Kendimize bakmayı öğreten bir yönetmene…
Erden Kıral’ın ‘Kanal’ filmi ile başlayan ve devam ettireceği en önemli özelliklerinden biri de “soyut, teatral bir dile sahip” diye tanımladığı Yeşilçam’ın oyuncu -Tuncel Kurtiz’i ayrı tutarsak-, teknik adam birikimlerini kendi sinema anlayış ve üretiminin ortağı yapmak becerisi olmuştur…
Erden Kıral ile Sinematek-genç sinema yazarları çevresinde tanışıklığımız yanı sıra, çıkarmakta olduğumuz Gerçek Sinema dergisi “Toplu Film Çalışma Grubu” ile yapmayı amaçladığımız Haşhaş filmi için İzmir’de buluştuğumuzda dostluğumuz biraz daha gelişecekti.
O günlerde, geride kalan “genç sinema” hareketi dışında Sinematek ve kuramsal-düşünsel sinema dergileri olan Çağdaş sinema Yedinci Sanat, Gerçek Sinema çevresinde arayışlarımız sürüyordu. Üçüncü sinema çizgisindeki -Solanas’a göre ‘O bir araştırma kategorisi’-, örneğin Cinema Novo filmlerinin etkisiyle, sürpriz biçimde ‘halk sinemacılarımızı’ (!) Bolu-Mudurnu’da Taşkesti köyünde bulmuştum, gidip onlarla çalışmış, izlenimlerimi Gerçek Sinema’da yazmıştım.
Erden Kıral, Gerçek Sinema’da yayımlanan bir filmi çözümlemede çok işlevsel bulduğum yazısı “Film Nasıl Okunur?”da dergilerde çevirilerini yayımladığımız, düşün kaynağımız Dziga Vertov/Bertolt Brecht görüşlerini özetliyordu.
“Gerçeğin izlenimini kaydeden burjuva betimleme sinemasının artık, ipliği pazara çıkmıştır. Amacımız tüm gerçeği bulmak, açıklamak ‘görünmeyeni görünen kılmaktır’”.
Bir sonraki sayıda “İdealist Sinemanın Tabutları” yazısında yakın çekim konusunu bir akademisyen merakıyla inceler, “betimleyici bir düzeyde kalışı ve filmin sürekliliğini/uzayını parçaladığı için de idealist sinemanın yakın çekimin bu etkisini hafifletmek için imgesel bir alan derinliği ve sun’i bir perspektif yaratma çabası”nın altını çizer (Yeni Dalga filmleri sonrasının Godard’ı ve Angelopoulos filmlerini anlamak için anahtar bir yazı…)
Vertov’un “Bizler, sözel ve yazına değgin tartışmalara girişmektense filmlerle tartışmayı, diğer bir deyişle sinema yapıtları üretmeyi daha doğru buluyoruz.”, Brecht’in “Gerçekçilik yalnızca bir yazın işi değildir” sözleri film çalışma grubunun düşün yol haritası gibiydi.
Haşhaş’ın dosya/film hazırlığı Anadolu’da köylülerce yüzlerce yıldır ekimi yapılan haşhaşın 1971 yılında ABD baskısıyla belleklerde balyoz ve şalcı (özgürlüklere örttüğü “şal"dan ötürü) yer edinen Nihat Erim hükümetince yasaklanması üzerineydi. Kamuoyunda sık gündeme gelen yasak, Ecevit-Erbakan koalisyonu hükümetince Temmuz 1974’te kaldırılmıştı. Ecevit’in Afyonkarahisar ziyaretinde “Bağımsız Türkiye” haykırışları bu nedenle duyulacaktır. Sentetik ilaç sanayinin etkisinin büyük olduğu yasağın kaldırılması -taahhüt edilen tazminat köylü başına 450 TL bile olmadığı için zaten önemli değildi- günümüzde de sürekli gündeme gelen askeri ve ekonomik ambargonun başlatılmasına dek gidecek sonuçlar yaratır. Ecevit, “Bu gibi kararlar Türk dış politikasını etkileyemeyecektir” der. Ona göre Türkiye’nin haşhaş ekimi yasağını kaldırması, ABD’li politikacıların ve istihbaratının da dahil olduğu bir çıkar düzenini baltalamıştı… Gelişmeleri AP’den ayrılan milletvekili Bozbeyli farklı değerlendirir: “Türk dış politikası batmaktadır. Hükümet bunun hesabını vermelidir.”
