.
İktidar ise bir yandan ekonomide kemer sıkarken, diğer yandan yeni anayasa gündemiyle siyaseti şekillendirmeye çalışıyor.
Bu yazıda, iktidarın uyguladığı kemer sıkma politikasının yarattığı ekonomi politik dinamiği ve bunun 2024 seçimlerini nasıl şekillendireceğini ele aldım.
ENFLASYON VE FAİZLER ARTIYOR
Ekonomik gelişmelerden başlayalım. Bu hafta başında açıklanan Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) verisine göre Eylül ayında fiyat artışları aylık yüzde 4.75 düzeyine gerilese de yıllık enflasyon yüzde 61.53 oldu. Üstüne üstlük, yıllık enflasyondaki artışın süreceği, ekonomi yönetimi tarafından da kabul edilmiş durumda. Dolayısıyla, önümüzde enflasyonun kontrol altına alındığı bir dönem yerine, arttığı bir konjonktür var.
Hayat pahalılığı sürerken, faiz artışları da kemer sıkma programının uygulanması da ilerliyor. Her ne kadar firmalar, geçtiğimiz yıllarda elde ettikleri süper kârlar sayesinde halen faiz artışlarının olumsuz etkilerini kısmen göğüsleyebilseler de, bu durum uzun sürmeyecek. Zira gıda sektörü dışında imalat sanayiinden ekonomik daralma yönünde sinyaller gelmeye başladı.
Yakında borçlarını çevirmede ya da ödemelerinde güçlükler yaşayan firmaları duymaya başlayacağız. Şimdiden yatırımlarını durdurma kararı alan firma haberleri gelmeye başladı. Bu neden önemli? Yatırımların durması, işsizliği artıran en önemli etkenlerin başında geliyor. Dolayısıyla kemer sıkma tedbirlerinin bir sonucu olarak işsizlik yakında artmaya başlayacak.
Her ne kadar TCMB başkanı ‘büyümeden ödün verilmeden de dezenflasyon sağlanabileceğini’ ileri sürse de, şu anda karşımızda enflasyonun ve faizlerin aynı anda arttığı, ekonomik durgunluk koşullarında hayat pahalılığının arttığı ve işsizliğin yükselmeye başladığı bir dönem var. Bu durum, normalde iktidarların toplumsal meşruiyetlerinin aşınmasına neden olur. Ancak bizdeki ‘iktidarla bütünleşmiş muhalefet’ durumunu nedeniyle iktidar seçim sürecine göreli olarak daha rahat giriyor.
ÇEKİÇ VE ÇİVİ
Ekonomi yönetimi tarafından yapılan ‘iç talebin halen güçlü olduğu’ dair açıklamalardan anlaşılan, iç talebin kısılması için faizlerin daha da artırılacağı. Mevcut enflasyonun sınırlanmasında para politikasının ne kadar etkin olduğu tartışılmıyor bile. Şöyle açayım. Ücretli çalışanlar için gıda, ulaşım ve barınma harcamaları toplam harcamalarının çok büyük kısmını oluşturuyor.
Örneğin gıda fiyat artışlarına bakalım. Antalya Ticaret Borsası Eylül ayı Hal Endeksini verilerine göre meyve miktar endeksi yıllık yüzde 67,33 azalırken, fiyat endeksi yüzde 199,33 artmış. Yani sorun üretim miktarının azalması, fiyatlar bu nedenle fırlamış. Ancak ekonomi yönetiminin uyguladığı ve ana akım muhalefetin de alkışladığı enflasyonla mücadele yöntemine göre faiz artışlarıyla üretim daha da sınırlanacak!
Konut fiyatlarını ele alalım. Kira artışlarıyla ya da büyük şehirlerdeki barınma kriziyle faizi artırarak nasıl mücadele edilebilir? Aksine faiz artışı ile konut sektörünün yavaşlayacağı ve mevcut üretim kapasitesinin sınırlanacağı öngörülmüyor mu? Gıdada üretim planlaması yerine faiz artışıyla fiyatları kontrol altına almaya çalışmak; konutta yapı stokunu artıracak politikalar yerine faiz artışı ile bu sorunun çözüleceğini ileri sürmek, elinde çekiç olanın her sorunu çivi olarak görmesine benziyor.