Ama 15 Temmuz 1974’te Yunan cuntasının Kıbrıs’ta bir darbe gerçekleştirmesi sonrası Türkiye’nin iki askerî harekâtla karşılık vermesi, ABD’nin Kıbrıs politikasında iç kamuoyunun ve Avrupalı müttefiklerinin eleştirilerinin de etkisiyle Kıbrıs krizini bir fırsat olarak görmesi haşhaş krizinin üzerini örtecektir. Türkiye’ye yönelik ambargo kararını köylülerin haşhaş ekimi yasağının kaldırılması yerine bu nedene bağlar.
Kapsamlı bir ders gibi hazırlanan Haşhaş dosya/film projesi neredeyse mini bir dizi olmaya adaydır. O sıra İzmir’de, sevgili Onat Kutlar’ın yardımıyla ‘Sinematek’i kurmuş, Potemkin Zırhlısı’nın bir kezlik de olsa gösterimini üye sayısının altı yedi katı izleyiciyle yapmıştım; kurucuları arasında olduğum dergi/grubun bir üyesi olarak haşhas konusunda haber yapan, araştıran İzmir’deki gazeteci Hikmet Çetinkaya ile ilişki kurma, çekim için Erden Kıral ile köyleri gitme görevini üstlenmiştim. Aradan zaman geçip düşününce, belki onun ilk uzun metrajlı filmi Kanal ve diğer kırsal hikayelere yönelişinde Uşak-Afyon çevresinde köy-köylülerin yoksulluğuna, çaresizliğine bu tanıklığımızın da etkisi olmuştur…
“… Kırsal kesimi orada yetişen sanatçılar gibi algılamam söz konusu değil. Dışarıdan bakıyorum. Oradaki sorunları farklı algılıyorum. Kendime sembollerden çok, göndermeler arıyorum. Öte yandan tepemi attıran haksızlıkları, yoksullukları dile getirmek istiyorum.”
Ve Erden Kıral için kuşkusuz “ben ve benim dönemimdeki arkadaşlarım ‘Umut’taki faytondan indik… Olmasaydı ben film yapamazdım, çok etkiledi” dediği Yılmaz Güney’in Umut filmi en önemli esin kaynağı oldu. Ekleyecektir: “İlk izlediğimde allak bullak oldum ve ben yönetmen olacağım dedim.”
Kanal filmi, Çukurova’da, tarlalarına çeltik ekmeyi planlayan ağaların kazanma hırsı ve köyleri baraj suları altında kalacak köylülerin sıtma salgını başta yaşadıklarının, başlangıçta hiçbir şeyin bilincinde olmayan genç bir kaymakamın gözüyle anlatılmasıdır. Bir izleyici görüşüyle, “dönem siyasi oyunlar ve gelip giden kaymakamlar” dönemidir. Erden politikaya yön veren “toprak ve demokrasi mücadelesini” anlatmak istediğini söyler. “Her kimse hangi sınıftan gelirse gelsin halkın yanında saf tutuyorsa desteklenmelidir.”
Erden Kıral’ın ‘Kanal’ filmi ile başlayan ve devam ettireceği en önemli özelliklerinden biri de “soyut, teatral bir dile sahip” diye tanımladığı Yeşilçam’ın oyuncu -Tuncel Kurtiz’i ayrı tutarsak-, teknik adam birikimlerini kendi sinema anlayış ve üretiminin ortağı yapmak becerisi olmuştur… Çoğu kez onların emeklerinin tam karşılığını alamadığını görecek, içten, özverili davranışlarına tanık olunca da duygusal yaralanacaktır… Örneğin İhsan Yüce’yi senaryo yazarı, Tarık Akan, Kamran Usluer, Meral Orhonsay, Menderes Samancılar, Necmettin Çobanoğlu’nu oyuncu, Arif Erkin’i müzik yapımcısı -Yılmaz Güney’in Umut, Ağıt filmlerinin müziğini yaptı-, her türden filmlerde deneyim kazanmış Salih Dikişçi’yi kameraman olarak seçmişti…
Kırsal hikayelerinde -kent hikayelerinde olduğu gibi, Reis Çelik’in gözlemiyle “hikâyeye bir Erden Kıral üst kimliği ve dili kazandıracak” modern politik sinemasının ikinci örneğini yapacaktır: Bereketli Topraklar Üzerinde.
Özellikle üzerinde durmak istediğim, 15 Eylül günü 108.ci doğum günü nedeniyle saygıyla andığımız Orhan Kemal romanından uyarlanan bu filmin sadece iki gerçekçi sanat insanını buluşturması değil, hiçbir zaman yerleri dolmayacak-Tarık Akan, Tuncel Kurtiz ve Erkan Yücel gibi güçlü/büyük oyuncuları bir araya getirmesidir. Bereketli Topraklar Üzerinde filminde Erden’in düşlediği, Orhan Kemal’in yapmak istediğiyle, kuşkusuz başka bir dil ile de olsa örtüşecektir:
“Orhan Kemal, roman hakkında 'Bu kitap, kendi bilgi ve görgülerim dışında, bir lokma ekmek için kötü iş şartları içinde zehir gibi bir hayatı yaşayanlardan derlenmiş malzemeyle meydana gelmiştir. Yayımlanmadan önce, çeşitli ırgat, usta, usta yardımcısını toplayarak bir gece sabaha kadar okudum onlara. Dinlediler. 'Pardon,' dediler, 'bu bu kadar olur. Bütün anlattıkların doğru. Eksik bile. Çukurova'nın bereketli topraklarında öyle işler olur ki, aklın durur. Sana anlatsak, bir değil beş roman çıkarırsın’…"
Son görüşmelerimizden birinde merak edip sormuştum, oyunculuğu hep belleğimde yaşayan Nur Sürer ilk kez Bereketli Topraklar Üzerinde filminde oynamıştı. Karantina günlerinde tuttuğu ve Alt Yazı dergisinde yayımlanan sinema notlarında açıkladığınca tüm oyuncularının “canlandırdığı karakterlere derinlik kazandırıp başka oyunculara ilham vermesini sağlayan” bir yönetmen olduğunu düşünüyorum.
“Orhan Kemal’in dünyasına sadık kaldım, ama egzotik değerleri yağmalamadım” sözlerini unutmamak gerekir, romandaki iki arkadaşıyla birlikte iş bulma umuduyla köyden ayrılıp şehre gelen Ali’nin trajediye dönüşen dünyasına “çalışanları daha da kötü koşullarda çalışmaya zorlamaları ve karşılığında her karakterin kendi buldukları bir yoldan direnç göstermeleri ya da adaletsiz ve yozlaşmış olarak tasvir edilen düzene bir yerinden eklemlenmeleri”ni göstermiştir. **
Bereketli Topraklar Üzerinde’nin çekimi ve sonrası da ayrı bir hikayedir: Yapım zorlukları, set ekibinin işi bırakması, oyuncuların kamera arkasına geçmesi ya da set işlerini üstlenmesi dışında gösterime girdiği tarihin 13 Eylül 1980 olması talihsizliğidir.
Filmleri (Hakkari’de Bir Mevsim, Ayna, Av Zamanı, Mavi Sürgün…) Kanal’ı çekmeden önceki yıllarda hepimiz için dergi sayfalarına sığdırdığımız kavram olan “üçüncü sinema”ya uyan filmler olarak nitelenecektir. Bereketli Topraklar Üzerinde ilk birkaç gösterimi sonrası sıkıyönetim komutanlığınca yasaklanır, Altın Portakal Film Yarışması darbeciler tarafından yasaklandığı için, 1981’deki yarışmaya katılabilir. En İyi Film, En İyi Yönetmen (Erden Kıral) ve En İyi Erkek Oyuncu (Yaman Okay) ödüllerini alır. En İyi Film ödülü, filmin “muzır” olduğu gerekçesiyle geri alınır, Erden isyan eder, En İyi Yönetmen ödülünü istemediğini söyler… Filmin orijinal negatifleri kaybolur, yıllar sonra İsviçre’de ortaya çıkar, gidip alması gerekir ve film yirmi sekiz yıl sonra 2 Mayıs 2008 günü gösterime girer… Arada bir başka yaşanmış olay daha var: 1981 yılında Fransa’da Avrupa En İyi Film ödülünü alsa da, yurtdışına çıkışına izin verilmediği gibi, ödülü vermek için Türkiye’ye gelen komiteyle ‘tehdit nedeniyle’ buluşması da engellenir -ödülü beş yıl sonra Fransa’da alacaktır-.