Örnekler çoğaltılabilir ancak işin özü şu: İktidarın takip ettiği ekonomi politikası çerçevesine göre, talebi daraltmanın en ‘etkili’ iki yolu, reel ücretlerin baskılanması ve işsizliğin artmasıdır.
Bu yollarla enflasyon yavaşlayabilir. Dikkat ederseniz enflasyon döneminde süper-kârlar elde eden firmaların vergilendirilmesi ya da firmaların fiyatlama davranışının enflasyona etkileri gibi konular hiç gündeme gelmiyor. Burada yapılan sınıfsal tercih, hayat pahalılığı krizinin yükünün çalışanların sırtına yüklenmesi anlamına geliyor.
Ancak bu herhangi bir şekilde Türkiye’nin ekonomik sorunlarına çözüm anlamına gelmiyor. Bu modele göre enflasyonun düşük kalmasının yegane koşulu, insanları ebediyen işsiz ya da harcama kapasitesi kalmayana kadar yoksul bırakmak! Bunun toplumsal olarak ne kadar ‘patlayıcı’ etkileri olabileceğini geçtiğimiz yüzyıldaki faşizm deneyimlerinden görebiliriz.
KEMER SIKMANIN POLİTİK EKONOMİSİ
Kemer sıkmayı ‘tehlikeli bir fikir’ olarak tanımlayan ABD’deki Brown Üniversitesinde çalışan siyasal iktisatçı Mark Blyth’ın (Austerity: the History of a Dangerous Idea) kitabı, tarihsel örneklerle kemer sıkma politikalarının faşizmin yükselişinde nasıl kritik bir rol oynadığını anlatıyor.
Şu tarihsel örnek çarpıcı: Almanya’da faşistlerin iktidara gelmesi, yaygın olarak aktarıldığı gibi 1920’lerdeki hiper-enflasyon sonrası gerçekleşmedi. 1930’ların başında enflasyon kontrol altına alınmış olmasına rağmen kemer sıkma politikalarına devam edilmesinin yarattığı deflasyon ve büyük işsizlik sonucunda merkez partilerin çöküşü ile faşistler iktidara geldi (özellikle s. 194-5’e bakılabilir).
Kemer sıkma politikaları ile faşizmin yolunun nasıl döşendiği üzerine farklı ülke deneyimleri için geçtiğimiz yıl Clara E. Mattei’in yeni çıkan kitabına (The Capital Order: How Economists Invented Austerity and Paved the Way to Fascism) da bakılabilir. Konuyu tarihsel örneklerle boğmayayım, güncele gelelim.
Adam Tooze geçtiğimiz hafta Financial Times’taki yazısında Britanya ve Almanya örneklerinde, kemer sıkma tedbirlerinin uygulandığı ve ekonomik büyümenin sürekliliği için çok sayıda göçmen işçi kabulünün zorunlu olduğu bir durumun ‘patlayıcı’ etkileri olabileceğini, aşırı sağın yükselişinin bu temelde gerçekleştiğini açıklıyor. Tooze, özellikle Almanya’da yabancı düşmanı aşırı sağcı AfD partisinin kamuoyu araştırmalarında ikinci parti seviyesine yükselmesine karşı, daha fazla kemer sıkma politikasına değil, başta konut, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik olmak üzere kamu yatırımlarının artması gerektiğine işaret ediyor.
2024 SEÇİMLERİ
Toparlayalım. Yukarıda aktardığım tarihsel ve güncel örneklerle Türkiye arasında doğrudan paralellikler kurmak elbette uygun olmayacaktır. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz: İktidarın ve ana-akım muhalefetin kemer sıkma politikaları üzerinde uzlaşmış olması, seküler ya da İslamcı aşırı-sağ ve faşist güçlerin ülke siyasetini şekillendirmek için hareket alanlarını artırıyor.
Bu tabloda, iktidarın kemer sıkma programına yapılacak muhalefetin kim tarafından ve hangi söylem ve programla hayata geçirileceği giderek daha önemli hale geliyor. Muhalefetin sol kanadı olan Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bileşenlerinin ve daha geniş sol güçlerin ülke siyasetinde oluşan bu boşluğa müdahale edip edemeyecekleri önümüzdeki dönemdeki siyasi manzara açısından kritik olacak. Zira aksi halde, Fatih Yaşlı’nın işaret ettiği ‘sağın alternatifi olarak sağ’ döngüsü ve bu kısır döngünün aldığı yeni biçimler, 2024 seçimlerini şekillendirecek.