Evet, düşündüğü gibi yapmaya devam etmiştir: “…Bilindiği gibi gerçekçilik gerçeği olduğu gibi yansıtmak değildir. Sadece izlenimleri filme yansıtmak yetse bile, filmlere bir başkaldırma niteliği kazandıran içtenliktir” ***
İzmir’de buluşmalarımız sonraki yıllarda da oldu, tabii ki çeşitli festivallerde ya da ikinci kez yerleştiğim İstanbul’da da. Yolda’yı yapmadan önce Yılmaz Güney’in çekmesini istediği sonra durduracağı Bayram (Yol) filmi sürecini içine alan ve üç bölümden oluşacak bir filmin tretman’ini yazmıştım. İlk bölümde tümüyle kendi gerçeği, 17 Ağustos 1999 günü (İzmit Depremi) Gölcük’te kat karşılığı inşa edilmekte olan ama depremde göl sularında bütünüyle kaybolan baba evi nedeniyle yönetmenin (kendisi) bir kira evindeki yaşlı baba ve annesini ziyareti, bir gerçek-bellek, iç yolculuk hikayesiydi. Senaryolarını da yazmamı istemişti, ama ‘sektör’den ‘üç bölümlü’ bir filmin izleyiciye pek sempatik gelmeyeceği görüşü iletilince, izlediğimiz Yolda’yı çekmişti. Yine de ince davranıp teşekkürlerde adımı yazmıştı.
Erden Kıral kendine tavizsiz bir özgürlük alanı yarattı, çekmek istediği filmleri ödün vermeden ama genç sinemacılara öğütlediği gibi “değişmek için başarısızlığı göze alarak” çekti ve bize bıraktı.
“Gecenin üzerine hic bir şey yazılmamıştı” (Aragon)… Orhan Kemal, Onat Kutlar, Tarık Akan, Tuncel Kurtiz, Kamran Usluer, Yaman Okay, Erkan Yücel…ve Erden Kıral, ‘gecenin üzerinde ışıklı adları yazılı’ bu güzel insanlar en güçlü, en kalıcı, en özlenen dayanağımız olmaya devam ediyor.
***Scognamillo, G. (1998). Türk Sinema Tarihi. İstanbul: Kabalcı Yayınevi
—————————————
Şevketi Bostan
İzmir ile özdeşleşen ot yemeklerinden biri Şevketi Bostan ile yapılandır. Hafif haşlanarak, zeytinyağı ile kavrularak sofraya gelen Şevketi Bostan’ı, kuzu etiyle pişirildiğinde sevenler arasındayım. (Mevsimi olduğu için hatırlatırım, kerevizi de aynı şekilde, bir-iki patates ve havuç ekleyerek pişirebilirsiniz.)
Şevketi bostan, 500 gram (ayıklanmış, yıkanmış)
Kuzu kuşbaşı, 250 gram
Arpacık soğan, 15 adet (soyulmuş) ya da 2 adet kuru soğan (iri doğranmış)
Zeytinyağı (4 yemek kaşığı)
Limon suyu (1/2 limon)
Su (2 bardak soğuk, 5-6 bardak sıcak su)
Karabiber, tuz
Sarımsak (1 diş)
Terbiyesi için
Un
Limon suyu
Yumurta sarısı (1 adet)
Şevketi Bostanları limon suyu eklenmiş soğuk suda bir süre bekletin. Bir tencerede eti zeytinyağında yumuşayana dek kavurun, arpacık soğan ile soteleyin. Sudan çıkardığınız Şevketi Bostanları, baharat, sarımsak ve tuz, sıcak suyu ekleyip, kapağını kapatıp 25-30 dakika pişirin. Bir kâsede karıştırdığınız un, yumurta sarısı, limon ve üç dört kaşık yemek suyunu çırpma teli ile karıştırın, tencereye ekleyerek iki üç dakika birlikte pişirin. Sıcak servis yapın. (Anthony Bourdain tavsiyesi, her zaman yemeği kıyılmış maydanoz ile süsleyebilirsiniz.)